27 Aralık 2017 Çarşamba

ViVeRe

Şu asırda var olmak bile bir mücadele. 
Peki ya yaşamak? 
Yaşamak, düşmekle kalkmak arasında geçirdiğiniz korkulu, ümitli, telaşlı zamanın adı. 
Düşüp düşüp kalkma sanatı...

" https://www.youtube.com/watch?v=nXTtA5bKHrM " 

" https://www.youtube.com/watch?v=bGPo1Nm66Rw "

21 Aralık 2017 Perşembe

bu kadar yakınken, bir o kadar uzaksın!
kayıp bir çocuk gibi bekliyorum
susalım çocuk gibi
karışalım geçmişe
bizi bize versin sessizlik
unutmasın ellerin ellerimi
unutmasın yüreğin beni
silinmesin sevgimiz
yaşanmamış gibi
sevgilim
buz kesmiş iki yabancı gibi
kavuşamazsak yinede
unutma
seni yolcu etsem de hayata
seviyorum hala

15 Aralık 2017 Cuma

Bir Gün Belirle Bizim Olsun

Bir arkadaş masasında tanıdım seni, yüzünde pahabiçilemez bir gülüş. Umursamadan, ağır bir ritimle, sakin sakin gelmiştin. Günleri hiç kovalamadan belki de hiç uykudan uyanmadan günü belli olmayan bir zaman aralığında. Bir gün belirle bizim olsun. 

Tatlı gülüş pek yaraşır, gözleri ömre bedel; Ah! ne güzel, ne güzel seni sevmek, ah ne güzel seni sevmek... 

Doğdun ömrüme, doğdun bir güneş gibi aşkı tazeledin... 

...

Çok seversek zarar veriyoruz. Ummadığımız bir anda ve tam da ihtiyacımız olan bir anda karşımızda duran bütün renkleri kirletiyoruz. Sevgimiz temiz, dilimiz tuzağımız oluyor. Kocaman bir dilemma bu! Çok sevmesek mi acaba?

Bizi biz yapan tüm güzellikleri kendi ellerimizle ve iyi niyetimizle katlediyoruz. İnsanız ya, elimizin, dilimizin, gönlümüzün ayarını bilmiyoruz. Cümlelerin içinde koşmanın, duyguların, dillerin, kültürlerin arasında nefes almanın sadeliğinde, "keşke"lerin tutsağı olarak, yazıyoruz.

Gel gör ki olmuyor bu! Yazmak, her şeyde aklıma düşen sulietinle, düşünmeye anlamaya bırakıyor yerini, anlamak seni görme istediğini artırıyor. İşte o zaman girmiyor kapıdan içeri gerçekliğin. Elinden tuttuğum gibi gitmiyor hayat. Başka türlü yaşamak mümkün gibi gelse de sensiz anlamı kalmıyor.

Öyle çoğul, öyle yoğun bir zaman parçası getirdin ki ömrüme, bütün sevgilere ders olsun. Henüz bitmedi yazılacak güzellikleri. Sevgiye Giriş-101, her yazıldığında seni emanet edecek, bir başka sevgiye yol gösterecek ders niteliğinde.

Bir gün iki satır yazacak olursak buraya; sevdamıza, yüreğimize, öfkemize, direnmemize ve hayallerimize saygı ve sevgiyle,

sevgi neydi?
sevgi incelikti, varlıktı
sevgi emekti.
kutlu olsun
halimiz.

11 Aralık 2017 Pazartesi

Kendine İyi Bak

"Gidecek misin" dedi adam.

"Bilmiyorum, kalmak beni üzüyor" dedi kadın.

Duymak istemediği cümleleri duyunca ne yapardı insan. Yapabileceği hiçbir şey kalmadığında ne yapabilirdi. 

Adam yutkundu, kadına baktı, sessiz. İçinde geçmişi bir süre yaşadı. Bir süre tartı. Gülümsedi. Diyebileceği onca şey varken.

"Gitmek kolaydır" dedi.

Gülümsedi, kadın. "Korkma acıtmaz çok" dedi.

Oysa bilmiyordu adamın canının ne kadar acıyacağını, anlamak için hiçbir çaba sarf etmiyordu, adamın karşısında put gibi durmuş yanına gelmeden önce kurduğu cümleleri sırasıyla bir bir söylüyordu.

Hayatımda gördüğüm en korkak adamdı. En üzgün adam ya da kadının gidecek olmasına tek kelime edemeyecek kadar saygılı. Susmaya devam ediyordu adam. Mutsuzluğunu kabul edip, kadının mutluluğuna engel olmak istemiyordu.

"Kalkalım" dedi kadın, son cümlelerini söyledikten sonra. Adam gözleri hafif nemli, dudaklarında söyleyemeyeceklerinin verdiği titreme. Usulca masanın üzerindeki eşyalarını topladı. Kadının toplayacak bir eşyası yoktu masada. Her zamankinden daha az dağılmıştı. Gitmeye hazır gelmişti kadın adamın yanına. Çok bağlanmadan kalkacağı en başından beri belliydi. Adamdan önce yerinden kalktı, hesabı masaya gelmeden önce ödemek için. Beraber çıktılar dışarı, kapının önünde iki ayrı yöne uzanacak bedenlerini son kez bir araya getirerek. "Kendine iyi bak" cümlesi eşliğinde.  

9 Aralık 2017 Cumartesi

Şehir Günlükleri 13

Kısa hayatım boyunca ilgi odağımın çekirdeğini oluşturdu bazı kelimeler. Takıldım kaldım çoğu zaman. Bana benzemiyorlardı. Beni anlattıklarını düşündükleri kelimeler kuruyorlardı fakat ben değildim. Uzun zaman kapalı kapılar ardında, başımı yastığa koymuş düşünürken buldum kendimi bu kelimeleri. Birleştirdim, devşirdim, değiştirdim. Ne kadar çok değişik anlamlar yüklediğim yeni cümleler elde ettim. Beğendiklerimi seçip bir kenara not ettim. Sonra bir baktım, kelimelerin eski anlamı yok. 

Kelimelerin o cümle kuramadığınız tadı. O heyecan... Yakıp yakıp söndürdüğünüz izmarite dönmüş, kötü kokulu kalpleriniz. Meydanlarda birbirinize söylediğiniz sevgi dolu sözcükleriniz... 

Sevgililer birbirlerinin en çok acıyabilecek yerlerine zehirli kelimelerle dolu şırıngayı basıveriyor; kendi kanadıkça daha çok kanatarak sürdürülen bir yaşam.

Bir yaşam, beyin, kas sistemi ile ilgili değil, elektro-biyo-kimyasal reaksiyonlarla çalıştığı için, kolumuz ya da bacağımız gibi fiziksel anlamda yorulmaz. Beyni yoran en önemli şey düşüncelerdir. Hayatımızı alt üst eden düşünceler, düşüncelerimizden doğan kelimeler, kelimelerden oluşturduğumuz ağdalı cümleler... 

Hayatımızı ne kadar renklendirirsek, beynimizi o kadar dinlendirir, neşelendiririz.

Renk, dinlence, neşe... Umutsuz değilim, dilimi törpüleyip konuşmayı beceremediğim akşamlarda. Daha çok söylenecek kelimeler var... Yeni bir hayat için gereken; yeni bir akıl, farklı bir bakış açısı. 

Uzaklaştırmak yani yeni bir aklın önüne geçen en büyük düşünce entelektüel atalettir; devinimsizlik, uyuşukluk, gevşeklik, tembellik, üşengeçlik... Entelektüel atalet nedir? Düşündüğünü yapamamak ve yaptığı üzerine düşünememek...

Bu yüzden, entelektüel damak zevkini zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir deyiş, bir kaç cümle okumalı insan. Beynini kaliteli cümlelerle beslemedi. Daha sert cümleler, daha anlamlı cümleler bulmak, düşünmek ve daha iyi konuşabilmek için... 

Her gün bir resme, manzaraya veya fotoğrafa bakmaya çalışmalı insan. Üzerine düşünmeli, estetik algısı, gördüğü kadar değişir insanın. Birde göremediği... Bu yüzden, her gün bir süre sevdiği müziği gözleri kapalı dinlemeli bir insan.  

7 Aralık 2017 Perşembe

Şehir Günlükleri 12

Sabah dinginliği, bir yudum kahve, kar beklentisi. Biraz soğuk, bir sigara çekilmiş kutusundan
yakılmaya hazır, kahvenin yanına. Bir şey daha...

Günaydın, saat farkından dolayı henüz ışıkları yeryüzüne saçılmamış güneş.

Günaydın, geceyi şehrin en sakin yerinde bitiren insanlar.

Günaydın, bütün anılar.

Günaydın, yolu gözlenen şey...

Günaydın.

Şeyler, her zaman etrafımızda. Sağda, solda, önümüzde ya da arkamızda. 

Bir şeyi ne kadar istediysem o kadar yoktu. Bende şeyleri suçlamayı bıraktım. Fakat içeride, size gösteremediğim ve hatta isteseniz de gösteremeyeceğim rengarenk bir şey(sevgi) var.

Bir radyo frekansı yakaladım. Frekansı şey, işte bir şey... Çocukluk sesimi hatırlatan zamandan kalma şarkılar eşliğinde birbirimizi anlayabilmek için yazıyorum. Yorulmuş, hakkını almış yıllarım. Zihnimde tam olarak bir şey var, şeyle meşgul, şeye tutkulu... Tek başıma yaşamaya alıştıklarımı o şeyin yanına koymayı özledim. Beni onca şeyin dışına iten, şeylerden koparıp, şey eden bir şey. Anlatamam. Bu şekilde olmaz... Bu şekilde yaşamak fakat bir şey duymadan hiç bir şeyin anlamı kalmıyor.  Boş bir sayfanın yüzüne bakarak olmaz. Ağır bir ritimle, sakin sakin. Sesimi düzeltip, nefesimi ayarlayıp, yüzümde gülümseme, yüzümde yüzü bağırmak isterim. Haykırmak o şeyi! Oturup cümle kurmaktan daha lezzetli bir şey. Öyle bir meçhul zamandı, şey yalnız kaldı. Sayı arttıkça tek bir şey kaldı. 

