Epeydir
yazamıyorum. Yeni bir gün doğumundan güzel ne varsa hayatta göremiyorum.
Kalemim ne zaman bir kağıdın üzerine nokta koyacak olsa duraksıyor sözcüklerim.
Hüzün, haliyle hayatımın içinde. Aldırılmayacak kadar kolay değil yaşanılanlar.
Kime yüzümü çevirsem hep bir yalan, kandırmaca. Geçmişe dair ne varsa
incitiyor, yeniyi tanımamda. Hayret, sanki herkes birbirine benziyor.
* * *
Bütün
günümü tren garında geçirerek, yaşamaya başladım bu yüzden. Giden insanların
yüzünde iki ifade mevcut. Ya hüzün, ya da mutluluk. Başka düşünceler akıllarına
gelmiyor. Hayatta bir insanın yaşayabileceği en net iki düşünce, göz kapaklarının
içinden başlayıp dudaklarına doğru uzanıyor. Bir sigara yakıyorum... Uzaktan
-çay- diye seslenen biri geliyor. Termosundan bir çay doldurup uzatıyor,
plastik bir bardağın içine geniş bir dudak payı bırakıldığı. Bir lira ücreti,
onu alıp uzaklaşıyor. Yolculuğa çıkmanın en güzel anı... Beklemek... Seni bir
yerden bir yere götürecek içeride dururken yer değiştirmediğin fakat dışardan
bakan insan için sürekli bir hız ve ivme ile yer değiştirdiğin, başka yerlere
gittiğin ilk an. Araç hareket etmeden, elinde yasaklar çerçevesinde, bir köşede
yakıp içtiğin sigaran (mola zamanına kadar içemiyeceksin bir daha). Hızlı
adımlarla koşmak gibi bir eyleme hazırlanan bavullu insanlar. Hareket eden
aracın içinde ki yolculara el sallayan yakınları, muavinler, bilet
kontrolcüleri, seyyar satıcılar ve benim gibi sadece seyretmeye gelen bir kaç
kişi belki de. Unutmadan iç kısımlarda sıcak bir yuvaya muhtaç kalmış uyumaya
çalışan evsiz insanlar. Görebileceğin en net tablo gün doğumundan gün batımına
uzanan.
* * *
Uzaklaşmak
isterken kendimden. Kaçıncı gidişi-gelişi seyrettiğimin farkında bile değilim.
Benim farketmeyen insanlar da çoğunlukta zaten. Yine yalnızım, yine bekliyorum.
Oysa üç kişinin rahatça oturabileceği bir bank bulmuştum kendime. Ara sıra
oturmaya gelmiş birkaç misafire neden hayır diyeyim ki. Hatta sigara bile
içilebiliyordu sınırlarında. Güneşi net almasa da aydınlıktı. Ne soğuk ne sıcaktı.
Hangi mevsimde oturursa otursun buraya, rahat edebilirdi bir insan. -Dört
Mevsim Bank- diye nitendirmeye başladım oturduğum bu bankı. Sürekli bir insan
değişimi yapılan bu yerde, buranın böyle bir bank olduğu bilgisine ulaşan insan
çok yok. Yoksa böyle bir oturma yerini hiçbir insan kaçırmaz. Bir düşünün
oturmak için kuyruk bekliyorsunuz bu banka. İnsanlar sıraya geçmiş son bir kez
şehirden ayrılmadan önce oturmak istiyor. Devlet bu konuya el atmış ve bankı
koruma altına alıyor. Başına da bir memur dikiyor hatta. Sırayı o kontrol
ediyor ve ünlü bankı koruyor. Hatta seyyar fotoğrafçılar bir anı niyetine
şipşak fotoğraf çekiyor beş-on liraya, artık ne kadar koparırlarsa
müşterisinden.
* * *
Gelen
trenin uzun uzun öten sesiyle kısacık hayalimden kopuyorum. Bekleme alanında
duran büyük nacar marka saate gözüm ilişiyor. Güneşin çok farkında olmamam
oturduğum yerde zaman kaygısı da yaratmıyor insan üzerinde. Burada bekleyen biri
farkında olmadan bineceği treni bile kaçırabilir. Saat öğleden sonra dört
bucuk, yavaş yavaş perona giren mavi trenin yolcuları binmek için hazırlanıyor.
Yolculuk Eskişehir-Balıkersir-İzmir arası devam ediyor. Bu yüzden geniş bir
yolcu kitlesini de misafir ediyor koltukları.
* * *
Bir sigara yakmak için elimi cebime
atıyorum. Boş bir paket çıkıyor. Ne zaman hangi ara bitirdiğimin farkında bile
değildim. Tamam hepsini içtiğim söylenemez, buralardan geçen aslında burada
bekleyen birkaç kişinin ricası sonucunda ikramlarım da olmuştu birkaç kez.
Yerimden kalkıp, taş tren garı binasının camekanlı kısımlarında kendimi izleye izleye
köşedeki büfeye doğru yürüdüm. Büfe oldukça ilginç bir yerde sigara içilmeyen
fakat sigaranın ciddi bir hızla satıldığı bir alana koyulmuş. Muhtemelen giriş
çıkışın yapıldığı yer olduğundan bu kadar verimli olduğunu düşünüyorum. Neyse
bir paket Winston sigara ve küçük su alıp yerime dönmek için yeniden camekanlı
kısımlarda kendimi dikizliyerek bankıma dönüyordum. Banka yaklaştığımda yabancı
birkaç yüz sanırım bankın ününü duymuş olacak ki yerimi hemen kapmış fotoğraf
çekiniyorlar üstelik. O an beni farketmeleri ve fotoğraf çeken arkadaşlarının da
karede olmasını isteyen diğer arkadaşları bu çekim işini bana bırakıp onuda
yanına aldılar. -Dört Mevsim Bank- ününün ilk fotoğrafını da benimle beraber
çekinmişti belkide o an. Tren kalkış anonsu ile bankı terkeden yüzler sağolsun
birer teşekkürü eksik etmediler.
* * *
Tekrardan oturmadım. Aslında bu kadar
çabuk ünleneceğini de tahmin etmiyordum. Onu ünlü olduğu bu ilk gün heyecanıyla
baş başa bırakıp trenin yavaş hareketiyle aynı yönde yürümeye başladım. El
sallayan, ağlayan ve gülen insanların arasından geçerken, çıkış kapısına kadar
bende el salladım, giden trene…