2 Ocak 2016 Cumartesi

Kalabalık bir kentte kaderine terk edilmiş, bakımsız, üç beş camı kırılmış, bahçesini ayrık otları sarmış, susuzluktan ağaçları kurumuş ve varlığı anlamsız boş bir ev gibiyim; toplum içinde, yalnız bir bireyi ağırlayacak kadar çaresiz, perişan. Günler geçtikçe, soğuk iklimi ve kavurucu sıcak üstüne düştükçe, dökülmüş duvarları, boyasının renginin atması ve çatısının çürümesi gibi, ruhum da çürüdükçe, döküldükçe, çöküyor bedenimde içe doğru. Soluduğum hava, her geçen gün bayatlayan ucuz bir tütünün kokusu gibi, içime çektikçe tatsızlaşıyorum. Ve ruhum, susuz kalmış bir toprak gibi, duygusuzluktan çatlıyor.

Sonbahar Üçlemesi

Sarı kirpik uçlarını sevdiğim, sonbahar sevgilisi
Bebek saçlı, bebek kokulu, bebek yüzlü
Keşke hep eylül ve ekim güzelliğinde kalsaydık
Bir damla sakızı aromalı kahve eşliğinde
Ankara’da çokça açılan kahvecilerde otursaydık
Kırk yıl hatırının olduğunu bile bile
Yorucu yalnızlığımın anlatımları üstüne,
-Özlemek- kelimesi oldukça yerinde
Dolu dolu günlerden sonra gitmek
Müthiş kronik üzüntü hastalığı,
Nane-limon, gözyaşı sonrası,
Sabahlanan günler, kül tablasına dolan izmarit
Rakı, peynir, sanat müziği üçlemesi
“Keşke bitmeseydi” diyesim geliyor
Sevilmediğimi hissettiğimde,
Yaşadığım his, her şeyi yıkıp geçiyor…  

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...