"Olmaz öyle şey" demeyin. Olmaz dediğiniz ne şeyler oldu bir düşünün!


" https://www.youtube.com/watch?v=sVUYboCn9KY "

4 Aralık 2017 Pazartesi

Şehir Günlükleri 11 (Aralık)


Aklım başımdam çıktı, kalbimi susturamıyorum artık!

Bir kelimemi işitiyor değilsin... Bir satırımın altını çizip, sakladın mı geçen zamanda. Kendi kendine çizmez kalemler sen çizmedikten sonra... 

Mutlak bir yalnızlık! Kabullenmedim asla... 

Selam Aralık, selam geçmişe açılan ay, selam kış, elveda bahara, yaza bir de sana...

Aralık... Ne açıldı ne kapandı, aralık kaldı, gide gide ayrı kaldı. Ayrı kaldım, ayrı kaldın, ayrı kaldık. İki insan varsa, gökdelenlerin fiyakalı camlarında yansıyan iki yüz, dev mağazaların, kalabalık yolların, sıcak kahveci masalarının, makyaj makyaj, topuk topuk geçen kadınların içinde iki insan varsa, sen yoksun. Oysa iki insan varsa, atmosferin bir katmanında bağlanıyorsa verdikleri hava... İki insan, iki insan varlar hala... Birbirinden ayrı iki insan. 

Mutlak bir yalnızlığı kabulleniyorum işte! Büyüdükçe masalları yıkarak...

O halde yalnızlığımı sırtımı vurmuşken bir çanta gibi çıkıyorum yollara. Yollar ıslaktılar. Yollar soğuk. Çıkıyorum, ışıklar açılmadan, başka çarem yok, hüzün gitmiyor birden. Umut sol omzumdan gitmiyor, yaralı. Acıyor... Umudum karalı, bir ben varsam, bir de sen vardın dün, ya bugün. Bir ben, bir sen kaldık bugün... Olmazlara kandık bugün.

Görüyor musun Aralık'ın bana ettiğini. Duymasan da görüyor musun, bir ara toplamında ömrün, geçen zamanın, ne güzel olduğunu, üzücü olduğunu... Tek tek yapraklar düşüyor yere, hüzün. Yakında kar var. Kar vuracak yüzümüze. Acı. Vitrinler kırmızı beyaz, caddelerde piyango biletlerinin verdiği yılbaşı telaşı... Koştur koştur geçiyor insanlar, hediye paketleri, kurdeleler. Geri sarıyor insanlar. Geri sarıyor, geri... Ya biz!

" https://www.youtube.com/watch?v=fk1zb-UEVcU&list=RDfk1zb-UEVcU&t=22 "

27 Kasım 2017 Pazartesi

Şehir Günlükleri 10

Her saat bir hayattı. 

Şehrin bir başka ucundaydım bugün. Uzun zaman oldu. Bir başka ucunda bir başka ucuna taşınan hayatları  düşündüm... 

Birlikte olan insanların mutluluğu çizdiği özçekimlerinde. 

Saatime baktım, üçe geliyordu. Çayımdan bir yudum daha aldım. İğrenç ve sıcaktı tadı. Gülümsedim. Önümde oturan çifte baktım. Kalkmak üzereydiler. Ellerinde yeni alınmış kitapları taşıyan poşetler ve soğuk havanın sıcak tutuşması vardı. Sonra üç dört ay önce yemyeşil olan parkın içindeki insanlara baktım. 

Gözlerim hareket ettikçe düşüncelerimde geçmişe doğru hareket etmeye başladı.

Karışık ve hüzünlü bir hikayesi vardı bugünle geçmişin. 

O karşımda duran sevgililer nereden gelmişti. Hangi mevsimde ilk buraya sürüklenmişlerdi. O leziz uykularından uyandıklarında ilk önce hangisi bir diğerine "Günaydın" demişti. O aşkın insanı ilahlaştıran güzelliğini yüreklerine ne zaman dökmüşlerdi. 

Merak ettim. Sonra boşluğa bıraktıkları yerlerinde, aklıma geldin... Aslında aklımdan hiç gitmemiştin. Çünkü bende hep onlar gibi yazdıklarımda senden söz ettim...

Abidin elbette mutluluğun resmini yapardı;
Çünkü o i(kl)nsana aşık,
Nazım elbette aşkın şiirini yazardı;
Çünkü o da i(lk)nsana aşık
Bende elbette seni yazardım;

Öyle ya,

Seven insan ya vuslatın sonsuz cennetinde yaşar ya da özlemin o bitmez tükenmez cehenneminde...   

21 Kasım 2017 Salı

Şehir Günlükleri 9

Yeni, başka, güzel, yine, mutlu bir insan olmak mümkün mü? 

Var olmaktan vazgeçmeyen bir kahraman mısın o kadar güçlü? 

Kaybetmeyi kabul etmeyen bir kazanan mısın o kadar dayanıklı? 

Gönüllü tutsaklığın birinin kalbinde sona erdiyse sen istemeden, sen sevdin ama sevilmediysen, olduğun gibi beğenilmediysen ama yine razıysan zulmüne zira, gerçeğin soğuk yalnızlığında ateşler içinde kavrulan bedenin bir kez daha sabaha kadar yağmurun sesini dinlediyse, özgürlüğü kim ne yapsın, aşkın sarhoş hapsinde gözü kapalı sıcacık yatmak varken...

Heyhat bitti, bir tokat gibi...

Bir daha sever misin? 

Aynı olur mu insan?

Yaralıdır, acımış yerlerini gizler, yaklaşana güvensiz bakan o gözler...  

11 Kasım 2017 Cumartesi

Şehir Günlükleri 8

Sana bir çaresizlikten bahsediyorum.

Hava soğuk bu günlerde, hafif puslu öğlene kadar... Kahve içmiyorum bilmediğim yerlerde bir süredir. Ankara yoğun ve yorucu düşüyor. Çıkmıyorum sokağa eskisi gibi. Bana kuru ayazı başka bir şehirdeki kıpkırmızı yapan vücudumuzu hatırlatıyor. Parmak uçlarımızın delice üşüdüğü, el ele tutuşmakta bile zorlandığımız. Yüzümüzün soğuktan yandığı... Güneş orada da vardı. Güneş bugünde vardı. Güneş bir süre daha var, kışa dönemedik henüz kapkara bir gökyüzüyle... 

Karanlık! Kapkara, orada karanlık bir akşamda gözlerinin maviliğine vuran bir sokak lambasının altında resmin var. Daha mavi, daha huzurlu... 

Seni suçlamak istemem ama uzayan gecelerimin sebebi sensin. Ha bir de yokluğunun ciğerlerimi ezdiğini duyarsan inkar edemem. Bir yokluğu anlamış ben, şimdi dürüst olmak gerekirse kahroluyorum. Yaptıklarıma, senden kurtulma istediğimde ki acının altında eziliyorum. Yine de yapmalıydım. Vazgeçmeliydim, unutman için acı çektirsem de haketmediğin halde yapmalıydım.

Üzgünüm. 

Bir kaç eşyan bende kalmış. Rakı içerken karşımdaki kadehin yanına koyuyorum. Merak etme rakıyı çok kaçırmıyorum. Sakın üzülme bu hallerime sen kadar iyiyim, sen kadar mutlu. Kimselere şikayet etmiyorum seni. Fakat bir çok konu var aramızda rakı içmek lazım gelen. Haksızım bazı yerlerinde doğru ya hayatın... Seni kendimle öldürdüğümden, aşkı üzdüğümden, ben daha çok üzülüyorum. Sümkürerek ağlıyorum. Sinirleniyorum, susuyorum, büyüyorum, kocaman oluyorum. Kendimi arıyorum, kimliğimi veriyorlar elime, diyorlar öğretmensin, öğretmeliyim yaşarken en doğru neşeyi. Bir fırtına kaç kişiyi savurur anlatmayım onlara...

Yinede iyiyim. Sadece yoksunluğunu henüz atlatamadım. Oksijen ve alkol bağımlısı. Sigaranın nefes bağımlısı...

Bir sessizliği paylaşsak da seninle, uyumadan bekliyorsam seni, Ümit Yaşar'dan daha büyük bir ihtimalle;

...
Belki de hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum
Belki de seversin beni kim bilir                                                      
                                                    Ümit Yaşar Oğuzcan

8 Kasım 2017 Çarşamba

Uyku

ve uykuludur...

aşk,
     kırılışı

senin
       ruhunun
       benim
dudaklarımda

1 Kasım 2017 Çarşamba

Buğu

Vicdan olgusu oturmamış kişilikler
Vicdanı olsa da beş para etmez mahluk
Bir ruhu sevenler, bir de bedeni seveler
Sevmek istemeyenler, 
İnsan kalbi ne garip şey öyle
Soğuktan buğulanmış bir cam gibi, kırılgan
Bir şey yazarsın, dayanmaz
Sıcağıyla günün o buğu yok olur
Bir Ah! dersin aynı yazı çıkar karşına
Üstüne yazdıkça karmaşıklaşan,
İçinden çıkılmaz bir hal alan,
Zaman oradaki isim değil,
Oluşan ve oluşturduğun şekle, 
Anlamlar yüklemeye başladığın bir buğu
Nasıl bu hale getirdiğini düşündüğün,
Çırpındıkça daha da karmaşıklaştırdığın
Tek bir şansın varmış gibi düşündüğün,
Oysa ki iyi sildiğin,
Tertemiz yazılar yazabildiğin bir buğu
O buğuya ne kadar çok anlam yüklersen
Hayatından her giden dakikaya acıyorsun
Mutluluklarının yerini acıların alıyor, olsun
Güneşli bir bahçede çiçekler sularken düşlerin
Bir kurşun kalem yontarken
Umutsuzluktan bunaldığın
Tik takları dinlediğin saniyelerde
Boğulduğun anıların beşi çeyrek geçiyor

31 Ekim 2017 Salı

Şehir Günlükleri 7

Uyu,

Uyan!

