30 Ekim 2013 Çarşamba

     Şimdi daha iyi anlıyorum. Bazı kadınlar ilişkilerinde, karşılarında sevgili değil de psikolog arıyorlar. Bitmeyen dertleri, melankolik halleri... İstiyor ki erkek tedavi etsin, erkek durmaksızın dinlesin onu. Ah! Şimdiye kadar uzman bir psikolog kadar dert dinlemişimdir, hey gidi hey. Bu kadar derdi nasıl kaldırdım şaşıyorum kendime onca zaman. Düşündüm de ne çok derdi kendime yer edinmişim fakında olmadan... Aslında bir kadın, erkekten çok güçlüdür. Yinede erkeğin gücü, kendisine huzur versin ister. Sonra, dönüp geriye baktım, artık hep dinler olmuşum birilerini. Dinledikçe yalnızlığımı daha çok hisseder olmuşum. Onlar sürekli bir şeyler anlatmış. Yinede yetinmemiş ve yaşamayı istemişti. Hemde benimle... O özgürlüklerini kimseyle paylaşamamış, düşüncelerinin gerçekliğini kimseye anlatamamış kadın. Gün geçtikçe, yaralarını tedavi ettikçe, konuşarak anlaşamaz olduk. Bu yüzden gidince kadın, ben yine anılarımı yazmayı tercih ettim, o hiç okumadı. Yalnızlığımı sokaklara bıraktım bende. Kendi kendime anlattıklarımda yetinmedim. Bende serserilerin yanında konuşmaya başladım. Konuştukça rahatladım, çünkü artık bende bir serseriyim. Kanun sevmezdim, ahlak sevmezdim, din sevmezdim, kural sevmezdim zaten. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmazdım. Yinede toplumu dinlemekten kaçınmazdım. Midem ağrıyor diyorum bazen. Çok içme diyor bazı insanlar. İçtim yine... Ağrıyor. Hiç olmazsa kafam güzel. Hiç olmazsa unutuyorum...

27 Ekim 2013 Pazar

Bir gün bir yerde şu sözü okumuştum. 'Birinin yanında olmak ve onun seni bırakmayacağına güvenmek cesaret gerektirir.' Korkma benden, gidiyorum. Yakın değilsin biliyorum, göremezsin. Masum değiliz hiç. Oyun bitti. Aslında oyun çoktan bitmişti. Yeniden oynamak için yalvarıp duruyordum sadece. Oysa kurallarını bile doğru dürüst öğrenememiştim. Kısacası kendimi kandırmanın anlamı yok. Karanlıkta düşler kurmanın anlamı da yok. Sonuç olarak; sen bana erken geldin, ben sana geç. Yinede ara sıra gözlerim öyle boşluğa dalmıyor değil. Düşünmekte suç değil ya, ki bu ülkede düşünmekte suç öyle değil mi? Ne mi düşünüyorum? Anlatamam. Belli mi olur cezası belki büyük olur. Cezalara alıştım ama bunun cezasına dayanamam. Ağlamayı bile beceremiyorum artık. Derdimi hiç anlatamam. Zaten ne yazacağımı bile bilmiyorum. Ben neyi biliyorum...

26 Ekim 2013 Cumartesi

Özleme Dair

     Özlem, Özleyen, Özlenen, Beklenen ve Gitmek… Beklenen daha gelmemiştir; özleyen ve özlenen artık gitmiştir. Özlemek iste görme yeteneğini kaybemeden, görememek. Yani özlem görmek istediğini gidip görememen, gidip görmek istemen, yine yeniden ve tekrar tekrar görmek istemen, yine de görememen...
   
     Özlem nasıl mı belli eder kendini? Özleyen olduğu yerde kalır. Özlenen görülmeyecek kadar uzak kalır kalabalık olmasa bile yanı. Fakat özlenen de dönüp bakar arada bir hala geride mi duruyor diye özleyen. Çünkü özlenen bilir özleyenin geride kalıp beklediğini kendisini. El sallar mı bir gün özlenen özleyene. Özleyen zaten durmaktadır...

