18 Ocak 2019 Cuma

Yansımalar-Yanılsamalar

Yaşamımız belki bir gece yarısı yapaycılığa ve monotonluğa kaçar, yaratıcılığını kaybeder. İlerleyemeyişimizin sendromu, düzenin katılığı ve daha bir sürü cakası atılacak tabir ile kemikleşmiş doğrular adlı seansımız başladı, iyi geceler sayın dinleyenler, insandan öte burası.

Deli, aşık ve şairin de olduğu bu gecede;

İlk ve son sözü her zamanki gibi Deli aldı. Zaten tartışmayı da sevmezdi, günlerce düşünür bir soru bulur onu süsler ve oturduğunuz süslü masalarda aldırmadan satardı. Sonra dinlemez yahut umursamazdı. Çünkü Deli bir cevap aramazdı söylediklerine. Onun soruları, yaşamaya dair sorunları vardı. Cevapların aydınlığına inanmazdı, ne de olsa ona göre sorular olmasaydı; yalan da olsa, samimiyetsiz de olsa ve hatta gerçekte olsa bir cevap olamazdı.

Deli: Günlük gündem tadında ise artık konuşmalar, tek amaç haklı haksız savaşında ki çözülmezliktir. Komiktir ve hatta batıda buna bir isim bile vermişlerdir;
"Transvaluation."

İnsanlar uzun zaman önce fark ettiler ki; meseleler asıl konu üzerinden değilde canlarının istediği veya işlerine gelen şekilde tartışıldığında -Deli, masaya yatırmıştı kaç kez bu sorunları- artık haksız olmaya aldırmak da gerekmiyor. Çünkü artık usul galip çıkmak için her türlü araca başvurmayı gerektirir...

Ya diğerleri... Sayın Aşık ve Şair buradalar ve pek çok söze sahip olduklarının farkındayım. Süslü odalarda ışıltılı sözlerini söylerken düşündükleri tek şey sözlerin ayağa düşmemesi değil midir? Bu kadar jargondan uzak sözleri onlardan başkası anlamayacaksa toplumla olan bu kavgaları nedendir?

Aşık cevap vermeden uzunca bir süre Deli'yi süzdü. Onun renkli hayal gücüne her zaman hayran kalmıştı ama üstü başı, hayaline göre iç burkacak kadar uyumsuzdu. Deli olmak toplumca reddedilen bir kılığa bürünmekti. Oysa Deli aynaya baksa dönüp zevk alacağı bir kılığa büründüğünü fark eder ve içtenlikle haykırırdı "lütfen biri beni görsün ve hayatı boyunca unutmasın." Bir kez olsun birinin belleğinde sonsuza kadar yer alacak bir imge olabilmek için, kendi yansımasına o kadar çok emek vermiştir ki, kalabalıkların içinde eriyen onca insana rağmen, kendi varlığı yine de erimesin ister. En sonunda rolünü tamamladığında, bir soytarı gibi kalabalığın alkışını bekler... Ölüm solgunluğunu kapatmak için yüzünün, pudralara, farlara, kat kat boyalara ihtiyacı yoktur. Zaten insanların dünyasına sızmakta değildi ki niyeti, sadece onların gündelik hafızalarında daha uzun yer edebilmekti...

Aşık: Bir Ankara gecesiydi kendime karşı ilk darbe girişimim. Sırt çantamı ve içinde gereksizce ağırlaşan onca eşyamı sırtıma yüklemiş ve Atatürk Bulvarından yukarıya doğru çıkmaya başladım. İnsanların suratlarına baka baka yürüyordum. Kimisi ile ciddi bir göz teması bile oluyordu, siz anlam yüklerken geçenlere, size bakmak zorunda kalanlar için bir sinek gibisinizdir çünkü bu Ankara için şaşırtıcı bir durumdur. Kimse tanımadığı biri ile göz teması kurmak istemez burada. Kimse referansı olmadığı sürece bir başkasının hikayesini merak etmez. Sanırım buranın laneti de bu kadar insanın içinde kimseye temas etmeden yaşayabilmek. Gariptir Ankara insanı bunu başarmıştır. Evet haklısınız sayın Deli, kim haklı kim haksız bilmiyor ama en veteranıda o kadar alçakça övülüyor ki zaten iyinin hayatta kalma şansı pek kalmıyor. Peki, sayın Deli bu sorum sana gerçekten güzel bir hikayen varsa sözlerinin ne kadar  yankılandığını mı merak edersin yoksa söyledikten sonra bir daha arkana bakmamayı mı? Gerçekten demek istediğin bir şey varsa bundan pay çıkarmak aklına gelir miydi?

