28 Aralık 2014 Pazar

Seni Düşünmek Güzel Şey

Hatırlıyor musun?

Aynı müziği kulaklarımıza doldurduğumuz geceyi. “Feridun Düzağaç dinler misin?” demiştin, şarkı listemdeki parçaları beğenmeyip değiştirdiğin anda bulduğun şarkısını dinlemeye başladığında. Sonra çok dinledim o şarkıyı. Hatta en çok sevdiğim şarkısı oldu diyebilirim…

Hatırlıyor musun?

Yollar en çok üşüdüğümüz şehre dönerken, içimizin sıcaklığını sakladığımız o geceyi. Kırgınlıklar, camdan sana göstermeye çalıştığım yıldızlar ve yasak bir an, o an herkesten sakladığımız. Dönerken beyaz karın içinde simsiyah izini bıraktığımız.

Değiştiğini hissettiğim an her şeyin, şehirde ben üşüyordum, şehir yalnız, sen uzak. Bu şehir, kısa bir sevgiyi büyütmüşken bağrında, her şeye, herkese inat hayat kavgasında. Kısa zamanda çok şey anlatmıştık fısıltılarımızda…

Hiç unutmuyorum, bira içmeyi çok severdin. Son konuşmalarımızdan birinde epeydir içmediğini söylemiştin. O an “kalk gidiyoruz” demek istedim. Evet, evet bu kez senden önce davranıp ben söylemek istedim, fakat senin kadar cesaretli değildim. “Gidelim” diyebilmeye. En çok ben konuştum oysa ama en çok sen yaşattın bizi suskunluğunda. İlk kez içime atıyordum, karşında suskunluğumu. Hiç yoktan kahve içelim diyebildim, kırk yıl hatırı olsun diye. Damla sakızlı o akşam iyi bir seçim olmadı haklıydın.

Bunca zaman sonra nasılsın? Şehir yorgun, soğuk, suskun...

Anlarım aklından geçtiğimi, anlarsın aklına düştüğümü, yıllardır geceyi uyumayan sevgili…

Fincana kahve koydum gel.

İki göz, iki söz, iki öz olalım.

Gel… 

25 Aralık 2014 Perşembe

İnsan Gönlü Gibidir

Soluyan bir yapraktır hüzün,
Silinmez izler kalabilir bazı ayrılıklardan,
Tek iz, gerçekten hissettiklerinde olan…
Kâğıt üzerine yazılmış satırlar şairindir.
Bazen alabildiğine kelimelerle savrulan…
Hiçbir yere yazılmamış bazı aşklar,
Yeni bir oluş, yeni sevgiyi yaşamadan yana.
Uyanık kuşların kanatlarına gebe umutlarım,
Yakar ateşini sevilmenin,
Bir çağ başlar, en büyük aşkları anlatan,
Bir şair doğar yeniden, ilk kez sana yazan.
Elinde doğan, pırıltısıdır mevsimin,
Yalnızdır bir kentin kıyısında, tatlı yüreğin.
Kim bilebilecek anlattıklarımı, sende anlamazsan.
Aklım yok, yüreğim sende, umutluyum,
Mevsim kış fakat bahar bende…
İşte bakışlarım, kulaklarım, ellerim, ayaklarım,
Senin yoluna, senin yolunda.

22 Aralık 2014 Pazartesi

En Uzun Gece

Yılın en uzun gecesinde düşüneceğim aklıma gelmezdi, seni.
Bir zamanlar tanımadığım için. 
Aslında seni tanıdığımı nasıl söyleyebilirim ki...
Avuçların başka bir adamın sıcaklığıyla ilgileniyorken, ben seni tanımakta yarım kalmışken, seni gün ağarana kadar düşüneceğim bu gece, başın o adamın omuzuna yerleşmiş beraber uyuyorken belki de... 
Ben oturmuş seni tanımaktan bahsediyorum.
Beyaz kağıtlardan üst üste koyduğum kaçıncı karalanmış satır, seni tanıdığımı yazıp anlattığım bilmiyorum. 
Gece madem uzun daha fazla kağıt harcayacağım... 
Sana, kendime, karşı koyamadığım ne varsa düşüncelerimde bir kez daha anlatacağım. 
Bir kıvılcımla, bir avuç kül olacak kağıtların içinde gömülü kalacağım. 
Mürekkep kokusu, yalnızlığım. 
Yaşamadım, yalnız kalmaktan. 
Yaşayamadım, beni dünyaya bağlayan sen olmadan.
Uykularında boğulan insanların nefes aldığı aynı gökyüzünün altında, başarısız anılarımın geçtiği, kötü kabuslar gördüğüm ve yola çıktıkça yeniden kürkçü dükkanına döneceğimin garantisiyle, idareli kullanmak istiyorum kalan ömrümü yazarak, çok daha fazla yazarak sana.
Arkamdan az yaşadı ama çok öldü diye anılarak... 
Yazmak, yazmak, yazmak...
En uzun gecede. 

