Vakit gece yarısını
geçiyordu. Adam erken içmeye başlamış olacak ki, sallanarak iniyordu Galata’nın
arnavut kaldırımlarından, küfrederek saat on buçukta. Kendi kendine “bu
belediyede iş yok çalışmıyor hiç, baksana yollar taş olur mu hiç” diye
söyleniyordu. Birkaç gündür gazetede ve
televizyonlarda çıkan kadın cinayetleri hakkında çok şey okuduğundan başı eğik
yürüyordu. Kimseyi korkutmak istemiyordu belli ki. Kadınlara hep değer vermişti…
Elinde bardan çıktıktan
sonra kapanmadan yetişip aldığı birkaç biranın içinde olduğu siyah torba ve
açık bir bira kutusu vardı. Aklında hiç kimsenin düşünemeyeceği sözcükler
birde. Kötü giden kaderini değiştiremiyordu belki ki. Kendisini en yeteneksiz
doğum olarak düşünüyordu. Hayatta her yaptığı biraz sevilmek içindi sadece…
Üstünde kirli gibi
görünmese de dört beş gündür aynısını giydiği, önünde nefret ettiği Amerikan’ın
bir eyaletinin adının siyah kalın puntolarla yazılı olduğu gri tişörtü ve
bluejean kotu vardı. Her gece evine bu şekilde dönüyordu. Kadehin dibini parasının
yettiği sürece, eve gidecek yol parasını ve yolluk harcını bir kenara
ayırdıktan sonra görüyordu birkaç kez. Günlük kazandığı işporta tezgahından
elde ettiği geliriyle ve geldiği gibi sızıyordu kendini attığında giriş
kapısından içeri uzanan koridoru bitirince salonun orta yerine. Çoğu sabah halının
üzerinde, halının bütün motifleri yüzüne işlenmiş uyanıyordu…
Bu sabah diğerlerinden
farklı bir şey vardı.
Gözlerini açamamıştı,
yüzüne vuran güneş bile fayda etmiyordu buna. Nefes alır gibi bir hali görünmüyordu.
Boylu boyana uzanmış yüzüstü yatışı değişmiyordu. İki saat sonra duyulan siren
sesleri ve polis tarafından kırılan kapı gürültüsüne kadar öylece yatıyordu.
Sağlık görevlileri sedyeye yüzünü çevirip koyduğunda, üstüne örtülen beyaz
çarşafın altında yatan adam çoktan ölmüştü, hiçbir yeteneğini anlamadan ve
gerçek sevgiyi yaşayamadan…