Kıyasıya gözümün önünde gözlerin...

Gözlerimi hınçla ovuşturuyorum. Kan olup oturuyorsun. Gözbebeklerimin etrafında ne güzel duruyorsun aynalarda. Biliyorum bunlar hep zararlı alışkanlıklar. Zaten "sen" deyince ben kendime faydalı bir şeyler yapamıyorum. Soluksuz seyrediyorum rüyalarımda. Bir delilik yapıp beni aramandan korkuyorum, biliyorum açarım o telefonu. Bir sessizliği bile paylaşsak, koşarak gelirim. 

Sahi sesin soluğun çıkmıyor iyi misin? Bir süre daha bu köhne dünyadaysak eğer, iyi olmamız gerekir... İyi ol! Bugün ben daha iyiyim. Hastalıktan neredeyse kurtuldum. Hatta erken kalktım düne göre. Sigaranın tadını hissettim bir kaç gün sonra yeniden. Bir kahve yaptım, dumanında anladım hava buz. Bulutlar gitmiş, yağmur bir daha ne zaman gelir? 

Gelmek, yabancılık demek. Gelmek hala gideceğin bir yer olması, çarşafların kokusunu özlemek demek. 

-Vardım- yazmam gerekiyor belkide... 

Ne kadar çok şeyi susuyoruz...

29 Ekim 2017 Pazar

Şehir Günlükleri 6

Dünden kalan bir yorgunluk var üstümde. Geceyi hastanede geçirdim. İğne vurdular birde üstelik, halen kalçamın bir kısmı sızlıyor. Daha iyiydim güne başlarken. İki saat önce kahvaltımı yaptım ama yorgunluk hale benimi kuşatmış etrafı toplayacak gücüm olmadığını hissettim. Dinlenirken, biraz haber bültenlerini izledim. Ekonomi kötü, siyaset tartışılmayacak kadar çalkantılı ve bugün TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin doğum günü... Cumhuriyet 94 yaşında! Tek güzel şey bu yaşayabilmek aynı bayrak altında, aynı cumhuriyet altında, aynı özlemle... Yaşamak kardeşçe, inatla birilerine... 

Televizyonu kapatıp biraz internette kendimi geliştirebileceğim programlar izledim sonra. Keyifli şeyler ve insana bir şeyler öğretebilecek konularda güzel programlar yapılabiliyor olması yinede güzel. Bir kahve yapıp ilacımı aldım ve okumaya koyuldum, yatağa uzanıp. Bir saat falan okuduktan sonra yağmurun kaldığı yerden yağdığını gördüm penceren dışarı baktığımda. 

Yağmur güzeldir, yağmur hep yağsın. Görüyor musun kaldırımlara ne güzel düşüyor damlalar? Hep yağ diyorum yağmura, hep yağ demek geliyor içimden. Aklıma birden Ahmet Oktay'ın eski bir şiiri düşüyor:

"Ne çıkar paramız yoksa eğer, 
                     şarabımız bitince yağmura çıkarız. 
                                            Kim güzelleşmiyor sevişince..." 

Öyle ya sıcakta bunalmaktansa yağmurun altında boğulmak daha iyi.


27 Ekim 2017 Cuma

Sihrim Sen

Akşam erken iner oldu artık söyleyin güneş toplasın
Sabahına yanındayım, korkularımı anlatacağım ilk gün
Dizimin kanadığı, aşık olduğum, aşık olmadığını anladığım ilk günü
Acıların ruhumu kuşattığı, ruhumun kör olduğu
Körlüğüne binlerce cenaze koyduğu
Sevmeyi bilmeyenlerin meyhanesinde çırak olduğu...

Kadehlerinin yeri boş, sonra içeriz karıştırmadan, oturup
İki duble rakı ya da şarap, sen anlatırsın, sen anlatırsın ya
Öyle özledim ki bir şeyler anlatmanı, o illüzyon, büyü, etkileyici
Sonra Can Yücel’den bir iki dize:
                           “Seke seke biz geldik s.ke s.ke gideceğiz”
Ardından bir şarkı, unutulmaz eder geceyi öyledi bir filmde

Sonra nasıl sevdiğime anlatırım, acımı bilersin, acımı dinlersin
Seni nasıl sevdiğimi izlersin
Her halimle şiir olduğumu, sihrim sen, yokluğuna zifirim ben
Bilmezsin bir bulut rüzgar savurur, içinde kokun
O rüzgara esirim ben, bilmediklerin çukurunda ise
Bir yokluğunu anlamış mühürüm ben, büyürüm ben, bir yanım geceden

25 Ekim 2017 Çarşamba

Şehir Günlükler 5

Sonbahara geçtik, önümüze dökülen  yaprakları tartışarak sizinle. Bunu neden yaptık? Orada ben çiçek takliti yaprak durdum, tabiat parmak uçlarımda. Oysa iliklerime kadar kuru bir dal gibiydim. İnce ve zayıf, gülünç... 

Durmadan kendi adına konuşan, konuştukça kahrolan, kahroldukça yok olan. Buna eminim. Çünkü, neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlamanın bundan başka yolu yok. Yaşamak. Altını her kitapta çizdiğim cümlelerden biri. Yaşamak zarif bir umutlanma doğuruyor içimde. Sadece bir an ama sonra her şey eski halini alıyor...

Şehir, yollar, insanlar... Yine Ankara'da birinin sevmediğim mevsimlik. Güneş küstü yine toprağa, üstüne çekti bulutları, korkan bir çocuk gibi gözyaşlarını döktü yere. Biri sevinirken değil midir? Ağlar doğduğunda biride... 

Sonra zorlanıyorum işte anlamayı anlatmakta, kırıyorum, üzüyorum. Keşke başka bir yolu olsa akıldan akla. Çünkü ben biraz yazdım ve kötüydü. Zaten insan bütün kötülüklerin üzerine denk gelirdi. Üzgünüm... Oysa, "iyi" içimde, kurumuş çevremde akan en net histi. Sonra... Sonra az gittim, uz gittim dere tepe düz gittim. Bir de dönüp ne görsem? Bir arpa boyu yol almadan kırgınlıkları dizmişim. Keşke uzun uzun sussaydık sizinle.

" https://www.youtube.com/watch?v=gTqzkLtOSNY "

22 Ekim 2017 Pazar

Şehir Günlükleri 4

Kanmaz en uzun buseye, öptükçe susuzdur. Zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur. İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan, bir sır gibidir az çok ilah olduğundan. 

Dudaklarımın kuruluğu, çatlamış kısımları, yazmak nefes almak... 

Saate baktım, yediye geliyordu. Ekranda son yazdıklarımı kontrol ettim. Bir süre eski yazdıklarımı da okudum. Eski günlerimi hatırladım, üniversitesi yıllarım... Halen bir bağım olmasına şaşmıyorum bu yüzden. Çalışmaya başladığım günden sonra bile haftada bir kez uğradığım, kantin çayının o buruk tadı, çok güzel arkadaşlıklar, sıra dışı insanlar ve aşkı bulduğum zamanlar aynı zamanda... 

Ankara. 

Edebiyatı, şiiri, sanatı ve tek başınalığı bana yükleyen şehir. Fakültedeyken sabah saatleri kitap ve dergi. Öğleden sonra içilen kahveler ve çaya dost, akademisyen sohbeti, akşama içilen bir kaç şişe şaraptı aslında derslerden arda kalan zamanın getirdiği. Hafta sonları tiyatro, sergi, sahaf gezmeleri, canımın sıkılmadığı kendimi vurduğum resmi Ankara sokaklarında, doğru zamana uzandığım anlardan bir kareydi.

Sonbahar... Her mevsim bu mevsim... Güneş çıktıkça uzatıp bedenimi saatlerce beklediğim... Kulağımda jazz ve klasik müziğin tamamlaması beni. Ölümsüz eserleri dinlemekten aldığım haz. Her bir beste, acele etmeden yavaş yavaş işleyen ruhuma... 

Sabah alacasında yine aynı kalabalığın içinde işe gitmeden yabancı birini anlatmak gibiydi yazdıklarım, insan kendini nasıl hisseder düşündükçe kaybın ağır bastığı her anıda. 

21 Ekim 2017 Cumartesi

Şehir Günlükleri 3

Ben dünyama dönüyorum orada hayal kırıklığına yer yok!

" https://www.youtube.com/watch?v=rrVDATvUitA "

Işığın kestiği yerden doğan umutla selamlıyorum seni. 

Saksıları güneş gören yere koydum bugün. Birde sabah kahve fincanı düşünce elimden kırıldı, parmağımı incittim. Gayet iyiyim. 

Sıradan görünen her şeyi özenle yaptığım bir günden selamlıyorum seni. 