20 Aralık 2014 Cumartesi

Yitik Düşsüzlük

Genç sevgilim, bir ‘yok’ kullanıyorum seni düşünürken ve bir anlam üretiyorum/yüklüyorum beynimin derinliklerinde durmaksızın. “Diz çök, bağış dile, yenik ve düş” doluyum ne yazık ki! Bütün çaresizliğimle sana başlıyorum. Bildirimin yumuşak tınısı içerisinde ilerlerken, dişlerimle dudaklarımı ısırıp kanatırcasına susuyorum. Şarap kızıllığında kanım. Deliliği tanımlayamam, daha önce deli bir arkadaş edinmedim. Yaratılmışlık, öfke ve gülme düzeneğim arasında sınır çizgim olmamıştır. Alkolle aramı iyi tutarım. Sigara, her genç neslin lise sonrasında bırakamadığım alışkanlıktır. Bende bırakamadım. Yeni yılda bırakmayı ümit ediyorum. Sonra ben ateist, hümanist, sosyalist, becerikli, kibirli değilim ve 5 saat 33 dakika, saniyeleri hesaba katmadığım her yönsüz tartışma notlarımı hazırlarken, Paul Hindemith’in boktan yazılmış -Symphonic Metamorphosis on Themes…- eserinin 8 dakikasının, 3. dakikasını kulaklarımdan geçirmek üzereyim. Bu bir doygunluk sunuyor insana, bıkkınlık. Klasik müziğe karşı saygı azalması… Eminim bu düşüncemle beni yargılayıp, bas bas bağıracak insanlar vardır. “Katılmıyorum size beyefendi!”(Gayet kibar bir cazgırlık olacaktır). Anlamadığım, benden bir beklentisi olmayan, beni tanımayan insanların bir müzisyenden dolayı şuursuzca yargılaması. Uzatmamayım bu duruma takılmayacağım. Dayanma gücüm ve sabrım teşkil ediyor, kayıtsızca. Yitirmeden düşsüz, tedirgin ve kurguladığım zamanı. Yitirmeden umutlarımı, sözcükleri, geriliyorum banliyöde yalnız başına yol alan bir yolcu gibi. Yaralı(insanlardan kaynaklı), aç, hafiften kafası kıyak, zalim, korkak ve düşünceler topluluğunda yerini alarak. Son olarak ben bir…

17 Aralık 2014 Çarşamba

K(adına)

Birinin mutlu olmasını istiyorsan, yalnız kalacağını bilsen demek olsa bile, vazgeçmelisin dedi kadın. 
Adam kadının gözlerine baktı... 
Hayat çok kısa, sevdiğinin peşinden gitmelisin dedi.
Kadın sustu, derin bir nefes aldı, usulca banktan kalktı, gülümsemedi.
Gülümseyecek gibiydi ama hiç gülümsemedi.
Adam arkasından baktı, baktı ve içini derin bir boşluk sardı.
Demek gitme zamanı gelmişti. 
Dur demedin anlamı yoktu. 
Zaman geçmişse ve aşk bitmişse dur demenin hiçbir anlamı yoktu.
Kapı kapanmıştı, yumruklarını kanatırcasına vurmanın anlamı yoktu.
Denize doğru çevirdi yüzünü, hafiften yağmur yağıyordu, birazda rüzgar.
Üşüdüğünün farkında bile değildi.
Unutmak ve zamanla geçmesi her şeyin, insan için bu kadar boktan bir şey yoktu.
Adam kulaklığını kulağına yerleştirdi... 
Anlamını henüz tam kavrayamadığı çat pat bir iki kelimesini ayırt edebildiği yabancı bir şarkı açtı.
Keşke tanımasaydım, keşke tanımasına izin vermeseydim diye kendi kendine söylendi.

Gün batışına kadar orada öylece durdu ve kendi kalbinin acısını geceye yansıtmadan..
Terk etti, bir daha rastlaşmamak üzere k(adına), 
Kenti…

15 Aralık 2014 Pazartesi

Islak kaldırımlarda öğleden sonra 
Ayaklarının üşümesine mi üzüleyim
Yoksa kaderinde yerimi alabileceğim avuç içine
Başka bir tenin dokuna bilmesine mi?


