18 Aralık 2012 Salı

Knidos

               Türkiye sınırları içerisinde, bir o kadar da dışında, bir yer. M.Ö. 6 yüzyılda Dor eğemenliğinin altında ‘Knidos’ adıyla anılan bugün ki adıyla Datça. Bir adamın bakışlarından rahatsız olan bir kadının o adama seslenişinin canlı kaldığı bir kent.
             - Beyefendi kalkıp gider misiniz? Ben nereye gidersem siz oraya geliyorsunuz, sapık mısınız nesiniz anlamadım...
                Böyle demişti kadın. İstifini hiç bozmaması garipti. Belki de kadının büyütmesidir, ya da yalnış anlaması. Buradan her yer on lira diyen beyni sulanmış servis şoförü Şarapçı Ali.
    İstanbullu, Datça'da doğan, kırk iki yaşındaki Mehmet abi. Uzun Mehmet'in öyküsünü yazan yazar Efkan Abi. Yatı, katı, arabası ve motor bisikleti olan öğretmen Yücel abi. Biri sekiz, biri de on yaşlarında olan Çağdaş ve Doğukan sahil yolu arkadaşlarım. Benim içinde bulunduğum sokağımın yaşayan yüzleri.
                Her gece sürekli içen, gündüzleri de bakkalında büyük bir ciddiyetle çalışan Bayram Bey. Yolun sonuna yaklaştığının farkına varıp torunu ve çiçeklerine sarılan emekli öğretmen ve şair Murtaza Hoca. Bir operacı gibi konuşan, konuşmasında Ege melodisinin inceliği bulunan Suzi. Onun tam tersi, konuşmayı unutmuş, sanki karısına hediye etmişcesine bu özelliğini, sessiz arada bir karısına şarkı söylerken piyanosuyla eşlik eden Suzi'nin hayırsız kocası... Adı neydi, doğru ya konuşmazdı ki hiç söylemedi.
                Hemen hemen her gün dükkanına gidip maket bıçağı aldığım, kırtasiyenin adının kendi adı olduğunu düşündüğüm Zafer abi.
                Zıpkın lastiği aldığım ve yarım saat sonra takmaya çalıştığımda bana her zaman yardım eden Fehmi Kaptan ve onun bir arkadaşı.
                Deniz kıyısında karısıyla yaşayan, bana sigaranın zararlarından bahseden tonton Osman Baba. İsmini bilmediğim ama deniz kıyısında sürekli dondurma ve haşlanmış mısır satan esmer mısırcı arkadaş. Teninin koyuluğunu Datça’dan almış. Bir bakkal, bakkalın sahibi on on bir yaşlarındaki… Ayakları olmadığı halde sokaktan geçen insanları seyrederek, onlarla beraber gezen, konuşan, oturan, denize giren ve o insanların yerine kendisini koyarak, hayallerle yaşayan küçük adam. Sonradan öğrendim ayaklarını ailesiyle geçirdiği bir trafik kazasında kaybettiğini. Tek, ayaklarını kaybetse iyi anne babasını da orada yitirmişti. Babasından kalan bakkal dükkanıymış işlettiği bu küçük yaşta.
                Her gün belli saatlerde Tak! Tak! Tak! Badem kıran ve rakısına meze yapan rakıyı ağırdan içen Murat Abi. Karşımdan denize giren ama denizden hiç çıkmak istemeyen esmer çirkin bir kız Aylin. Aylin’e pipet versem, denizin bütün suyunu içerek bitirecek kadar çok seviyor denizi.
                Kitapçı bir kız. Kitap satan değil, para değiş tokuşu yapan bir kız. Yeğenlerinin öğrenci olduğunu söyleyen, benimde öğrenci olduğumu duyunca onları aklına getirdiği halde bir kitap için beş kuruş bile indirimi esirgeyen ‘almıyorum’ dediğimde ‘sen bilirsin’ diyerek geri çeviren huysuz paragöz kitapçı kız.
                Bana Can Baba’nın mezarında şiir okumamı söyleyen, Can Baba’nın küçük kızı Su, Serhat Abi ve o gün Can Baba’nın kıraathanesinde benim titrek sesimi dinleyen,
                O gün ki,
                Sanat sevicileri…
                Ve Can Yücel’in o eşsiz üslubuyla yazılmış, kendisinin de Datça hayranı olduğunu gösteren “Vasiyet” adlı şiiri:
           “Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!”

Sevgiliye Mektup


        Daha çok sevilmek isterdim sensiz kaldığımda sevgilim. Senden sonra seni anlattığım her kadın, ne kadar mükemmel bir aşık, ne kadar sevilesi, aşık olunası biri olduğumu söyleyip durdular. Oysa girmeye çalışsam hayatlarına onların, beni senin gibi sevmeye bile başlamadan bıraktılar. Senden sonra sevgilim, çok kadın tanıdım. Hiç birisi senin gibi sevişemedi benimle. Ne zaman tenlerine değse tenim kaçtılar. Sıcaklığımdan korktular. Çünkü onlarla da seninle seviştiğim gibi seviştim. Nereden bilebilirdim ki tek gecelik sevişmek istediklerini. Tek gece içinde acılarını başka kollarda dindirmek istediklerini. Ben onlar gibi olmadım sevgilim. Ben sana değer verdiğim gibi onlara da değer vermek istedim. Onlarda senin gibi beni yaşasınlar, özlesinler, sevsinler ve zamanı gelince tıpkı senin gibi çekip gitsinler diye sevdim.
        Onlar senin gibi değillerdi sevgilim. Sevmeyi beceremediler beni. Bu yüzden yazıyorum bu gece sana. Sakın rahatsız ettiği düşünme yazdıklarımda. Sadece kendimle ilgi bir sorunun cevabını bulmuş olan senden bir şeyler öğrenmek için yazıyorum. Kuşkusuz cevap vermeyeceksin biliyorum. Yine de sormak istiyorum sana. Neden senden sonra tanıştığım kadınlar senin gibi beni sevemiyorlar bilmek istediğim bu işte. Bu sorunun cevabı sadece sende gizli biliyorum. Bunu sana sormam ne denli doğru düşünemeden aklıma geldiği gibi yazıyorum mektubumu.
        Bir gün eğer cevap verirsen soruma, bir şeyi daha söyle. Giderken onlara benzediğin için mi gittin. Yoksa onların beni sevmemesini sağlayan nedenlerden birini mi bildin. 
        Elveda sevgilim...
Sonunu bilmediğimiz bir kelimenin ardında hayat, ölüm varken neden bu insanlar bu kadar rahat.
Bir güzelliğin içinde
Bir tutku bir kavga bir özlem
Nedendir bilinmez
Bir başkadır sevmek
Güzelliğin içinde
Sen

Asıl Kötü Olan


Kötü değildi 
Seni görememenin yokluğu
Hiç tanımamış olmaktan
Yaşadığımız farklı hayatlar var
Bir merhabaya bile uzak
Zaman bizi yaşamaya zorluyor
Ya da sadece beni 
Sana bakmaya alıkoyuyor
İşte hepsi bu
Benden bu kadar
Bir gece olur şiirler yazılan
Sadece seni anlatabilmek için
Dedim ya değildi 


Seni görmek kötü olan
Asıl kötü olan
Seni henüz tanıyamadan
Var olmam.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...