Şimdi daha bendenim. Şimdi daha kendimim. Bulaşıkları yıkadım, saçımı kuruttum, hafif bir kahvaltı yaptım, tıraş oldum. Biraz müzik ve bir sigara yaktım kırık fincanı yenisiyle yer değiştirip bir de kahve. Hep istediğim geyikli kazağı almıştım sonunda. Mavi kotumun üzerine onu giyindim, dişlerimi fırçaladım. Yüzüme su çarpınca silkindim, yeniden uyandım şimdi. 

Yani benle selamladım seni. 

Çalar saatli bir düş kurdum. Aklımı geri aldım, gördüklerimi ayıkladım pirinç tepsisinden. Dalmışım, çalar saatin sesine uyandım. "Düş"tüm uyandığım gerçekte seni sayıkladım. Sivriydi düşüncelerim elime battı, kanadım. İçeri gizlice süzülen ışıkta, kaçan tozlara uzandım. Uzun yolculuklar çekti canım, uçsuz tarlaların ordasında bir tren gitsin istedim. Uzun sohbetler tadında, iç geçirdim, hava mis gibi, başımda dönen bulutlar yok, derinlerde bir balık olduğumu hissettim başımdaki mavilikle göz göze gelince, yürüdüm, mevsimin kokusunu içine çektim. Hayat! 

Geçmişle uğurladım seni.  

19 Ekim 2017 Perşembe

Şehir Günlükleri 2

Hiç bir Ad'a sığmayan bir melankoli... 

Sesler duyuyorum yürüdüğüm sokaklarda...

Sesler, camları sonbaharın ayazına örtülü evlerden ve her şeyi bırakıp gitme isteği... 

Kış gelecek sonra daha kalın giyinecek vücutlar, kışın ayazına örtülü. Kış, bir şişe şarap elimizde, Schubert, Chopin, İlhan, Asaf, Süreya, bir tını, bir şiir... 

Gar merdivenlerinde buluşacak ayrılıklar, oysa yürüyerek gelmişlerdi... 

Beklerken, özlerken seni bir gün, bahar yani Nisan düşecek toprağa, ısınacak gökyüzü, sonra yaz Ağustosa dönünce sıcağın yeri "ayların en zalimi" binlerce kuş kalbime konmuş sonra da uçup gitmişler gibi... 

Durma sarhoş olalım, vakit geliyor kışa, bağbozumu ilk çağdan haber getirdi, kavuşmak mümkün değil ya hızla çarpalım kadehleri başka masalara yokluğa bir "ah" çeker gibi.

Şehir Günlükleri 1

Yorgunum, hayal kırıklığıma üç el ateş ettim. Parmaklarım acıyor, orta yerinden. Sözcüklerim ağır kaçıyor yazılarımda, düşüncelerim çok farklı. Anlatamam... Daralmıştım. Çünkü olup bitmeyenleri kimselere ağlayamayacak kadar yalnızdım.  

Gece geç düşüyordu güne, gün bitmek bilmiyordu kendimle... Yüzün sızıyordu araya bol bol, gülümsüyordum, peşinden kalbim daralıyordu. 

Daralıyorum işte! Üzmeye gelmiyor, çürümüş bir ağaç gibi kırılıyorum. Kendime faydam yok, gölgem olsun. 

Oysa benim de dünyaya ve içindeki bir takım saçmalıklara pervasızca kafa tutuğum zamanlar vardı, sen yetişemedin. Kırılmış kalp görmeyeyim yakarım ortalığı dediğim zamanlar vardı. Sen görmedin. Ben hep böyle içi çürümüş mücrim bir ağaç değildim. Sevgi çürüttü beni, savrulan özlem vurup üzerime yapraklarımı döktü. Gölgeme durmaz oldular, şimdi sessizlik. Sessizlik sensin geceleri.

Laf çok, ömür kısa, hüzün çok, sevgi çok, yalan yok, beni sulama, beni tam gövdemin ortasından kes at. Sök, gölgemin yerini her türden mahlukat doldurmadan. Kes, at!  


" https://www.youtube.com/watch?v=0L7i5Ta53Cg "

15 Ekim 2017 Pazar

Toprak Olmak

Gülümsemek adaleti bozuk bir düzene sessiz bir küfürdür. Gülümsüyorum. Hem düzene hemde insanların düzen içinde daha da karaktersizleşmesine... 

Senin gibi birinin böyle olması, şaşırtıcı değil aslında. Suç bende... 

Kaçındığım hangi gerçek varsa, yapmaz dediğim ya da yakıştıramadığım, insan bu ya yapar aslında kısmını es geçip, yaşayana kadar tek bir toz tanesi bile kondurmamak sana, benim en büyük kötülüğüm. 

Kendime yaptığım elbette. 

Ne müthiş bir durum: İnsan yaptıklarından değil, sonunda hep en çok yapamadıklarından, eksik bıraktıklarından, yığınla biriktirdiği yalanlarından, yaşayamadıklarından, yaşadığını sandığından pişman olur...

Dibine kadar yaşanan tüm sevgilere inat, en çok yarım kalan aşklar yürek yaksa da yaşadıkları kâr kalıyor insana. 

Kârla zararı bazıları ayıramasa da...

Hayat biriktirdiklerinden ibaret fakat kendi yanlışının farkında bile değilsen. Ne mutlu sana...

Ne mutlu insan biriktirene, ne mutlu hata biriktirene ve ne yazık ki boşa değer verdiğini düşündüğün şeylere...

Ne zaman telaşla bir yere yetişmeye çalışan birini görsem, içimden hep şöyle geçiriyorum: 
                                                                                          Altı üstü toprak olacaksın... 

14 Ekim 2017 Cumartesi

Benim yazmak için sebeplerim vardı.

Aslında gerçek olan anlattıklarımın, anlatacak olduğum şeylerin kimsenin umrunda olmamasıydı. Bu ciddi bir gerçeklik ve bunu söylediğime göre bu konuya takıldığım kesin.

Yazmak kişinin sadece kendisi için yaptığı eylemden çok. Başka bedenlerdeki ruhları gözlemleyip kendince yorumlaması ve onlara tekrardan aktarmasıydı.

Bende bu tür yazarlardan biriyim işte. Bu yüzden kendisinden bahsettiğim insanın yazdıklarımı okuyor olmasını gerçekten bilmek isterdim ya da yazdıklarımı okuyan insanların kimler olduğunu.

Neyse lafı uzatmamın anlamı yok bu tür düşüncelerimle.

Geç Kalmak

Gözlerinin ıslaklığını tahmin ediyorum. Bir yağmur yağdı geldiğinde, bir yağmur yağdı giderken gözyaşların belli olmasın diye. Sonra kötü davranışlarım, çılgın isteklerim, vazgeçtiklerim, bunu da yapmak istiyorum deyişlerim. Bu bir çırpınışın şekli yoksa ne yapabileceğim nereye gideceğim, ne istediğim belliydi. Yaşamak ve yaşamın o en hırçın yerinde, bütün "en"leri de yanıma alarak... Ben geç kaldım  ve sen çok erken korktuğum gidebilme ihtimalini alıp dudaklarının arasına seslendin. "Çok geç kaldın." 

Sığmadığı Bir Yer Var!

Dingin bir gece serinliği. Yolun iki yönlü boşluğu. Kediler uykulu, köpekler ulumakta, insanlar pısırık, kaybolmuşlar çocuklar. Sanırsın her şey bitti. Balkonda birinin açık unutulmuş lambası. "Sen kendi unutulmuşluğuna bak!" birazdan biri söndürür nasıl olsa o lambayı... Ağrıyla kamaşan gözlerini kapatmışsın sımsıkı, kıpırdamaktan korkarak kıvranıyorsun içten içe. Yaşamak, beni unutma diyor, yaşamak. Beni unutma. 

Kahvenin tadını almak için önce kendinden kurtulman gerekiyor çünkü. Pek de biliyorsun ki göstermelik sevince dönüştürülen bir küçük gülümseyişin sabaha karşı seni ılık varlığına alıştıracak. Fakat yinede gönülden geçen düşünceleri bilince: Geçmiş gecenin derin sessizliği, -onsuz. Böylesi hiç de güzel değil. Böylesi... 

O'dur...

O da aynen görüyor mu seni gözlerinde, sen öyle olduğunu düşledikçe...

Çünkü aynısınız... Her şey boyutunda hiç, yokluk boyutunda sessiz. O sessizlikte yağan muhteşem ezgiler boyutunda sonsuz ahenkli... Ayrı ayrı ama iç içe... Şah damarından daha yakın.

Aşk,

Bu mucize onun...

Aşk çoğalır sonsuzlukta...

Sürer.

Kuşkusuz....

Ve canının aşkı;

Milyarlarca düşünce ve sonsuz ihtimaller içinde o başka. O kendi düşlerini yaratır... Ve düşleri sonsuzluğun parçası ve bütünü olarak daha bir gerçektir. Hepsi "BİR", hepsi "SİZ" olmaya meyilli...

Yüzdüğü ve kanat çırptığı mavi gibi.  

