Serin bir nisan sabahı. Güneş yeni yüzünü
gösteriyor toprağa. Vakit geçtikçe hava daha bir ısınıyor. Gözleri gülüyor
aşıkların. Dostlar güzel bir pazar günü geçirmek için buluşuyorlar. Güneş
heyecan katıyor. Daha bir anlamlandırıyor yüzleri, anıları, sohbetleri.
Kıskanıyor bu durumu bulut. Hemen oracıkta çıkıyor güneşin önüne. Aralıkla da
olsa yavaş yavaş kapatmaya başlıyor güneşin yüzünü. Güneş bulutun sevgisinden
habersiz, sanki inat yaparcasına yüzünü çıkarıyor arkasından bulutun. Bulut
daha bir kızıyor, sevdiğinin yüzünü herkese göstermesine... Hızla arkasını
dönüyor büyütüyor bedenini ve tamamen kapatıyor aşkının o çekici sıcak yüzünü.
Birazdan
ağlayacak gibi duruyor bulut. Dönmüş arkasını sevdiğine, tek dosttu olan
toprağa vuruyor üzüntüsünü. İnceden ağlıyor, önce sert bir esinti, sonra büyük
bir öfkeyle bağırarak. Çoğalıyor göz yaşları giderek. Ne olduysa o an oluyor.
Toprak eski dostunun çaresine derman olamıyor ama gözyaşlarını siliyor içine
çekerek.
Bu
kez ağaç kızıyor toprağa. Henüz yeni yeni süslenirken ona. Açmışken yaprakları,
çiçekleri. Bulutla arasında ki samimiyeti kıskanıyor. Kendince üzülüyor o da,
toprağın bulutla ilişkisini gördükçe. Nereden bilecek ki toprağa güneşi
anlattığını bulutun.
Bilemez ki...
Ne
güneşin bulutu sevdiğini, ne toprağın ağacı sevdiğini kim nereden bilecek ki.
Öyle ya biz insanlarda var, habersiz sevdiği olan. Sevildiğinde haberi olmayan.