27 Ekim 2012 Cumartesi

Sokaktaki Yüzler

          Günlerdir eve kapanmıştı. Çıplak bir halde yatıyordu yatağında. Arada bir yatağın sol baş ucunda duran komidinin üstünde ki kitabı açıyor kaldığı yerden bir iki sayfa okuyup kapatıyordu. Bu aralar her şeyden o kadar sıkılmıştı ki uzun süre yataktan çıkmamasının nedeniydi. Bir şeylerle uğraşmak için yataktan biraz olsun doğrulmaya bile üşeniyordu. Hafifçe üstünde ki yorganın bir kenarı açılıp üşüyecek olsa düzeltmeye bile kalkışmıyor, nasıl kendiliğinden yatağın içinde kıpırdarken düzeleceğini düşünüyordu. Yazı yazmaya da bu yüzden epey ara vermişti. İki gündür telefon sesi hiç susmuyordu. Dergiden arıyorlardı tahmin etmesi o kadar zor değildi. Toprak'ı iş yerinden başka arayan yoktu. Ne bir akrabası ne sevgilisi ne de bir dosttu vardı. Bütün hayatını annesinden kalan iki odalı teras kattaki apartman dairesinde geçirmişti. Annesine de hiç tanımadığı Saffet beyden kalmıştı oturduğu ev. Saffet Bey babasıydı. O doğmadan üç gün önce bir trafik kazasında yitirmişti annesini. Kader, yirmi bir yaşında annesini de beraber gittikleri bir tatil dönüşünü nasıl sağ çıktığını kendisinin bile anlamadığı bir trafik kazasında yitirmişti. Anne ve tanımadığı babasının aynı ölümle cennette birbirlerine kavuştuklarını hiç kimseye anlatmamıştı. Komşular bile trajedik ölüm haberinin üçüncü sayfadan okumuşlardı. Ne zaman Toprak'a bu konuda soru sorsalar susar başını eğer sessizce aparman merdivenlerini çıkardı yavaş yavaş duymamış gibi yaparak söylenenleri.
          Yine telefonun sesi duyulmuştu. Kalmayı hiç düşünmedi. Kuşkusuz arayan belliydi. Bu hafta dergiye yollaması gereken yazının ellerine ulaşmadığını söyleyeceklerdi. Daha yazısını yazmamıştı bile. Açsa telefonu ne diyecekti. Bir kaç kez daha çaldırıp açmadığını anlayacaklarından yerinden hiç kıpırdamadı öylece susmasını bekledi telefonun biraz olsun sinirlenmeden. Sakindi bir şey yapmak istemiyordu. Suskun, kendi içinde öylece çırılçıplak yatağına uzanmış yatmaktan memnundu. Dünyanın en mutlu insanı gibiydi. Yüzünde gülümsemeye ait bir ifade yoktu ama yinede olduğu yer, yaptığı şeyler içten içe mutluluk veriyordu kendisine.
          Telefon bir kez daha inatla çalıyordu. Derginin yeni sayısı çıkmak üzereyken ona ayrılan köşenin boş kalmasına bu kadar taktıklarına anlam veremiyordu. Oldukça küçük bir köşe yazısı vardı. Çoğu yazısını devamı haftaya ekiyle yarıda bırakıyor dört beş sayıda anca sona erdire biliyordu. Kendisini çoğu zaman önemsiz buluyordu. Yazdıklarını okuyan okurunun bile olduğunu düşünmüyordu. Dört beş sayıda tamamlanan bir yazı nasıl etkileyici olabilirdi ki. Birinin dikkatini nasıl çekerdi diye düşünmeden edemiyordu. Şu an kendinden emin bir şekilde sayfanın büyük bir bölümünü yazdığı yazılarla zaman zaman büyük etki bırakan, kendisininde gerçekten yazdıklarını beğendiği Semih Küçük'ün mutluluktan dört köşe olduğunu biliyordu. Yeni sayıda Toprak'ın olmaması onun yazılarının daha bir önem kazanacağını düşünüyordu. Bu kadar güçlü bir kalem nedenini Toprak'ın bile bilmediği bir kıskançlık içinde nasıl olabilirdi.