13 Ekim 2017 Cuma

Hatıraları Alsan Bile Umudum Var Benim

"İnsan bir çöpü yerinden kaldırdıktan, bir aferin kaptıktan, birilerini kendince sevdikten sonra ölmek istiyor. En karmaşık sorunları çözebilecek fikir üretebilecek, saatlerce bakma arzusu uyandıracak resimler yapabilecek, tekrar tekrar başa sarıp dinleyebileceği şarkılar söyleyecek, okunduğunda hünkür hünkür ağlatabilecek cümleler kurabilecek, söküğü dikebilecek, reçel yapabilecek, yemeğin tuzunu, pilavın dibini tutmadan yapabilecek, rakı masasında adabı bilecek, hayatı kolaylaştırabilecek icatlar yapabilecek, sevebilecek ve her geçen gün dünyayı daha bir güzel yere çevirebilecek insanlar arıyor... Hemde karşılığında hiç bir şey istemeden. Öyle saf, öyle anlatılmaz temiz duygular içinde, anlamlı. Ama, o gün gelene kadar"

Şu var biliyorum, yalnız olmayı yeğliyorum
Eski kent meydanına inen bir sis
Limandan uzaklaşan bir gemi
Sürekli bir yangın ihtimali
Fırtınaya kafa tutan bir bulut misali
Epeyce uzun bir tren yolculuğu şimdi
Her santimin içinde tebessüm beklediğim
Şu kalabalığı görüyor musun?
Zehirli bir böcek gibi olanları
Kaçıyorum, istemiyorum onları
Açıldığım denizlerden çiçekler bırakıyorum
Kendi çocukluğumu büyütür gibi
Durmadan kendi adıma konuşuyorum
Geçmişte oturup saf-güzel bir fotoğrafla
Neredeyse hiç bir şey hissetmeden
Akıl sağlığı yerinde biri gibi davranarak
Hareket etmem şaşırtıyor beni

"Oysa, insan bu dünyaya gösteriş yapmaya ve alkış toplamaya gelmişti."

11 Ekim 2017 Çarşamba

Guarda la tua vita

Bilge adama, "Yalnız ve mutsuz yaşamanın sırrı nedir?" diye sormuşlar. "Yaşamayı bilmem ama yalnız ve mutsuz bir insan olarak yaşamanın sırrını verebilirim" demiş: "Her sıkıldığında, her sıkıldığından vazgeçmek!"

Belli olmuştu. Artık sıkılmıştı kadın ve vazgeçmek onun için onu sıkan bir durum değil, sorunun kaynağını kökünden çözme gerçeğiydi. Gitmek istedi ve gitmişti kadın. Dayanacak ne ruhu, ne de bedeni vardı. Adam buydu, kadına hiç yalan söylemedi. Yinede kadının memnun olmadığını, ona yetemediğini düşündü.  Adam ne yaparsa yapsın, kadını döndüremeyecek kadar, kadının kararında net olduğunu fark etmesi uzun zaman aldı. 

Her insanın hikayesi böyle bir "şey" ile başlar. Bu yüzden "kahrolsun bazı şeyler" derken, yine de yalnız bunu söyleyenler kahrolur, başka kimseye de bir şey olmaz.

Böyle olmaz dedim kendi kendime, böyle olmaz. Kalktım yerimden, haykırdım. Mutlu olmaya herkesin hakkı olduğunu, en küçük başarının taktir bile edilmediği, en ufak kusurların da şikâyet edildiği ne varsa "KAHROLSUN"

Konuşmuştuk bir ara. Aslında uzun uzun konuştu, özetle dinledim. Şimdi tutup da ne konuştuğunu anlatacak değilim, benim de bir özelim var. Sonuç olarak, eğer yaşadıklarım, eğer yaşadıklarım, yaşadıklarımın teminatı ise boku yemişim. Moralimi bozmamaya çalıştım. Bundan sonrası iyi olur belki dedim. Belki bir gün uçarız? Belki bir gün... Önce bir konuşabilelim. Çünkü,

Her şeyi anlamak mümkün... Her şeyi anlatmak, işte o imkansız...

" https://www.youtube.com/watch?v=EBG9LkbmLF8 "

8 Ekim 2017 Pazar

Altrimenti

https://www.youtube.com/watch?v=nxehuANbJK4

Böyle geldin, hoyratça yaralayıp gittin. Alacağını aldın, arkana bakmadan, açlığını giderdin ve gittin kadın. Tenin, kokun, masumiyetin, gücün, bedenin doğuştan sana bahşedilmiş ne varsa ya da bugünün kadar sen olmak için biriktirdiğin ne varsa sende olmayan; tüketmek, çalmak, yok etmek için neyse kıskandığın alıp ve gittin. 

Kanıyorum. Kırık kalbin tamiri yoktur. Kanar, kanar, kanar, kanar, kanar ki acıyı unutana kadar. 

Bu yüzden, ne zaman şehre bir yağmur düşse, ben ölüyorum. Şehir ıslak... Bedenimi yatır zemine, toz toprak umurumda değil yağmur yıkar, paklar beni de,  

Bende kaldırımlarında parmak uçlarının bedenimdeki seyrini seyrederim, o gün gibi. Gözlerim, gözlerim kan, gözlerim cesaret, gözlerim gözyaşı, gözlerim yağmur, gözlerim sen. 

Konuşamıyorum. 

Ben niye konuşamıyorum biliyor musun? Gittin. O günden beri dilim mühürlü. Ne zaman cesaret etsem, yanlış yere götürdü beni. Bulunduğu yerden ayrılmadan yerini, yurdunu kaybetmiş gibiyim. Sana şiirler biriktiriyorum, uyku tutmuyor gecelerde. Hep bir eksiklik yoruyor beni. Bir çaresizlik. Paylaşamıyorum. "Hiç bir şeyim yok!" diyorum soranlara, oysa göğüs kafesimde yükselen ciğerlerim hava almak da zorlanıyor.

Biz seninle bütün dünyaya ve kendimize karşı kollarımızı açtık. Bir yandan kendimizi yıktık diğer yandan inşa ettik.  İnşa ettiğimiz yanlarım taşıyamıyor benimi... Bir şey eksik. Birbirimizden çok uzakta olmak, kader değil ilk keder. Bir tokat gibi...

Oysa...

Bir daha sever miydin beni?

https://www.youtube.com/watch?v=PTsWZCydu8g



7 Ekim 2017 Cumartesi

Essere Ceneri

https://www.youtube.com/watch?v=VJbBaYX3kgk


Yani, sen uzakken doğar bir gün daha burada... Bir yanım aşk, bir yanım gece, bir kuştan haber geldi. Yangın yeri, gördüm, umutsuzluktan öldüm. Efkarım toz, etrafım bomboş. Hayalim dost, aklım karışık. Yine içemeye daldım, geceden geceye...

Sabaha döndüğünce gece, dost bir kahveyi paylaşmaya gelir, bir hece üzerine, geçmişten gelir. 


Nomad Coffee Design* zamana yeni düşerken, bizde düştük içine, bu sabah bir köşesinde. Ahşap sandalyelerini kaç beden eskitecek bizden sonra bilmeden. Utkan Hoca'nın taze, canlı, içten ve sesini sevenlerin bıraktığı notlar üzerine keyifle gülümseyerek, sohbetini dinlemek. Birde kağıttan gemileri ve duvara eklediği Cemal Süreya'nın "Dalga" şiiri güzeldi.


Bu keyifli sohbete ortak olduğunda Süreya, İlhan olur belki... Belki de Asaf'tan biri.


"Gidemesek de beraber sana kendini ait hissedeceğin yerlerden söz etmeyi seviyorum, sevmesen de seni sevmenin güzelliğini. Gidip bir kahve içme ihtimalin bile beni mutlu ediyor ki, sevebilme ihtimalini bir düşün. 

İhtimaller içinde... Bir de gidemeyeceğin yerler var. Mutsuz olduğum bir yer. Korkuyorum, bu kadar ağlamak beni karaya vuracak bir gün. Ölüm gelse uyandıramayacak. 

Kurtulmanın bir çıkış yolu olsa. 

Yok! 

Yine bulandık. Yine bulantı. Aklım bu sert fırtınaya, yumruk atmamı bekliyor galiba. İyisin diyor ama bir gerçek dağılmış içimde. Anlamayana anlatmaktan sıkıldım artık. O ezber nezaketlere sıkışmaktan yoruldum.

Bende... 

Büyük boşluklara anlatarak anlamını öldürdüğüm duygularımı, susarak yasını tutuyorum şimdi. 

Bir isteğinde bu değil miydi? 

Yinede hikayeler yazıyorum üzerine. Benim olan. Bana ait olan yaşantıma sararak. Sana hikayelerimde güzel yerlerden söz etmek ne güzel, gidemesek de beraber. Gidemesek de... Yerimiz kalmadı çünkü oturacak. Bugün benim boşlukta, senin boşta olduğuna bakma. Biz senle çok eski tanışırız çünkü. 

Boş kağıtlara doldurduğumda düşünceleri, bir kederi ama yaşamın içinde. Üstüne bastığım güvenli toprakları kaybetmişken, kendini yeniden doğuracak varoluşunu izliyorum, sonunda bedenim tuz buz olacak. Bu acı şiddeti, karanlık ve sessiz bir uyarı. Bana yaşatılan mevsimleri, yaralarımı, acımın kaynağını, hayallerimi, inandığım yalanları yanıma alıp yeni hikayelere, yeni yerlerle, o gün geldiğinde, bu sancılı doğumumu başka bir sesle, yeni bir sözle yine sana anlatayım, buluşmak üzere..."

Adres: Nomad Coffee Design, Prof. Muammer Aksoy Caddesi, No: 41/A Bahçelievler, Çankaya Ankara




6 Ekim 2017 Cuma

Güçlü Olmak Üzerine


Güçlü olmamızı gerektiği söyler insanlar. Güçlü olmak? Hayatta kalabilmek için devam edebilmek için söylendiği kesin. Kırılganlıklar küçümsenir. Söylemek istedikleriniz umursanmaz. Sizi anlayamazlar. Peki güçlü olmak nedir? Duyguları bir kenara bırakmak mı? Herkesi küçümsemek mi? Duyguları saklamak mı? Sevgiyi içeriye atmak mı? Kırılmamak mı? Sevmemek mi? Susmak mı?