Deli sorar, Aşık lafı kendince çevirir ve yine kendi açısında kendine göre cevapladı. Rutini Şair bozdu; Derler ki yeterince dönüp durursan kendi çıkmazında, yaşamının bir simülasyonu oluşur baktığın zeminde... Tek oyunculu bir tiyatroda, tek kişiye karşı verilmiş bir oyundur o gözünde yansıyan... Çok sevgiden değildir, küçülecek başka bir alanı kalmamıştır ve sen artık yanlış adımı atıp basmışsındır üstüne ve taşmıştır zeminden. Kaşıya kaşıya her seferinde kanatıp oyduğun o hayatı sevmen kolay mıdır? Oysa sende isterdin başını göğe çevirmeyi, sıcaklığı da soğukluğu da zirvelerde bulmayı, gören gözün bileni olmayı. Hâlbuki hislerini aşsa da gerçeklerde kalakaldın. Sıkışıklık içinde parça parça boyun eğdin olan biten ne varsa. 

Dizlerinin kanamasına aldırmadan sürünen bu üçlü kendi belleklerini duvarın bir ucundan öteki ucuna bu şekilde fırlatıyordu gecede. Ruhlarından sökülmüş her çukura, tozlar doluşmuştu. Düşünceleri beyinlerinde lime lime çıkıyordu. Yine de direniyordu dilleri kertepenle sıkıştırılmasına rağmen, o son sözcüğü çıkarmak için. Kendi sularından çok uzaktaydılar... Belki de bu yüzden sözleri, gecenin geçilmeyen köprülerinde şafağı bulamıyordu. Yok, olmuş ya da henüz doğmamış, yitirilmiş ya da yitirilecek her şeyde atan yürekleri... Belki de bu boş odada suskunlukları sonsuza kadar anlaşabilirdi. Nasıl olsa onların yansımalar ile oluşmuştu bu oda...  

1 Ocak 2019 Salı

Mutlu Yıllar

Mutlu yıllar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!
Onca zaman
Onca yıl
Geçiyor ömrümüz

Artık sıkıldım, anlatamıyorum kendimi. Boş bir duvara karşı konuşuyor gibiyim. Kelimeler boğuluyor artık... 

Pencerenin kenarına oturmuş, tuzlu fıstık ve yanında soğuk bira. Müzik sesinden ve eğlenceden yıkılıyor cadde. Yeni bir yılın heyecanı çoktan sarmış insanları. Hava soğuk, bulutlar yerini almış, ağlıyorum sanıyorum fakat bağırıyorum. Onca gücümle, duymuyorlar. 

Hayatımı değiştirecek kadar üzgün değilim, olacakları, olmuşları kabul etmiş mahkum gibi çeltik atıyorum kalbime... 

"Soğuk bira yakışıyor, tuzlu fıstığa nedense." 

...Hissetmeyeceğim dokunuşları sana sunmaktan vazgeçmek istiyorum. Vazgeçemiyorum, korkuyorum ve neyden korktuğumu bile bilmiyorum. Sadece halim yok avuçlarımın arasında büyüyen kelimelerde seni anlatmaya. Bir tılsım, bir sihirli değnek olsa da yeniden bağlasa bizi aşkla... 

"Ah! Ne güzel olurdu."

...Bu yüzden beni anlamanı beklemiyorum. Anlaşılır olsa bile beni anlamanı beklemiyorum. Kendimle kendime mutlu mesudum. Mürekkep kokusu, loş ışık saatleri, boşluk duygusuyla doluyum. Sana yazıyor olabilirim. Nefesimi, nefsimi içime bastıra bastıra boğulana kadar. Söylemezdim avucumdaki mürekkep lekesinin kan olduğunu. Beni hep güçlü ve sana ait gör istedim, beni hatırladığın anlar olduğunda, sahi olabilir miydi? Kaderi yırtan bir kırık zaman uzaklaştırmasaydı ikimizi, sahi gider miydin? Keşke o gün gözlerini kapalı tutsaydın ve tanımasaydım rengini.

Biz ayrıldık, öylece ayrıldık, tadını çıkartmadan, anlamsızca. Değersiz bir ayrılıkmış gibi yapıp, ağlamadık da. Başka gözü dolan da olmadı. Kurtulmuş gibiydi herkes. Bıkmışlardı. Yalancı bir gülümsemeyle el bile sıkmadık. Korkunç ve basit. Kimse kimseyi anlamak istemedi. Bu gidişler, gidememeler. Belli her şey herkes yüzünden. Radyonun senini aç. Güneş doğmadı bu sabah. Bulutlar iyice çekilmişler üst üste. Gülümse, bu şarkılar boşu boşuna yapılmadı. Boşu boşuna söylenmedi. Avuçlarıma bastırıyorum geride bıraktığın nesneleri. Saçlarında çoğalan kokun sarıyor, senden ve tüm olmayanlardan kokluyorum. Sonra akıp gidiyor pencereden dolan soğuktan. Kendimi sarkıtıyorum. Uykusuz... 

Bir bira daha ver sen bana, kapat pencereleri. Kaçmasın kokun.

"buon anno"



  

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...