     Özlem içinde kesindir, yoğun, duru ve dopdolu... Ya özlenen tamamiyle görünmez mi olur. Yoksa görüş alanına ters mi olur. Özlenen dedim ya bir kez el sallasa uzaktan, ne olur...
Ya bir gün özleyen yavaş yavaş yorulmaya başlayınca... Özlenen iyice uzaklaştığında. Geriye bakmadan özleyen, yavaşça, zaten özlem doruk noktasında, özlenenin hiç ummadığı bir anda usulca gitmeye kalkınca özleyen...

     Özlemin içeriyi gitmiş olmaksa ve gitmeden önce bir yerde bulunmaksa ne fark eder özleyeninde gitmesi bu koşulda... Özlenen gibi özleyende usulca uzaklaşmıştır artık boşlukta... Gitmenin fark yaratmadığı -özlem boşluğunda- İkisi birden gitmiştir artık kısaca...

     -Özlem, gitmiş bir durumdadır.­-

     -Özlem, durmuş bir gitmedir…-

     -Özlem, birdenbire her şey.-

     -Özlem, yok olmaktır.-

     -Özlem, hep yeniden...-

23 Ekim 2013 Çarşamba

     Yine bir akşam oturmuş sahilde içiyordum. Şehir ışıl ışıl. Burnumda tertemiz deniz kokusu. Biraz tuzlu, biraz yosun dolu. Ağzımda bira kokusu. Kulağımda dalga sesi. Yalnızım. Tenime değen rüzgar olmasa daha bir çekilmez olurdu yalnızlığım. "Nasıl olur?" diye sormuyorum kendime. Sorsam da "Demek ki olabiliyormuş..." deyip geçiştiriyorum zamanı. Düşünsene, uzun zamandır yanlış yerler, yanlış insanlar, yanlış dostlar, yanlış aşklar ve olmaması gereken kalp kırıklıkları, biraz hüzün belki ağladığın bir kaç gece. Sonbahar, kış ve yine yaz. Bazen öyle bir yalnız hissediyorsun ki kendini, belini bile doğrultamaz hale geliyorsun. Öyle acıyor ki göğsün, sanırsın ki her nefes alışında biraz daha ciğerine batıyor kaburgaların. Yanlış geçip gidiyor yanında, yoluna pusulasız bir sandal gibi yalnız ilerliyorsun uçsuz bucaksız okyanuslara, düşünebiliyor musun? 
     Bir ses dalgınlığımı bölüp atıyor beynimin içinde. Dönüp bakıyorum. Siyah pantolon, kırmızı bir pardüse ve başımı yukarı kaldırdıkça kahverengi düz saçları ve hafif küçük gözleriyle bana gülümseyen bir yabancı. 'Pardon' diye yineliyor sözünü. Gülümsemesine takılan gözlerim dudaklarıma komut veriyor ve gülümsüyorum. Gülümsememden rahatlamış olacak ki. Fazla sigaram olup olmadığını soruyor. Paketimi uzatıyorum. Biranı paylaşmamız mümkün mü diyor. Gülümseyerek. Bir yudum daha alıp uzatıyorum şişeyi. Gülümsemesi yine aynı. 'Oturabilir miyim?' diye soruyor. Otur diyorum. Yanıma oturup ayaklarını benim gibi denize uzatıyor. Yine gülümseyerek soruyor... 
     -Okuyor musun?
     -Hayır. Bitireli epey oldu.
     -Nerede okumuştun?
     -Ankara. 
     -Ne tesadüf bende Ankara'da okumuştum.
     -Zaten, Ankara'da ya okunulur ya da aşık olunur...
     Dönüp bana baktı o an. Biradan bir yudum daha aldı. Dudakları, dudakları bu kadar güzel olamazdı. Gülümsedi. Sustu. Yutkundu. Ayağa kalktı. 'Belki Ankara olmasaydı, daha iyi olurdu...' dedi. Gitti...