Güçlü olmak ne zamandan beri, şeytani bir insan profiline hizmet etmeye başladı? Acı çekerek, tecrübeli olmak insanı ait bir özellik ve bu özelliği insanı katılaştırıyorsa, katı yeminler ettiriyorsa, güçlü olmamak en iyisi. Tecrübe, şeytanlaşmak olmamalı. Her tecrübe aksini yumuşatmalı. Süper egoları törpülemeli.

Zaman ise bedenleri katılaşır, tecrübe kazandıkça insan ruhu denilen şey de katılaşmaya başlar. Yeni doğan bebeğin yumuşaklığından bir iz bırakamaz köşede bir yerde artık. Amaçsız neşe, hisleri en saf şekilde belli etme, doğal dürtülerini açıkça açığa vurmak, yoktur. Bunların yerini bu dürtüleri saklamak gerekliliği almıştır. İşte bu doğal dürtüler engellendikçe katılaşma ve yaşlılık başlar. Değişim...

Güçlü olmaya çalışmanın kendisi, bir güçsüzlük göstergesi değil midir? Bu bir bağlılık, bağımlılık. Bağımlılık içteki bir şeylerin eksikliğine işaret eder. Ruhtaki boşluk, bir şeyleri yaşamamış olma durumundan dolayı bir şeye ya da bir kişiye takılıp kalmaya yol açar. Takıntı... Güçlü olma takıntısı da tıpkı bir sigara gibi anlık krizleri atlattırır fakat erken çökersiniz, ruhunuzda zifiri izler bırakır. İzler... Güçlü olma bağımlılığına yakalandığınız zaman onu bırakmanızda zorlaşır. Ne onunla mutlusunuzdur ne de onsuz. Belki mutlu olduğunuzu hissedersiniz ama zamanla sizi yiyip bitirdiğinin farkına bile varamazsınız. Çünkü içten içe sizi kemirecektir. Siz güçlü olmaya çalıştıkça anlık travmaları atlatabilirsiniz belki ama uzun vadede sizi çökertecektir. Çünkü güçlü olmak doğaya tepki göstermektir. Karşı koymaktır. İçe atmaktır. İçe attıkça her anlamda yorgun hissedersiniz. Yılların artığı içinizde birikmiş olur. Kirlilik...

Şimdi güçlü olmak üzerine tekrar düşünün. Güçlü olmak? Güçlü olmak, aksine bunu yapmaya çalışmayarak deneyimlenir. Deneyim... Çünkü bir şeyi yapmaya çalışmak zorunluluk içerir. Zorundalık, insan bedeni ve ruhuna düşman bir duygudur. Bu yüzden, İçinizden geldiği gibi tepki gösterin. Reddetmeyin. Acılarınızı yaşayın, sevinçlerinizi düşünmeden yansıtın. Saçma sapan olsa da gülmek her zaman iyi hissettirir. Gülmek... Gözyaşlarınızı tutmayın. Ağlamak... Güçlü olmaya çalışmayın bunun için yorulmayın, zorunda hissetmeden yaşayın. Böylece hayatınızda iyi ya da kötü her aşamayı sindirerek deneyimlerinizin tadını çıkarın.

5 Ekim 2017 Perşembe

Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır

Resimlerde gördüğüm gözlerin, öpmeye doyamadığım ellerin. Aşkın bu haliyle yeni tanışıyorum. Şimdi biz bu şehrin yeniden altını üstüne getirsek daha büyük bir aşk bulamayız. Aşk? Sen bu sorunun cevabını artık biliyorsun. 

Bahar dalından kopartılmış bir filiz gibi köreldim. Benimle barışmayan bir yeri var kalbinin. Ellerim, binlerce insanın değdiği yerde parmak izlerini arıyor, başka duyuluyor sözcüklerde... 

Seninle bir meyhane masasında baş başa oturamadık. İki kadeh daha fazla içip, herkes kalktıktan sonra en çok sevdiğin şarkıyı söylerken eşlik edemedim. Sonra hafif sendeleye sendeleye birbirimize destek olarak, karnımızın acıktığını düşünüp Aspava'ya gidemedik. İki soslu dürüm yemeye.

Sırılsıklam gençliğimize sonsuz bir sevgiyi öğretemedik. Başında bilemedik sonluluğumuzu. Planları bazen erteledik, bazen gerçekleştiremedik ama bilemedik Tanrı'nın geleceği planlayanlara kahkalarla güleceğini. 

Artık yarının gündüzüne beraber düşecek bir gölgemiz yok. Gittiğin gün yaşadığım sürgün, tutup öyle bir köşeye sıkıştırdı ki beni, kalbimin bakir köşelerine kadar sen olduğunu öğretti.
 
Şimdi otur düşün, aynı hasret mi çektiğimiz? 

Ayrılışımız gözyaşlarıma batıyor. Sadece yaşayabilmek, biraz daha sevilmek istemem belki de bundan. Seni ben çok geç tanıdım. Tutup bütün anılarıma seni sıvadım. Herkes gördü; öğrenciler, seyyar satıcılar, şoförler, kimliksizlik, ayyaşlar, yağmur, karanlık, aydınlık, evler, bir deniz görmedi belki bizi, bir de bir kaç martı. Yinede gören çokluğunu, çocuksuluğunu hissetti. Yabancılık çekmedi.   

3 Ekim 2017 Salı

İki Kelimeden Bir Şiir

Lafı dolandırmanın anlamı yok. Lüzumsuz bir heyecana mahal vermeden söyleyeyim. "Ben artık istemiyorum" dedi. Güzel başlayan her şey gibi zamanla sarpa sarmaya başlamıştı. Bir umut daha zorlamak istesem de... Hah işte! Tam orada çoktan gardını almış, bırakmıştı. Neresinde kaldığımı unutmayayım diye de tekrar tekrar üstünden geçmişti. Köşesi kıvrılmış bir kitap gibi. Her açtığımda aynı yerdeydi. Yani "artık istemiyorum" kelimesinin altı bilmem kaç kez çizilmişti. 

Altı çizili iki kelimelik gerçeği aldım şiir edindim kendime;

Yeni ölmüşlerin mezarlarını kim kazar
Gözlerini kim kapatır o zaman
Taşlarına kim zifiri yazılar yazar
Ölüm ve doğum tarihlerini kim parantez içine alır
Hangi eller bu işi umursamadan yapar birine
Titremeden eller, eller ki sözcüklerden daha sıcak gelirler
Başımda deli düşünceler, ölümle ilgili, ölüm neydi
Belki çoktan delirdim ya da ölen benim, ölen ben miyim?
Düşüncemse ölen, düşünce, düşünce katilim kim benim?
Hislerimse ölen, öldüren hangi iki kelime
Sıra gelecek titreyen bir elin kapayacağı gözlerime
Yağmur dökülürken, kapalı pencere, izlerken gözlerim
Yağmuru, renkli bir şemsiye olacak mı? Söyle


Herkesin sonunda hikayesi aynı, her gün yirmi dört saat için.


2 Ekim 2017 Pazartesi

Boş Kağıt

Her şey bitti. 

Dün başka bir deniz vardı, bugün çok başka bir coğrafya.

Gökyüzüne sokulmak isteyen birini tanıdım. Her sözcüğü gökkuşağı gibiydi. Şimdi simsiyah bulutların yağmur düşürdüğü gün gibi karanlık, ağır. 

Üzüldüm, gerçekten üzüldüm. 

Başa çıkamayacağım bir sürü olayın içinde kalmış gibiyim. Giden çok olmuştu gideli. Beraber ezberlediğimiz sokaklardan geçerken o günleri bayram sanıp gülümsedim. Giden hatırlayacak mı? Bir gün daha geçince üstünden, hayatın. 

Hatırlamamak mümkün değildi. 

Hafif, iyi soğutulmuş bir şarabı yudumlamak gibiydi. Sabah erken kalkıp, demlenmiş taze kahve kokunu hissetmek gibiydi. 

Gittikçe hiç kıpırdamaz olan bir izdüşümü gibiydi. 

Yalnızlık, çaresizlik bir kimlik simgesi gibi dilime vururken,
gönülden geçen düşer bilince. 

Yazık olmuşlarımla,
Yıkılmış kalmış kendimle,
Ve gerçeklerin ucunu sivrilte sivrilte,
Kendime eziyet ederek,
Sivri sivri içime dokundurarak gerçekleri,
Olmaz diyen seni tanıdım,
Kanayarak, morarak

Hayat her şeye rağmen devam etse bile. 

Bir ölüyüm. Çok üzüldüm, çok üzücü bir durum, Allah rahmet eylesin. Nur içinde çürüyeceğim. Sen başkasını sar şimdi. İçine sığmadığım ama sığındığın bir yerde.  

Bu sondu, bu son boş kağıt, yazılacakları hayatın.  

1 Ekim 2017 Pazar

K(i)ronik

Tüm gece uyuyamadım. Geceden sabaha geçen uzun bir sürgün. Sabaha kadar sigara içtiğimden olması muhtemel bir boğaz ağrısı boy gösterdi. Sabahın serin havası, bulutlu bir günün ilk ışıkları. 

Ben ne yaptım? Yoğun yaşayıp yaşamadığımı düşündüm. Aşkı, duyguları, özlemleri? Yoksa ben yaşanan tüm olayların bir gözlemcisi, dünyanın, duyguların, özlemlerin, ülkelerin, alışkanlıkların bir seyircisi miydim? Belki de gövdemin dolu dolu öldürücü acısını taşımak zorundaydım ben. Peki ama sevinçler, istekler, ne yaptım ben? Duyguların derinliğinden bir gözlemci olarak kaçtım mı yoksa onların yarattığı akıntıyla Ben'im tümüyle yer almadı mı ve zaman dışı sessizliğimde kaç gecenin, sabahı izlemek üzere, yeniden başlayanlar için, yeni bir gün heyecanı veren ışıklar içinde yeterince içten, yeterince açık değil miydi, sana yeniden başlamak isteğim.