14 Aralık 2014 Pazar

Dilimin Ucunda

İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz.
Gece vakti sigara içerken,
Yıldızlara bakıp gülüşüyoruz.
Bir şey var aramızda...
Hiç kimsenin anlayamayacağı bir şey.
Bizi biz yapan, tüm olumsuzluklara inat!
Ne zaman vazgeçtik desek,
Birbirimize yakın tutmayı başaran bir şey.
Çok uzatmıyoruz, lafı dolandırmadan,
Dalıveriyoruz hayatımıza birden.
Sen bana inat, mevsimleri değiştiriyorsun,
Gözlerin ışıl ışıl gülümserken.
Ben sana inat, kışı yaşıyorum,
Senin uzaktan bakışlarını hissederken,
Özlerken burada, kışı yaşıyorum.
Bir şey aramızda, çok iyi bildiğim...
Seninde hissettiğin.
Bir şey anlatamadığım,
Dilimin ucunda.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Yalnızlık...

Ah! Bir bilseniz...
Kelimelere sığınmak, sözcükleri en tatlı hayalini kurmak. Aynı şeyler aslında, üzülsem de yapabildiğim en iyi şey aslında...
Değişmeyen ne varsa hepsi bana ait. Tüm sorumluluklarımdan kaçmak. Yetişememek hayata. Yirmi dört saatinin kısa gelmesi ve kaliteli müziklerden, iyi kitaplardan, güzel filmlerden ara ara sıkılmak...
Uzun uzadıya anlatmayı o kadar çok isterdim kendimi. Yapamıyorum...
Ellerimle kazdığım çukurda tutunacak bir ağaç kökü arıyorum dışarı çıkmak için. Farkında olmadan dümdüz bir ovanın ortasında açmışım meğer ne kadar derine indiğimin farkında olmadan hemde. Her seferinde daha güneş dibine vuruyor diye diye, güneşin tepemde olduğunu unutarak daha derine kazmışım, en derine. Aslında istediğim bütünüyle tüm benliğimi oraya bırakıp gömmekti üstünü. Oysa toprak rüzgarla savruldukça, benim üstüme geliyordu, gömülüyordum.
Bunda bile şansım yaver gitmiyordu, anlayacağınız. Benden ne bekleyebilirsiniz ki...
Yani, olmuyor istesem de...
Harap gecelerin ve imkansız sevmelerin adamı olmuşum. Hayali kahramanımı yaşatıyorum içimde. Ne söylemek istersem onunla paylaşıyorum, yürürken kulağımda kaliteli müziğin etkisinde. Deli sanıp bakanlar oluyor sesimin farkında olmadan yükselip, alabildiğince kendimle konuşmaya devam ettikçe...
Otobüs duraklarında Kafka okuyorum, soğuğa aldırmadan. Parklarda çay içiyorum, simit, peynir sabahları yanında eşlik ediyor. Kalabalığın en yoğun zamanında kahvemi alıp çıkıyorum, kaldırıma, mağazaların vitrinlerinin aydınlattığı kısımdan uzak, karanlığa kapılıp gidiyorum. İçim siyah kana bulana kadar, yürüyorum. Gülümsediğimi hissettiğimde geri dönüyorum aynı yoldan.
Koruna bileceğim ne varsa kaçıyorum. Hırpalıyor böylesi belki ama alıştım. Giyinik insanların arasında çırılçıplak dolanan biri gibi hissediyorum kendimi. İster iyilik, ister kötülük olsun yaşamıma yardımcı olan ne varsa kaçıyorum... Adını 'varoluşçuluk' diye nitelendirdiğim benliğimin içine. Akıllı kişilerde başkalarını üzmekten çekinirler. Demek ki onlar bile yapabiliyorsa, benimde yapmak çok normal. Aklımı kaybedeli çok oldu...
Önce kendimi üzüyorum, sonra çevremi...
Sevmek, beni yalnız kılıyor.
İzin verirseniz, yalnız bırakın beni.

2 Aralık 2014 Salı

Mutluluk

Neler uyandırabilirdi seni, bir düşün.
Yaşamın uyumunu bozmak,
Mutluluğa dönüştürmek için çabayla.
Anladın mı bir sonunun olmadığını...
Mutluluk, acının kısa unutumu!
Bedenle birlikte mi doğar?
Yoksa yaşlandıkça mı yerleşir?
Bilinmez...
Korkunç bir batağın ortasında,
Başka yaratıkların nefes aldığı müddetçe,
Başka bir yerde değildi mutluluk.
Mutluluk mu? Mutluluk içinde...
Sonsuz derinliği... Kim döndürür?
Kimse döndüremeyecek kadar güçsüzdür.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...