Eğer bir kadını sevdiysen, eğer bir kadını ölesiye
sevdiysen, karanlığın içinde, bakışlarındaki aydınlığa takıldıysa gözlerin ve
sarmaş dolaş, nefesi nefesinde dudaklarına değdiyse dudakların, kokusu içine
sinerek uyuduysan, yani sevdiysen bir kadını gerçekten, adı düşüncelerinde
saklı dolanıp duruyorsa her an, gittiğinde oluşan hissizliğin, anlamlarını
yüklediğin kelimelerle anlatamazdın.
Eğer bir kadını sevdiysen, zamanın
içinde seni sabırsızca beklettiyse, gülümsediysen söylediklerinin içinde, bazı
kelimelerin kifayetini kaybettiğini yeni öğrenmişsen, burnunun ucu sızlıyorsa…
Özlemek. Boğazına takılı kalan bir şeyler vardır, ne yutkunabiliyor, ne
anlatabiliyorsundur. O orada öylece duruyordur, duru, asi, kalabalık, yorgun,
bir o kadar yalnız ve göğsünden başlayıp her bir hücreni içine katarak
derinleşen, kanayan o ince sızı ile beklerken sen. Hani bilirsin, kâğıt
kesiğine eşdeğer olan o tüm iç organlarını ait olmadıkları yerlerdeymiş gibi
ağrıtan ve hiç geçmeyecekmiş gibi gelen o his ile beklerken sen. Eğer bir
kadını ölesiye sevdiysen.
Hiç konuşmuyorduk, susarak da anlaşamıyorduk. Sarılarak
anlaşabilirdik belki ama o tüm ihtimalleri de alıp yanına, göç etmişti doğru
bildiği yarınlara.
Şimdi aramızdaki mesafe dönülmeyecek
kadar uzun, dolambaçlı, karmaşık, kalabalık, yorucu ve yakıcı. Eğreti duran
sıfatlar içinde anlatılamayacak. Çünkü o hiç benim gözümden görmedi. Hiç
uyurken izlemedi mesela beni. Nefes alıp verişim, hiç huzur vermedi ona ya da
uyurken elleri ellerimde diye mutluluktan uyuyamadığım hiç olmadı. -İnsanlar
uyurken severmiş, en çok birbirlerini- öyle derdi büyükbabam ve o bunu fark
edecek kadar bile kalmamıştı aslında, doğru, gitmesi gerekiyordu, yanlış ben.
Umursamamalıydı, içimde birikenleri kirlenmiş gibi atmak
içimden arsızca yeni bedenlerle sorumsuzca en kolayıydı. Ben beceremedim, bana
göre değildi, sevmiştim. Bu yüzden içimde sanki hiç var olmamış, sanki öyle
sarılmamış, öyle gülmemiş, öyle kızmamış, öyle sevmemiş, sanki hiç tanışmamış
gibi yaptım. Bir yabancıydı, bir gün yolumuzun birbirimizin farkında olmadan
kesişeceği. Ona kızgın değildim. Çokça özlüyordum. Biraz da kafamın içini
kemiriyordu, ara ara artan baş ağrılarım hep bundan. Çünkü kafamın içinde sarılmak
ona biraz zor oluyordu. Zoruma gitmiyordu, kırılıyordum, hüzünleniyordum, daha
çok özlüyordum, çok uzaktayız deyip birbirimize, yanında huyunu, suyunu,
kokusunu yeniden öğrenmeye çalıştığı bir adamla uyanacak olma ihtimali geliyordu
aklıma, bir güzel sövüyorum gelmişine gittiğine, nefretten değil. Ama en çok
gittiğine sövüyordum. Aslında iyi ki de gitti, çünkü kalsaydı,
onunla bir rakı masasında bu ülkeyi kurtarma ihtimalimizi
bile sevebilirdim.