Üzerime soğuk hava basınç yapıyor. Ayaklarım üşüyor. Dünde öyleydi, gittikçe daha ağırlaşan bir yük, göğsümden içeri sızıyor. Işığın vurduğu her rengi süzüyor gözlerim, boğazımda düğümleniyor kelimeler. Yutkunuyorum, canım acıyor. 

Uyuyorsun sen şimdi, uyanık kalmak doğru değil. Acıyı daha bir çekiyor gecede beden. Acı eşiğim yeterince güçlendi yinede dayanacak gücüm yok. Dalgaya vuruyorum her şeyi tüm ciddiyetimi kaybettim.  Yaşanmış düşüncelerimde bir çıkış noktası arıyorum. Acıya bulanıyorum, yabancılık ve özlem buluyorum. Derin bir sevgi ya da bir ilişki bulamıyorum. Bana yutkunmayı güçleştiren şeyin aslında ciğerlerime doldurduğum havanın ya da sigara dumanının boğazımı kirletmesi olmadığını anlıyorum. Bende sürekli ilerlemiş artık kronikleşmeye dönmüş bir his olduğunu anlıyorum. 

Yağmur karşılıyor beni, bir sigara daha yakıyorum. Kronikleşen yerine canımın. Daha fazla acı çekmenin mümkün olmadığını bilerek... 

Günaydın.

https://www.youtube.com/watch?v=ZiZeIERGuvA

30 Eylül 2017 Cumartesi

İki tarafta dönmek ve dönmemek kadar da dönmek için suskundu. 
Biri konuşsa diğeri susacaktı. 
Diğeri konuşsa biri suskun.  

Her Neyse İşte Özledim Seni

Öğleden sonra ayrıldım. Çalışmak kafamdaki birikintileri kurutup, biraz olsun döküyor. Biraz rüzgara ihtiyacım var sadece. Hafif bir yağmur. Geçmişin bir kısmı hala hayalimde gerçek gibi. Uzun uzun geçtiğimiz sokaklara bakındım bir süre, derince bir nefes aldım, soluduğum hava eskisi gibi güzel değil. Mutsuzluk içime baskı yapıyor, açık hava basıncı dengeleyemiyor. 

Dalmışım. Dalıp dalıp gittiğim zamanlar çok aslında. İçimde sıradan olmayan bir his. Bir baskı, özleme vurdum, geçiştirmek bana göre değil oysa. Gidişine itiraz etmeyi bıraktım, ağlamayı kestim. Neden bilmiyorum, içimde garip bir mutluluk var. 

Ellerimi sımsıkı kavradığın yağmurlu günleri, beyaz tenini, sıcacık bakışını. Sert esen rüzgara karşı duruşumuzu. Soğuk gecelerde dolaşmamızı. Sabahlara kadar konuştuğumuz zamanları. Bir ayrılığa kadar geçen zamanı. Özellikle özlüyorum, özlüyorum ben. İçimde güzel bir mutluluk var. Gülmek istiyorum ama gülemiyorum.

Hiç kimseye hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor hayat. En büyük komedi bu, o kadar içindeyiz ki, gülemiyorum. Her şeyi ciddiye aldığımızda komik oluyoruz aslında. Nasıl bir kuyuya düştük ki dibe vuramıyoruz artık. Geride kalan hikayelerimizi tekrar edip duruyorum, yalnız. Ankara yine soğumaya başlıyor. Ne kadar üşüsem de umrumda değil. Alıştık soğuğu içimizde biriktirmeye aslında. Bir zamanlar... Bir zamanlar yazdıklarımda var aslında. Bu zamana ait olmayan, senden başka kimselerin okumadığı bir hikayeyi daha parmak uçlarımla buluşturduğum bu anda yine anlatılamayan. 

Merak ediyor musun yazamadıklarımı, buradan uzak tuttukları mı? Bir zamanlar... Hiç umrunda değil aslında, hikayeler çok geçmişe ait ve yaşanmışlık dolu iken duymak istemezsin, çünkü geniş zaman çoktan bitti. An ve an yaşadığım bir zaman diliminde dedim ya hatıraların değişmediği bir düşünce ikileminde yazıyorum tüm bildiklerimi eski bildiklerimden kaçınarak elbette.

Sonra bir sigara daha yakıyorum. Derin bir nefes soğuk havayı ısıtıyor içimde. Hava ile alıp veremediğim yok aslında. Yaşamak için ne kadar gerekli ise o kadar acı verici, doğru zamanlarda almayınca. Bir nefes daha ısıtacak içimi sonra soğuk aslında. Parmak uçlarıma mühürlenen uzun bir soğuk olacak...

Sonra,

kısıtlı bir zamanı unutmak
dursa zaman iki eşit an demektir
biri sabahta duran diğeri akşamda
nesini sevdin diyorlar,
"kalbi benim şehrimdi" diyorum
iki kez aynı zamanda duran
bu sabah nefes aldığın kentten geçtim
tek bir nefesten medet ummak
ciğerlerimden boşalan yere koyduğum 

25 Eylül 2017 Pazartesi

Sfondare

https://www.youtube.com/watch?v=uO3IG-oRpis

Köşede bedenim sıkışmış. Ruhum karanlık canavarlar üretiyor, gölgemde hayat bulan. Aydınlıktan bu yüzden kaçınıyorum. Cevabını bildiğim sorular, tekrar ediyor, tekrar ediyor içimde, kendimi gizlediğim köşede, sonra cevabı mırıldanıyorum. Cevap çok basit; özlemek... Sadece bir telefon uzağımda olmasına rağmen, söyleyemiyorum. 

Sonunda boşluk. Aynaya baktığımda, gözlerimi göremiyorum ve her yanım çaresizlik duvarlarıyla örülü gibi dibi olmayan bir kuyu. Karanlıktan da korkuyorum, aydınlıktan da. Yerim yok, biliyorum. Yokluğu iliklerimde hissettiren var olmanın, verdiği hiçlik tadı ile o hiç bilmediğim müthiş tadını özlettiren derin sonsuzlukta kayboluyorum. Boş tarafına bakıyorum yaşamın ya da dolu. Gereksiz olan, unutulmuş, vazgeçilmiş tarafı ya da düzenli, hırslı, başarılı ve güçlü. 

Anlamam gerek aslında hiç yok olmadığımı ya da var olmadığını, benliğimin... Öğrenmem gerek çevremdekileri, yönümü bulmam gerek. Devam etmem gerek. Dünyamı aydınlatan umutların hep bir yerde ışıldadığını itiraf etmem gerek kendime. Işığımı söndürenlere, aslında var olmasalar bile göstermem gerek, karanlık ve aydınlık arasındaki benzeşmeyi.

Nerede olduğumu biliyorum şimdi ve her geçen saniye daha iyi anlıyorum "Yaşa dünyada gördüğün her şeyi" derken hiçbir şeyin yaşamamaya değer olmadığını. Dolu yanını görüyorum şimdi tüm bunların ve daha fazlasının. Yaşıyorum şimdi, kelimenin tam anlamıyla ya da... 

20 Eylül 2017 Çarşamba

Venire in Mente

Yolculuk sıcak, uzun, karışık ve yorucuydu... Beklenmedik bir kayboluş, yeni yerler bulma isteğim. Yinede kaybın ardına gizlenen keşfin sonunda, aradığım heyecan ve manzara vardı. Bir sevinç, bir hayattan kaçıp, başka hayatların yansımasını taşıyordu Faust Coffee&Antique Shop*. Keramettin Koçak ve eşinin hayal dünyasına dalmak... 


Beklentimin ötesinde henüz dört gün yüzü görmüş sıcak ve İngiliz kırmızısıyla örtülü taze bir kahveci yoksa antika eşyaları satın alabileceğiniz bir yer mi? Gidebilecekler için iki zevki de tadabilecekleri güzel bir yerdeydim öğle vakti. Ruhumun vestiyerinde yer edinen ikinci kahve evi.


Kolombiya kahvesi sevdiğimi bilenler bilir. Burada da yine farklı bir lezzetine yenik düştüm... Barista Hikmet'in Kolombiya kahvesi seçimine güvenerek yumuşak Kolombiya kahvesi, sert ve vanilyalı tadı ile gelmişti önüme. 


Kahve güzel, keyfim yerindeydi. Hava sıcaklığını unutmuş, çalan müziğin etkisine lezzetli kahvemi yudumlayıp, sokaktan geçen insanları izlerken ve bir yandan kahve hakkında Barista Hikmet'ten bilgi alırken, ne olduğunu bilmediğim böcek ensemi sokmasaydı daha güzel bitebilirdi. Yinede güzel bitmesine yardımcı olan, Barista Hikmet'in ayraç hediyesi, bu dükkandaki bir anlayışı geçici olarak değiştirdi...


"Her şeyin bir hikayesi ve değeri vardır." Dükkanda beğendiğiniz her eşyayı satın ama imkanı sunan bu yerden hediye almak güzeldi... Keyifle buluşmalar...


"Gelişmenin bir karanlık yüzü vardır ve yaratmak için yıkmak gereklidir. Şiddetli bir bedel ödemek belkide..."