20 Ekim 2013 Pazar

Merhaba Yine Ben

     Merhaba yine ben. Hani şu uzun süredir kendi içinde bir şeyler yazmaya devam eden delikanlı. Belki bir gün birileri tarafından keşfedilmeyi bekleyen. Bu sefer ellerim boş geldim ve biliyor musun sana anlatacaklarım var. Üstüne giydirilmiş o tanrıça elbisesi hangi ütopyanın ürünüdür bilemem ama bizim dünyamızdan almadığın malum. Şunu bilmelisin ki senin tanrıça olduğun gün bende bir ateistim.
     Ölüm arkam sağım solum pardon yanlış oldu, ölüm arkam sağım solum. Aaa yine yanlış oldu, ölüm arkam sağım solum. Her neyse. Çokta önemli değil. Takılmayalım...
Nerede kalmıştık? Ha! "Merhaba. Yine ben."
     Dürüst olmak gerekirse aslında bir çok konuda dürüst olmadım, dürüst biri olmayan birinin dürüstlük kavramı üstüne dürüst olmaya çalışması ne derece komik. Ya da tek dürüstün ben olduğumu düşünürsek, benden sonra kalan herkes aslında değil. Kusura bakma saçmalıyorum işte. Dürüstlük aslında bu kadar önemli değil. Kim takıyor ki bu devirde zaten. Alabildiğince sahte kelimeler boğazlarında insanların dökülmeyi beklemeye hazır dudaklarında. Bak yine çok konuşmaya başladım.
     Ortalama yirmi metrekarelik odamda nefes alabildiğim kadarı ile susmaya çalışıyorum şu an ama elimde değil, dışarıda ki yağmurun bıraktığı soğukluk sokakta yaşayan insanların kaderlerinde ki o kötü durumu aklıma getiriyor. Sen nasıl Tanrıçasın diye düşünürken. Kendimin de bu durumda onları düşünmem için bir sebep görmediğim aklıma geliyor. Ama düşünmeden edemiyorum işte. Üzülüyorum. Hemde çok...
     Ve ben şunu istiyorum, yani bunu aslında başka istediklerim de var ama şunun olmasını çok isterdim.
     Her neyse…
     Bir martının üstüne atlayıp, kaçırıp buradan beni uçurmanı o kadar çok isterdim ki. Neden mi martı. Bilmem okudun mu sende daha önce hiç konuşmadık. Okumayı seven birisin ama kaçırmış olabilirsin o eşsiz Richard Bach'in martı kitabını. İstersen bir ara verebilirim okuman için. Çok eski bir basımı mevcut elimde...
     Ne diyordum... Hah işte! Yakalayamadığım huzurun peşine düşür beni. Martı'yı iyi kontrol et ve yola çıkmadan da yanına al bir kaç simit. Aç kalmasın hayvancağız. Beni Satürn'e kadar götürsen yeterli. Çok sıkıldım galaksimizde aynı yerde durmaktan. İnsanlar Dünya'da kıta değiştirip duruyor sürekli. Bizde bir farklılık yapalım. Beni bırak Satürn'e. Sonra sen istediğin gezegene gidebilirsin. Mesela Mars ama orada Marslı Canavarlar olabilir. Yanında olmadığım için seni koruyamam. İstersen benimle gel. Kırmızı pelerinimi yanıma aldım hem. Bu sayede çabucak kaçabiliriz canavardan. Çok canımız sıkılırsa gideriz Kripton gezegenine alırım seni sırtıma. Bırakırız martımızıda özgürlüğüne...
     Yine kaptırdım kendimi bak. Ne söyleyecektim ben sana. Dur. Dur! Yeniden Merhaba...
      Ben şu tıklım tıklım otobüs kadar bir yalnızlık içindeyim, uyumuş numarası yapıp yaşlı ve  hamile sessizliklere yer vermiyorum. Oturduğum günler aslında pek olmamıştı. Yine de bir gün bende yapmak isterdim. Bu kadar kötü olmaktan bir şey olmaz herhalde. Hep iyi olacağız değil ya...
     Bak yine ne diyeceğimi unuttum ya. Neyse...
     Merhaba yine ben ve beni özledin mi?

