Bir yıl geçmişti aradan,
lakin sen hala ifade etmenin ya da anlaşılamamanın o tarifsiz hissini içindeki
boşluğa akıtıyorsun. Değer mi? Dedim. Suskun, elinde yarım kalmış bir hayatın
kırık kiremitlerini tutar gibi yüzüme bakıyordu. Sen daha ne kadar ufalır diye
düşünürken, sana değer veren insanların, senin hala bir çaba içinde uğraştığını
düşünme yanılgısı, aslında sana yalnızlığının seviyesini göstermektedir.
Diyebildim.
Gülümsedi, bu sahte zamanın
en sahici anında…
“Sığınmak” dedi buna… Mumla
aydınlatılmış bir limanın yine en karanlık teknesine sığınmak!
Yine beyninin ona
oynadığı adaletsizliğe, Yine kendini güçlü saydığı ezber kelimelere sığınmıştı.
…
Hafifçe perdeyi araladım.
Sabah olmasına az kalmıştı, saat 4.47. Geceye ait her bir pişmanlığı, sabahında,
çıplak gözle güneşe bakan bir çift gözün zorlandığı gibi bakacaksın. Dedim.
Şimdi hepsi saatlerdir içilen biranın biraz keyfi, biraz mide bulantısı, biraz
baş dönmesi. Ta ki o güneş sana kalk hadi iki kelime anlat kendine diyene
kadar. Ta ki biraz baş ağrısı, bir bardak su, ağrı kesici, geceden kalma
paketinde iki dal sigarayla güne başlayana kadar. Ta ki elinde kalmış bir avuç
gurur gecenin yerini alana kadar. Önce biraz utanacaksın sonra yapmasam da olur
diyeceksin sonra zaten ipler hiç elinde olmadığı için sıkıştığında kendini
inandıracak derecede yalana başvuracaksın. Kızma? Seninki de bir mücadele
biçimi sonuçta. Yoksa kim tekrarlar kendini, her seferinde aynı yolu kullanıp,
başka sonuçların umutlarına…