*Adres: Faust Coffee&Antique Shop, Yukarı Bahçelievler Mahallesi, 13. Sokak, No:3 Çankaya/Ankara
             [Kolay ulaşım için alternatif adres: Kazakistan Caddesi(Eski 4. Cadde), 13. Sokak, No:3 Bahçelievler]




16 Eylül 2017 Cumartesi

Olan Olmuş

Ama dönüş yok, olan olmuş

Son diyorum, biliyorum, çaldım ömründen

Fakat yağmur yağarken

Daralmasın bir damla içinden

Gece sarıp uyuduğum

Kırık kalbin  hatırası

Bir kaç şiir, bir de özlem

Seninle irtibatım, bir gerçek

Bir çocuk dağılmış, içimden

Kadere not düşün delirdim, derinden

Lakin gitme sakın hayalim

Benim için gerçek bir hatıra, iken

13 Eylül 2017 Çarşamba

Heirloom

Buruklukla sevinci bir arada yaşamanın insana katacağı derin anlayış çok nadir bulunur. Bütün bu durum; taleplerin ve arzuların ötesinde; tercih değil, seçim yok, bu böyle.

Sakindi Stains Coffee* en son geldiğimden bu yana. Aynı masa yeşilliğin kahverengi ile bütünleştiği. Seçim değildi, tercih değildi. Sadece bir tesadüf. Aynı gülümseme bir fotoğrafta kalan, başka bir burukluk. Biraz hüzün, biraz özlem ve tutku...


Kahve yerine bu kez çay vardı. Taze demlenmiş ve birine duyulan özlem kadar sıcak ve yakacı. Yalnızlık kadar. Yinede gidecek olanların kahve seçimini işletmecisine bırakarak (tat alma duyunuzun ne derece iyi olduğunu bilmeden) damaklarınız da kahve tadının hoş bir lezzet bırakacağı bir gerçek.


Yazmak için her şey hazırdı. Notlarımı aldım. Kalemimi kağıda sürmeye başladım. Sürüş uzun bir yolculuk getirdi. Yolculuk içinde yorgunluk, kaçış, biraz huzur... Başımı kaldırdım, çıkış kapısındaki bisikletin zincirlerini kopartıp hareket ettiğini gördüm, olduğu yerde, tıpkı benim gibi. Lastiklerinin dönüşü, aklımda ki cümlelerin açısal hızına eşitti. Gülümsedim. 


Yaptığım en iyi şeyin yazmaktaki kusursuzluğum olduğunu fark ettim. Onun dışında kusur benimle birlikte hareket eden, bisikletimin selesine oturan bir arkadaştı. Kusur. Yalnızlığıma çare olmayan, düşüncelerimi bozan bir bağımlılık. Kusur. Kusurlarım. Kusurlarınız. Dile getiremeyecek kadar çok olan...

Derken çayım azaldı. Yazacaklarımı erteledim. Deneyim ve tıkanıklığın iç içe geçtiğini hissettim. Kahve kokusunu bir yudum daha içime çektim. Son yudum çayıma yöneldim. Kapıdan içeri giren bir çifte bisikletimi emanet ettim. 

*Adres: Stains Coffee, Bahçelievler Mahallesi, Prof. Muammer Aksoy Caddesi, 13/A, Bahçelievler, Çankaya, ANKARA.

5 Eylül 2017 Salı

Affogato

Tanıdık bir yerden geçti bedenim. Bir kahve evi... Bardağın içi karanlık sözcüklerle dolu. Kimse kimseyi anlamıyor artık. 

Çocukluğumda hep merak ettiğim sonraları kahve evi olunca adım attığım yerdeydim. Bir çoğunuz muhtemelen orada kahve eşliğinde sohbet etmiştir birileriyle ya da yalnız bir kahve fincanı eşlik etmiştir zaman geçirmenize... Ne de olsa Kızılay'da iyi bir yerlere gitme imkanı çok değildir. Coffee Lab*, yıllar sonra 1950'ler Ankara'sının en muntena yeri olan Atatürk Bulvarı üzerindeki, dönemin en zarif ve en modern oteli olan Bulvar Palas'ın olduğu yere açılmıştır. Bulvar Palas zamanında şehrin en önemli yapılarından biridir oysa. Balo salonu, harika tavan süslemeleri ve ön cephesinde bugünde net bir şekilde görebileceğiniz ufak ve şirin balkonlarıyla 80'li yılların sonlarına kadar hizmet verebilmiştir ancak. Yıllarca metruk duran Palas bir süre sonra kafe, giyim firmaları ve parfümeriler tarafından tutuklu kalsa da şimdilerde keyifle oturulabilecek bir kahve evi olarak yaşamaya çalışıyor, Atatürk Bulvarında. 


Müzik kalitesinden kaçındığım gerçeğini bir yana bırakırsak balkonunda Ankara'nın hızla akan yüzünü izlerken düşüncelere dalıyor yinede insan. Bir yudum kahvede düşüncelerin akışını hızlandırıyor ve alıyorsun o en çok sevdiğin kağıt ve kalemi;

Aslında ne yazdığımı bilmeden yazıyorum. Yeni sözcükler ard arda diziliyor. Herhangi bir sözcüğün cümleme yakışmamasından korkuyorum mürekkebim kağıtla sevişirken usulca. Aklımdan geçenleri elbette tek seferde yazmak kolay değil, yetişemediğim her cümle kaçıyor benden. Bir yudum daha kahve;


Zamanda boşluk böylece ortaya çıkıyor. Bizde geriye baktığımızda hayat diye bu boşlukları görüyoruz aslında. Gerisi biteviye görünmez bir beyazlık.  Ne yapalım, seni sabahın sakinliğiyle öpüp tabiatın dinginliğine uyarak, kalkıyorum.

*Adres: Coffee Lab, Kızılay Mahallesi, Atatürk Bulvarı, No:141. Çankaya/ANKARA

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Scoperta

# https://www.youtube.com/watch?v=-hTL9xPMB4I #

Yıllardır sizin yerinize bu şehre göz kulak durumunda kendimi sahipsiz sokak köpeği gibi hissettiğim çoktur. Bugün yine böyle başımı evden dışarı çıkarmış yeni rotamı belirlerken metroda buldum kendimi... Uzun zamandır gitmek istediğim, gıda mühendisi ve kahve tutkunu zarif bir hanımefendinin yaklaşık bir senedir işletmeciliğini yaptığı Rispetto Coffee Co.* üçüncü dalga kahve evlerinden birini daha kefşetme imkanı buldum. Büyük bir zevkti kahve evinin sahibi Nihan Hanım ile tanışmamız.

# https://www.youtube.com/watch?v=q-i9IZkcTOo #

Gerçekten geç kalınmış bir zamandı... Bazılarımızda öyle değil mi? Zamansız gideriz. Tanımadan ya da eksik bırakarak. Oysa daha gezilecek, büyüdüğümüzü ve neye dönüşeceğimizi göreceğimiz zamanlar vardır. Oysa siyah-beyaz rüyalarda, bir de vakti geldiğinde anlattığımız hatıralarda kalırız.

# https://www.youtube.com/watch?v=_qphknagXqA #


Şehrin kalabalık caddesinin arkasında, öğleden sonrası için bir kaç saatimi geçirdiğim bu kahve evinde, severek içtiğim Kolombiya kahvesi, Nihan Hanım'ın engin tecrübesi sayesinde eşsiz, yeni ve huzurlu tadıyla eşlik etti bana bu seferimde. Kristal bardağın içinde sunumuyla, V-60 ile demlenmiş "El-Desvelado" kızılcık, kuş üzümü, kırmızı elma ve kiraz gibi meyvelerin şurupsuluğunun yanı sıra çikolata kaplı bal badem tatlılığı ile mükemmel bir kahve lezzetiydi. 



Kahve kokusu, sokak kokusu ve mekandaki müziğin verdiği huzur elbette yazmak için güzel bir üçlemeydi;


# https://www.youtube.com/watch?v=ECW_qfrhiw8 #


İnsan, insan insan... Kalabalık, çoğul bazen, yalnızlık; hal hepimizin. Çok sıcak değildi. Sigaramı rahatça içebilmek için kahvemi söyledikten sonra bahçedeki dört beş masadan güneşin düşüş açısını da hesaba katarak kendime en yakın gelen masaya oturdum. Yaz sıcağından büzüşmüş ama hala yeşildi ağaçların yaprakları. Yazın son 3'e kalan zamanları.

Aynı şehrin çok uzak köşelerinde oturuyorduk kuşkusuz. Akşam eve döndüğünde son kahvesini yudumlarken, bir yudumunun boğazında düğümleneceğinden habersiz, geçmiş bir yaşama ait, hiç bir temizleme durumunun etki edemediği bir leke gibi. Gözünde yaş birikecekti kadının. Gülümseyecekti ve her iki durumda da öyle içtendi ki o an, gerçekten güzelliğin ta kendisiydi.

Garip bir keder, canının parçalarını alıp savurmuştu. Artık parazitli, kesik, yankılı, telefon konuşmaları yapmayacaktı. Şiirler okunmayacaktı. Adamın derdini anlatmaya çalıştığı karmaşık mesajları daha bir anlamlı kılmak için uğraşmayacaktı. En kötüsü alışmak... Özlemin; önceleri keşif, sonraları uyuşturucu acısı...



"Gülümseyişi; bir umut, bir dilek, hep böyle kalsın, hep böyle sıcak, korunaklı, insanca."

# https://www.youtube.com/watch?v=lPFZDrqzWII #

Müzikseverlere Not: Satır aralarındaki müzikler gün içinde dinlediğim müziklerden bazıları. 

*Adres: Rispetto Coffee, Yukarı Bahçelievler Mahallesi, 59. Sokak, No:15/C, Çankaya/Ankara

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...