18 Ekim 2013 Cuma

     Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımdaydın. Güneş yoktu. Yağmur sesi mırıldanıyordu kulaklarımda bu kez. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin? Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını... Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam. Ne güç şey yabancılık seninle. Ne güç şey... Ölesiye yalnız,ölesiye mesudum ki. İçim kalabalık çekiyor. İnsanları çekiyor bu ara. Bu manasızlığın ortasında önce herkesi, sonra da seni, bilhassa seni düşünüyorum. Şuramda... İşte, şuramda öyle bir şey var ki, beni sıkıyor, anlayamıyorum. Kimseyi, hiçbir şeyi sevmemek için elimi, kolumu sallayarak kendimi derde çağırıyorum. Dünyayı yeniden kederle kuracağım herhalde. Gecenin karanlığı bana o kadar şey düşündürüyor ki, anlam veremiyorum bazen. Hatalarım, pişmanlıklarım, düşüncelerim içinde savaşıp duruyorum. Bir de özlüyorum... Benim özlemim geleceğim sanırım. Baksana bu sessizlik, bu karanlık, bir de sensizlik neler yazdırıyor bana. Öyle şeyler var ki içimde... Bunu ben bile bilmiyorum. İçimde bir şeyler korkutuyor beni. Beynimi tırmalıyor yaşadıklarım. Dünya böyle bütün hızıyla dönerken. Ne kadar yavaş gelse de bize... Yine de gece olduğunda kusura bakma, daha bi özlüyorum seni...

17 Ekim 2013 Perşembe

     İzin verin. izin verinde konuşayım. Denizi. Denizyıldızlarını, denize yansıyan ay ışığını. Sesi sessizliği. Karı, yağmuru, fırtınayı. İzin verin konuşayım. Kuşu, kelebeği, salyangozu, ağacı, patikayı. Akarsuyu, akar suyun sonunda ki pınarı. Güzü, baharı, yazı. İzin verin. Sevdayı, yaşlı bir kadından dinlediğim delikanlı bir türküyü. Bitki adlarını, taşı. İzin verin parıltıyla biçim verdiğim şiiri ve gövdem de çiçeklenen aşkı konuşayım. İzin verin. İzin verin...

15 Ekim 2013 Salı

Perde Kapanır

Güneşin batmasına az kalmıştı. Yarın güneş siyah ve sessiz olacaktı. Gece devam edecekti fakat yıldızlar parıldayacaktı ve hava gündüzleri olduğu gibi sıcak, hiç bir şeyin sesi çıkmayacaktı...
"Bu korkunç bir şey. Kendimi çok kötü hissediyorum. Seni sevdiğim için. Benim hatam mı? Hayır değil mi? Kimsenin hatası değil mi? Böyle şeyler olur mu?" Madem bu kadar normal bir şey olduğunu düşünebiliyoruz. Neden sonrasında bu yüzden birbirimizi yok sayacak kadar vurdumduymaz yaşayabiliyoruz. Öyle ya bunda da kimsenin hatası yok. Sadece ikimizden biri içinden geldiği gibi yaşıyordu.... Sessizlik. Zamanla etrafta ses duyulmayacak ve bizim seslerimiz de gidecekti. Yere bir şey düşürsek, ses çıkmayacaktı. Birileri ölecekti. Ölüm sessizliğin içinde yankılanacaktı. Öyle işte... Doğanın en acımazsız durumu. İnsanın en güçsüz olduğu an. Düşüncesi bile tüyler ürpertici... Sessizlik iyice çoğalacak ve bütün gözler ölümün üstüne yönelecekti. Kimin öldüğünü anlamak, yaşayan birinin gözyaşlarıyla belli olacaktı. Üzüntünün verdiği çığlık üzerine dökülen göz yaşları, kimin öldüğünü anlatacaktı. Teselli... Bir kelimenin yerini alacağı o an. Kimse. Evet... Evet... Kimse... Hiç kimse bunu kabullenmeyecekti. Yarın güneş doğacak, kötü bir rüyadan uyanmışcasına hayatın devam ettiğine inanıyor olacaktı. Gerçek böyle değildi. Terler içinde uyanılan bir rüya değildi, gerçek. Keder, kaderin içinde yer edecekti sonsuza kadar. Kelimeler ya da önceleri aynı şekilde yaşanılan her şey bu durumu düzeltemeyecekti, çünkü ölüm artık seni, beni, yanımızda olan birini sarmıştı. Kuşkusuz damarlarımızda gezinen kan kurumaya başlayacaktı o an. Beynimizin içinde ki çığlıklar, ses olmayacaktı dudaklarımızın arasından tükrüklerle boşalan. Canımız her geçen gün biraz daha fazla acırken, anılar gelecekti ve ardına gözyaşları dökülen. Sürekli yüreğimiz titreyecek ve farklı bir hisle uyanacağız doğan güne. Kimsenin bizi anlama çabası, bize yardım edemeyecek. Biz ne zaman güçsüz kalsak o vardı yanımızda çünkü. Güçsüzlüğümüzü, güçlü kılan o insan gitmişti. Sırada hayat, o yokken güçlü olmayı anlamak olacak. Onun bir yerlerde bizi izlediğini düşünerek yaşamaya devam edeceğiz. Onun öğrettiği güçlülüğü, ona ispatlamak olacak amacımız. O bizim farkında olmadığımızı sansa da toparlandığımız her an, kalpten ona gülümseyeceğiz. Onun bize gülümsemesi gibi... Unutmadan 'Ölümün olduğu bir yerde daha ciddi ne olabilir ki...'

