19 Ağustos 2017 Cumartesi

Kaçış

Zaman onun için ertelediği kendiydi. Gün cumartesi sabahına ışıyınca acıktığını hissetti. Gözleri kan kızılı... Kendisine ödül niyetine bir tost hazırladı. Bol peynirli, salçalı, patatesli, sucuklu. Eriyen peynirin salçayla birleştiğinde oluşan kızılın ve kızaran patates ve sucuğun cızırtısı eşliğinde etrafa yayılan tost kokusunu öteden beri severdi. Annesinin hazırladığı pazar kahvaltılarını, geç saatlere kadar arkadaşlarla içilen içkinin sonunda ki kaçamaklarını, bir üniversite kantini hatırlatırdı bu koku. 

Artık hiç biri yoktu. Yalnızlık, ıslanmış bir kaban gibi ağır geliyordu üstüne. Kahvaltısını yaptıktan sonra, Türk kahvesi eşliğinde bir sigara içti balkonda, bir sigara daha. Hava güzeldi; ne yapacağını düşünmeye başladı.  " Evde oturmamak için güzel bir gün" diye içinden geçirdi. Tanımadığı insanlar çok önce uyanmış, baştan aşağı jilet gibi giyinmiş, üstlerine bolca boca edilmiş parfümün kokusuyla ilerliyordu sokakta. "Dışarı çıkmanın kendisine de iyi gelebileceğini" düşündü. Bulaşıklarını yıkadı, duşa girdi, traş oldu ve üstünü değiştirip, o da diğer insanlar gibi parfümünü sıkıp çıktı evden. 

Hızlı adımlarla semti değiştirdi. Gözüne çarpan tabelaların sayısı artmaya başladı. Tabelalar; yazılar, sezonluk indirim afişleri, happy hour reklamları, tasfiye nedeniyle zararına satışlar, renkli vitrin camları, sivri burun ayakkabılar, yüksek topuklar, sanki her şeyin üzerine basıp geçebilirmiş gibi, taşlı kolyeler, leopar desenli elbiseler, iç çamaşırları, çantalar, elele gezen çiftler, yalnızlar, nereye gittiğini bilmediği; ailesinin elini tutmuş çocuklar, yaşlılar, öğrenciler, belediye görevlileri, polisler, işçiler, devrimciler, ayyaşlar, dilenciler, hırsızlar, arsızlar, namuzsuzlardan olaşan etrafı temiz ve bir o kadar kirli kalabalıkla çevriliydi. 

Hiç biri umurunda değildi. Yorulduğunu hissetti. Dinlenmek için bir apartmanın girişinde ki merdivenlerinde soluklandı. Nefesi daralıyordu. Nefes almasını geciktiren o gün ki acı nüksetti. Bir nevi kriz. Bir nevi sancı. Bir nevi ölüm. Ölümden hep korkardı. Bir kere ne yaşayacağını bilir olunca daha da panikliyor insan. Denemişti üstelik; ilaçlarla, alkolle, gözyaşıyla, yazıyla, kayıtsızlıkla, müzikle, televizyonla, çeşitli hobilerle, elinden elen tüm imkânları seferber edip kurtulmayı denemişti, uyumasına bile engel olan bu acıdan. Ama  o yinede bir gedik bulup sızıverdi dışarı...

Oturduğu yerde, gök yangın kızılı, sonra gittikçe kararan gümüş grisi oldu. Üşüme, susuzluk ve açlık her şey ertelenebilir bir durumda alnını ters başmış ve oturduğu yerden doğrulmaya çalışmıştı. Bitmeyen hesaplarının, yaşamak için zamanının daha hazır olmadığını o an anladı. Eve dönmeliydi. O miat dolmadıkça, boşluk olanca varlığıyla etrafından ayrılmadıkça, başlangıç olanağını kendinde bulamayacağını nereden bilebilirdi.

Ama işin acı yanı da şuydu: Devam da edemiyorsun o bitiremediğine. O artık başka bir şeye evrilmiş. Seni tamamlayan aşk değil, eksilten bir ıskalanmıştı elde kalan.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...