11 Temmuz 2013 Perşembe

Her Giden Ardında Bir El Bırakır

                Epeydir yazamıyorum. Yeni bir gün doğumundan güzel ne varsa hayatta göremiyorum. Kalemim ne zaman bir kağıdın üzerine nokta koyacak olsa duraksıyor sözcüklerim. Hüzün, haliyle hayatımın içinde. Aldırılmayacak kadar kolay değil yaşanılanlar. Kime yüzümü çevirsem hep bir yalan, kandırmaca. Geçmişe dair ne varsa incitiyor, yeniyi tanımamda. Hayret, sanki herkes birbirine benziyor.
* * *
                Bütün günümü tren garında geçirerek, yaşamaya başladım bu yüzden. Giden insanların yüzünde iki ifade mevcut. Ya hüzün, ya da mutluluk. Başka düşünceler akıllarına gelmiyor. Hayatta bir insanın yaşayabileceği en net iki düşünce, göz kapaklarının içinden başlayıp dudaklarına doğru uzanıyor. Bir sigara yakıyorum... Uzaktan -çay- diye seslenen biri geliyor. Termosundan bir çay doldurup uzatıyor, plastik bir bardağın içine geniş bir dudak payı bırakıldığı. Bir lira ücreti, onu alıp uzaklaşıyor. Yolculuğa çıkmanın en güzel anı... Beklemek... Seni bir yerden bir yere götürecek içeride dururken yer değiştirmediğin fakat dışardan bakan insan için sürekli bir hız ve ivme ile yer değiştirdiğin, başka yerlere gittiğin ilk an. Araç hareket etmeden, elinde yasaklar çerçevesinde, bir köşede yakıp içtiğin sigaran (mola zamanına kadar içemiyeceksin bir daha). Hızlı adımlarla koşmak gibi bir eyleme hazırlanan bavullu insanlar. Hareket eden aracın içinde ki yolculara el sallayan yakınları, muavinler, bilet kontrolcüleri, seyyar satıcılar ve benim gibi sadece seyretmeye gelen bir kaç kişi belki de. Unutmadan iç kısımlarda sıcak bir yuvaya muhtaç kalmış uyumaya çalışan evsiz insanlar. Görebileceğin en net tablo gün doğumundan gün batımına uzanan.
* * *
                Uzaklaşmak isterken kendimden. Kaçıncı gidişi-gelişi seyrettiğimin farkında bile değilim. Benim farketmeyen insanlar da çoğunlukta zaten. Yine yalnızım, yine bekliyorum. Oysa üç kişinin rahatça oturabileceği bir bank bulmuştum kendime. Ara sıra oturmaya gelmiş birkaç misafire neden hayır diyeyim ki. Hatta sigara bile içilebiliyordu sınırlarında. Güneşi net almasa da aydınlıktı. Ne soğuk ne sıcaktı. Hangi mevsimde oturursa otursun buraya, rahat edebilirdi bir insan. -Dört Mevsim Bank- diye nitendirmeye başladım oturduğum bu bankı. Sürekli bir insan değişimi yapılan bu yerde, buranın böyle bir bank olduğu bilgisine ulaşan insan çok yok. Yoksa böyle bir oturma yerini hiçbir insan kaçırmaz. Bir düşünün oturmak için kuyruk bekliyorsunuz bu banka. İnsanlar sıraya geçmiş son bir kez şehirden ayrılmadan önce oturmak istiyor. Devlet bu konuya el atmış ve bankı koruma altına alıyor. Başına da bir memur dikiyor hatta. Sırayı o kontrol ediyor ve ünlü bankı koruyor. Hatta seyyar fotoğrafçılar bir anı niyetine şipşak fotoğraf çekiyor beş-on liraya, artık ne kadar koparırlarsa müşterisinden.
* * *
                Gelen trenin uzun uzun öten sesiyle kısacık hayalimden kopuyorum. Bekleme alanında duran büyük nacar marka saate gözüm ilişiyor. Güneşin çok farkında olmamam oturduğum yerde zaman kaygısı da yaratmıyor insan üzerinde. Burada bekleyen biri farkında olmadan bineceği treni bile kaçırabilir. Saat öğleden sonra dört bucuk, yavaş yavaş perona giren mavi trenin yolcuları binmek için hazırlanıyor. Yolculuk Eskişehir-Balıkersir-İzmir arası devam ediyor. Bu yüzden geniş bir yolcu kitlesini de misafir ediyor koltukları.
* * *
        Bir sigara yakmak için elimi cebime atıyorum. Boş bir paket çıkıyor. Ne zaman hangi ara bitirdiğimin farkında bile değildim. Tamam hepsini içtiğim söylenemez, buralardan geçen aslında burada bekleyen birkaç kişinin ricası sonucunda ikramlarım da olmuştu birkaç kez. Yerimden kalkıp, taş tren garı binasının camekanlı kısımlarında kendimi izleye izleye köşedeki büfeye doğru yürüdüm. Büfe oldukça ilginç bir yerde sigara içilmeyen fakat sigaranın ciddi bir hızla satıldığı bir alana koyulmuş. Muhtemelen giriş çıkışın yapıldığı yer olduğundan bu kadar verimli olduğunu düşünüyorum. Neyse bir paket Winston sigara ve küçük su alıp yerime dönmek için yeniden camekanlı kısımlarda kendimi dikizliyerek bankıma dönüyordum. Banka yaklaştığımda yabancı birkaç yüz sanırım bankın ününü duymuş olacak ki yerimi hemen kapmış fotoğraf çekiniyorlar üstelik. O an beni farketmeleri ve fotoğraf çeken arkadaşlarının da karede olmasını isteyen diğer arkadaşları bu çekim işini bana bırakıp onuda yanına aldılar. -Dört Mevsim Bank- ününün ilk fotoğrafını da benimle beraber çekinmişti belkide o an. Tren kalkış anonsu ile bankı terkeden yüzler sağolsun birer teşekkürü eksik etmediler.
* * *

        Tekrardan oturmadım. Aslında bu kadar çabuk ünleneceğini de tahmin etmiyordum. Onu ünlü olduğu bu ilk gün heyecanıyla baş başa bırakıp trenin yavaş hareketiyle aynı yönde yürümeye başladım. El sallayan, ağlayan ve gülen insanların arasından geçerken, çıkış kapısına kadar bende el salladım, giden trene…

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...