TESELLİ (Bir Mektup Sayfası)

     Sonra aslında iyi biri olduğunu fark ettim. Anlamama yardımcı olan bu durumu elbette ki son zamanlarda tanıdığım insanlardı. Sanma ki kötü biri onlar. Öyle değiller kesinlikle... Sadece senden daha iyi olmayı henüz beceremediler. Ya da ben görmek istediğim gibi görüyordum seni. Aslında onlar başka insanlara göre senden daha iyilerdi. Zaten ben; kimin iyi, kimin kötü olduğu konusuna öylesine girmiştim. Belki biraz ilgini çekip, hafif kıskançlıkla, ilgini üzerime toplayabilirdim bu sayede ne dersin?
     Yine olmadı değil mi? Bu seferde kandıramadım seni dinlemen için. Eskiden ne güzeldi. Ağzımı açtığımda sanki kelimeler sana iyi yazılmış bir müzik eseri gibi geliyordu. Mesela Bach'ın 'Cello Suite No.1' gibi. Biliyor musun çok iyi bir eserdir. Kim der ki kötü diye. Diyemez... Eğer kulağında duyma gibi bir sorunu yoksa bir insanın, bu eşsiz güzelliği öyle bir benimser ki... İşte bende o günlerde böyle bir şeylerin, ben konuştuğumda senin hissettiğini düşünüyorum. Yanılıyor olabilirim. Kibirim, özellikle de benim daha çok yanılmama neden oluyor eminim.
     Neyse ne. Sonuç olarak bugünlerde sesim pek sana ulaşmıyor. Ulaşsa da hayata o kadar çok acı ve kayıtsız bırakıyorsun ki, farkında olmayacak kadar kötü bir durumdasın. Gülmenin ne olduğunu bile unuttuğunu düşünüyorum. Gerçekten sonunda aklına hiç bir acının gelmediği bir gülmekten bahsediyorum. En son ne zamandı. Gerçekten. Kısa zamanlı, sadece gösteriş amaçlı, istemsiz gülmelerinden değil. Pardon haklısın banane bundan. Ben neden karışıyorum... İster güler, ister gülmezsin. Doğru ben gülmeni sağlayacak kadar iyi bir insan değilim. Belki çok önceleri bunu yapabiliyordum senin için. Belki... Çok önceleri, çok önceleri, orada kaldı. Çok önceleri yaşandı mı? Ne oldu o zamanlar. Hatırlıyor musun? Kusura bakma birden hatırlayamadım. Hayal gibi. Uykudan uyanıp yarım kalmış rüya gibi, eksik. Tıpkı senin gibi...
     Başka yerde boğuluyorum. Yani başka düşüncelerin içinde boğuluyorum. Bana acı veren düşünceler, sana acı veren düşünceler gibi... Arada bir kaybediyorum kendimi. Sakın kıyaslama bunu kendinle. Senin düşüncelerinde ki kayıp çok başka. Kimse yaşasın istemem. Fakat kişiden kişiye göre değişir üzüntünün yan etkileri... Eminim senin ki daha zor... Bende üzgünüm. Biliyorum ki tesellisi olmayacak hiç bir kelimenin. Yine de sarılabilecek kadar yakın olan dostlarına sarıl. Bu çok iyi gelecektir... Ben sarılmayı beceremiyorum. Yine de iyi geleceğine eminim... Zaten sarılıyorsundur, benimki de laf işte. Onlardan başka neyin var zaten.
     Ya ben sana takılmış düşüncelerimden sıyrıldığım gün. O gün gelecek mi? İnsan unutabilir mi? Unutmaz değil mi? Unutamaz... Güzel anılarla hatırlayalım en iyisi... Çünkü güneş her gün yeniden doğacak. Yokluğuna doğacak onun. Gece daha bir uzun olacak, alışılmış konuşmaların yapılmadığı için. Özleyeceğim. Özleyeceksin. Keşke özlemin benim ki gibi olsa. Keşke. Yine yazacağım. İyi bak kendine, unutma...