          Toprak'ın umurunda değildi şu anda Semih Küçük bile. Yazmadığına sevinmişti. Neden daha önce bu  yazmaktan vazgeçmemişim diye düşündü. Dergiden aldığı üç beş kuruş kalem kağıt ve dergiye yazılarını teslim etmek için çıktığında harcadığı paraya denk gelirken, inatla neden yazdığını düşündü. Çoktan o küçük köşeyi Semih Küçük'e bırakıp kendi iç dünyasına çekilmeliydi. Yazmayı bu kadar çok sevdiğini bilmese bunu şimdiye kadar çoktan yapmış olurdu belkide. Belki de daha önce de böyle girişimleri olmuştu yazmanın onu mutlu ettiğini düşünüp tekrar tekrar yazmasaydı eğer. Bu kez kararlı bir şekilde hala yatağından kalkmayıp telefon sesine aldırmadan öylece yatıyordu. Bir kaç gün sonra biliyordu kendisine ulaşılamayıp mail bırakacaklarını. İşinize son verilmiştir Toprak bey. Düşününce komik geldi ve yüzünde tatlı bir gülümse aldı. 
          Bu kadar düşünmek karnını acıktırmıştı. Severdi uzun sabah kahvaltılarını. Bazen çoğu kahvaltısı bir, bir buçuk saat sürerdi. Tuzlu ile tatlının muhteşem ziyafeti olarak adlandırırdı kuş sütü eksik dercesine büyük bir ihtişamla hazırladığı sabah kahvaltılarını. Gazetesini açar bir yandan ülkenin ekonomik siyasi ve kültürel bakışını bir kaç kendisi gibi yazar gazeteciden okur bir yandan da  çayını yudumlayıp en sevdiği şeyi, kızarmış ekmek üstüne sürülen tam yağlı peynir ve onun üstüne konulan çilek reçeli üçlemesinden bir ısırık alırdı.
          Yataktan zor da olsa açlığın verdiği mide sesleriyle doğruldu, pencereyi açtı üstüne bir şeyler alıp kahvaltı hazırlamaya mutfağa yöneldi. Bu kez gazetesi yoktu kapıda. Günlerdir evden çıkmadığı için bir kaç kez gelen kapıcıya da kapıyı açmadığından dolayı evde olmadığını düşünen kapıcı Mustafa Bey iki gündür gazete bırakmamıştı dış kapının koluna. Aşağıya markete gitmeye üşendi birileriyle konuşmak istemiyordu. Kimseyle konuşacak bir halde değildi. Annesinden kalma eski radyonun fişini taktı prize ve bir haber kanalı aradı cızırtılar içinde radyonun fm kanalı içinde. Sonunda bir ses gelmişti şimdi haberler. Çekici bir kadın sesiyle haykırıyordu radyonun hoparlörü. Saat öğleden sonra dört gibi. Yine muhteşem bir sofra hazırlamıştı. Her şey tamamdı. Kahvaltının tadını bir saat süren gün içi haberlerden oluşan tatlı bir bayan sesi eşliğinde tamamlamıştı. Yerinden kalktı radyoyu kapadı. Hava kararmıştı yavaş yavaş. Işıkları açmak içinden gelmedi. karanlığa alışmıştı günlerdir açmadığından ışıkları. Salona doğru yöneldi hafif gözlerini kısarak karanlıkta daha net görebilmek için. Sehpanın üzerinde duran mumu yaktı biraz perdeyi araladı ve eve işten dönen insanlara baktı. Yüzlerinde ki yorgunluğu, isteksizliği fark etti. Çalışmaktan, aynı işi sürekli yapmaktan sıkılan insanların huzursuz yüzlerini bir bir inceledi gün batımının eşliğinde. Onlardan farklıydı artık işe gitmiyordu günlerdir. Onlar gibi dönmüyordu bu yüzden eve. Onlar bu dünyada birileri ve ya kendileri için yatığı tek şeyin çalışmak para kazanmak olduğunun farkında bile değillerdi. Oysa bilseler sadece bütün amaçlarını para kazanıp basit bir karın tokluğuna bütün enerjilerini çalıştıkları yerde bıraktıklarını. Bilseler yaşamın bütün güzelliğini kaçırdıklarını onlarda kendisi gibi her işi bırakıp bu korkunç ifadeyi izleye bilselerdi, kendisi gibi olabilirdi onlarda kuşkusuz. 
          Belki bir akşam onlarda bu manzarayı görebilirler diye düşündü, düşündü, düşündü.


Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...