Nisanın
başında bir şeyler olmuştu, ve sonrasında da. Bir daha hiçbir şey nisanın
öncesi gibi olmadı. Öncesi ve sonrasını iki ayrı insan gibi anımsıyordu şimdi…
Neden sonra, kente vardığında ki sabah düştü aklına. Giderken pek az şey
hatırlıyordu, otobüse bindi ve düşüncelerinin soğukluğu uyutmuştu bedenini.
Otobüsten indi, gar binasının önünde duran taksiye binip, şehir merkezine
gitti. Işığı seçti, Otel, içeri girdi. Bir gece dedi, adam tek söz etmeden,
ödemesini alıp, anahtarı teslim etti. Yatak, üstü battaniye, gri duvarlar,
ayna, komodin, anahtarı kapının arkasında bırakıp yerleşti. Uyudu…
Masa,
dağılmış bira şişeleri, biraz iyileşme isteği, yorgunluk, aklında ki
karmaşıklık, gözünü yavaşça odanın tavanını tarayarak pencereye doğru indirdi.
Sakin bir müzik, inatçı bir baharın kısa süreli yaz görüntüsü, sokaktan geçen
öğrenciler, motor sesleri, havanın kıştan kalma kömür kokusu, içi çekiliyordu.
Susuyordu, içtikçe ağır bir mide bulantısı, zar zor düşünüyordu. Sessizlik, son
şişenin, cam masadaki sesiyle bozuldu.
Yerinden
kalktı, kapı, sesi, kominin, odanın kapısını çalması, “nereden geldin sorusu,
hoş geldin, iyi yere geldin, burada kimse kimseye ilişmez, kimse kimsenin
hakkını yemez, herkes işinde gücünde” beyanlarına, yürekten inanmak
istiyordu.