12 Ekim 2013 Cumartesi

Geç Saatlerin Denizinden...

     Eve kapanmaktan korkuyordum. Kapanmak zorunda kaldığım zaman gelmeseydi eğer. Ne yapacağım bundan sonra diye düşünmekle geçiyor zaman. Güzel olan hiç bir şey kalmamış hayatımda. Geleceğe dair yapılan planlarım yok. İnsanların başarını oturduğum yerde, öylece izliyordum. Ne zaman elimi uzatsam, güzel bir yaşam için elim üşüyor ve daha çok kaybediyorum. Gelmiyor içimden uzatmak ellerimi. Amaçsız geliyor yaşamak. Ölmek. İntihar etmek mi? Tanrım çaba gerektiriyor. Yıllarca uyumak istiyorum ama izin vermiyorlar. Hiç bir şeye ilgi duymuyorum. Nasıl kaçabileceğimi ve değiştirebileceğime dair bir fikrim yok. Diğerleri gerçekten hiç olmazsa yaşamdan tat alıyorlar. Benim anlayamadığım bir şeyler var ve onlar anlamış olacaklar ki bu denli mutlular. Bende bir eksiklik vardır belki de. Mümkün. Sık sık aşağılık duygusuna kapılıyorum. Onlardan uzak kalmak istiyorum ama gidecek yerim kalmadı biliyorum. Yalnızlıktan korktuğumu düşünmeyin sakın. Yalnız kalmak düşündüğünüz kadar basit değil. Dediğim gibi yalnız kalabileceğim bir an bulmak zor ama kalabalığın içinde kendimi sığıntı gibi hissettiğim ve kalabalığın içinde yalanın baş gösterdiği kelimelerle yaşamak zorunda olduğum doğru. Gerçekten gülüyorum. Gülmem onların yalan söylediklerine, sanmayın ki birileri gerçekten güzel mizah anlayışı var. Mutsuz görüyorsunuz beni anlattıklarımdan dolayı değil mi? Keşke hayat bunca yıldan sonra bir kez olsun iyi bir yönüyle bir kaç gün yaşatsa da bana bende bu kadar karamsar yazmayı bırakabilseydim. Yazdıklarımın bile okunduğundan şüpheliyim. Birileri için önemli miyim? Değilim. Olsaydım eğer hissederdim. Neyse ya anlatılacak bu kadar çokta şey yok aslında. En iyisi bir kahve içip ardından uyumayı denemeliyim...

7 Ekim 2013 Pazartesi

Şiir Yazamam

Uzun zamandır yazamıyorum şiir.
Ben ne şairler gördüm,
Yetmişini bile görmemiş mezar taşı,
Toprağında ayrık otları büyümüş,
Ellerimle yoldum, kanayan ellerim çare olmadı.
Oysa ne güzel anlatırlardı yüreklere kazınmış sevdaları.
Seher vakitlerinden, gecenin ayaz hüznü içinde.
Bir ayrılık sanmasın onlar öldü diye sevenler.
Onlar ne sevgiler verdiler,
Onlar ne sevgileri yeşerttiler.
Şimdi zaman onların şiirlerinde ki gibi değil,
Aşklar yalan, yazılmıyor o kadar içten şiir.
Bu yüzden yazamaz oldum bende.
Şimdi ne mürekkep isterim,
Ne taştan yapılmış kağıt.
Uyandır uykusundan aşıkları...
Aşklar görsün yazılmış ağıt.


3 Ekim 2013 Perşembe

Son Bir Kere Durmasın Sözlerim...

Beni affet bu gece sadece bil istedim. Düşünüyorum da sandığım kadar basit değilmiş. Sen olmak, seni anlamak, senin istediğin gibi biri olmak. Oysa kader diye nitelendirilen, avucumuza yazılmış duran ve istediğimiz zaman rahatça parmaklarımızın içinde saklayabileceğimiz kavramı seninle bir kez olsun zamanın en zor anında paylaşa bilmiştim. Kimsesiz olduğunu ve gerçekte var olanlardan sıkıldığını sandığımda. Hayal gibiydi. Farklı ve gizemli biri gibi hissettiğinde beni. Bende seni. Yanında durduğum her an. Taki müzik başlayıp sessizlik olduğu an. Müzik bittiğinde notaların içinde bıraktığı sadelik yırtıp atmıştı bir kenara da beni. Kapalı bir dünyanın içinde boğulmuştum sayende. Çaresiz kabullenecektim, yeni çizilecek resimleri öylece. Ben bunu isteyerek yaşadım. Farkındalık yüzünde en büyük resim iken basit gördüm, zamanında kalan yüzünde ki fırça darbelerini ya da tabloyu öyle bir koymuştun ki çerçevenin içine bulunduğum yerden görememiştim gerçeği. Geriye dönmüştün ve benimle bırakmak istediklerini benimle beraber öldürmüştün. Oysa öyle süslü kelimelerle avutmuştun ki beni, yalan söyleyeceğin aklıma gelmezdi, bırakıp gittikten sonra kurulan cümleleri duymasaydım eğer. Bunun dışında kalan her şey aynıydı. İyi diye anlattığın her insan, daha bir iyi oldular. Tek değişen buydu. Sonra üzüldüğünü hissettim ve kuşkusuz yanında olmak yine. Sesim sessizlik kadar güçlü değildi. Ne kadar bağırsam da çırpınsam da duymuyordun beni yahut duymak istemiyordun. Kendin çözmek istiyordun bir yandan yardım almadan hayattan. Öyle olmadı değil mi? Birilerini istedin geçmişinden. Sana ait, seni seven birini. Çünkü sen yenildiğinde o geride bıraktığın seni seven insanlar kurtarmıştı seni. Tıpkı uçurumdan düşen birilerini düşeceği an tutup çektiğin gibi. Ya biz! Hangimiz karanlığın ucundayız. Ya sen aydınlık sanıyorsun geceyi ya da ben gündüzü karanlık hissediyorum. Hangimiz ışığın olduğu yönü görüyoruz, bir göz yanılsamasından ibaret aydınlıklar buluyoruz karanlıkta büyüyen göz bebeklerimizle. Karanlık daha çok içine çektiğinden daha aydınlık görüyoruz geride kaldığımız dünyayı. Alışıyoruz karanlıktan korkmamaya. Alışmak zorundayız boşlukta atılan çığlıklar duyulmaz uzakta. Bu yüzden duymuyoruz birbirimizi belki. Ne dersin aydınlık benim, bana yakın mı dersin. Ya da karanlıktan memnunum çünkü benim olduğum yerde olmak istemezsin. Yenildiğinin kanıtını son göstereceğin insanım değil mi? En uzak, en saf, en inandığın(bir zamanlar çok fazla inandığın)  insan olduğumdan olduğun yerde durup, susarsın. Susmana gerek yok desem inanır mısın? İnanmazsın değil mi? Değiştiğimi düşünüyorsun ve değişmediğimi bilerek. Neden peki bu korku ne diye... Onca yaşanmışlık, anlatılanlar, değer verdiğin hayatından bıraktıkların hiç mi yardım etmez yeniden güvenmene. Güvenmek demişken, aslında güveniyorsun ne saçmalıyorum böyle. Sen bence yaptıklarından utanıyorsun. Sanki yüzüstü bırakmış gibi hissediyorsun kendince beni. Bana sorsan öyle olmadığını anlayacaksın. Bir kez daha hayatını özgürce, kimseye aldırmadan yaşayabileceğini anlatacağım. Sana güvenim sonsuz olacak, bu yüzden hiç unutmayacaksın...

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...