Sonbahar,
umutların, ağaçlardan bir bir dökülmeye başlayan yaprakların, konservelik
kavanozların, cam önüne dizilmiş turşu bidonlarının, sırtlarına çanta vurmuş
gelecek nesil insanların başladığı ve mevsimlik aşkların bittiği ay.
Düşüncelerin daha derin, gökyüzünün daha koyu, mavinin bıraktığı sıcaklığın
yerine yağmurun soğukluğunun hissedildiği ay. Eylül’ü teslim etmek üzereyiz
artık Ekim’e. Geç kalsam da yazmaya bu mevsimi, ne yazacağımı düşündüğüm,
düşündükçe derinleşen çaresizliğim ve mevsimin bana getirdiği güzel, çirkin, acı,
tatlı ikileminin karmaşıklığı içinde Eylül’ün sonuna kalmıştı sözcüklerim
benimde. Neyse ki kaçırmadan sonbaharın ilk ayını kaleme sarıldım bu gece, not düşelim, bir tarih, bir saat, bir de yer ile;
Eylül 29 2019 – 21.25
– ANKARA
İçinden
çıkılmaz bir haldeyim aslında. Dinmeyen yağmurlarda uzaklara boş bakarken gözlerim,
özlemin sivri tarafı kaburgamın arasına girmiş, her sıkıştığında nefesim daha
bir acıtıyor. Diyorlar ki çok karamsar yazıyorsun, çok karamsar bakıyorsun
hayata. Ben karamsar değilim, vücudumda tertemiz kalbimin pompaladığı kandaki
zehrin beynimde bıraktığı bir hasar bende olan. Bende olan farkında olmama
rağmen güçlü bir umutla hiç gelmeyecek birini bekliyor olması cılız vücudumun.
Zaman inatla kabul ettirmeye çalıştırdıkça gerçeği, susmamın bana verdiği
kalıntıları bir araya getirdiğimde, yenildiğimi hissediyorum. Kaçırdığım ya da
görmek istemediğim gerçeği yüzüme vuran insanların arasında. Aslında yaşamamın
rölantisidir bu. Ancak son nefesimi verince yiteceğini düşündüğüm. Bu yüzden bu
gerçekten ve bu gerçeğin nedeninden vazgeçmeyeceğim.
Hem
böylesi Tanrı’nın bütün gayesi olan tek başınalığını yaşamaktır aslında.
İnsanın kendi kendine yetebilmeyi öğrenmesidir. Ama zor gelir bu hepimize.
Çünkü birlikten doğan kuvvetin itici gücü, biraz düşünme ve çokça konuşma
yeteneği olan canlıları tembelleştirir. Hatırla; başına ufacık bir şey gelse
gözlerin hemen bir sevdiğini arar. Anlatmak istersin hemen, bir yakınına. Elin
telefonuna gider. Anlata anlata bitiremezsin olanları. Tekrara sararsın.
Rehberinde numarasını yeşile basıp çevirdiğin biri daha, uzun uzun anlatıp
kırmızıya sürdükten sonra parmağını, parmağını kaydırıp bir başkası, bir
başkası daha.
Mutluysan,
herkes sen mutlusun diye mutlu olsun istersin. Kalabalık olma ihtiyacının
sebebini aklından geçirmeden yaparsın bunu. Oysa her duygunun geçici olduğunu çok
iyi bildiğin halde. Bunu yaparsın. Yapmalısında. Sen insansın.
Ya
mutsuzken. Yine arasın. Sen insansın dedim ya. Elin yine telefona gider. Rehberinde
yeşile basmaya değecek birini ararsın. Yeşilde huzur. Canın yanıyorken, ne
zaman biteceğini sorgulamaktan derinleşirken yaran. Yeşilin huzuruna inanırsın
yine de yaşadığın hiçbir durum gerçek mutluluğu kapına getiremez. Bunu da adın
gibi bilirsin. Bildiğin ne çok şey var senin. Yaslanacak bir omuz arayışın belki
de sırf bu yüzdendir. Görüyorsun, dış etkenlere iştahla bağlanmış bir ruh
haliyle zor yaşanıyor bu hayat.
Yani
diyorum ki sonbahar gelmiş aldırma. Bak bir ayı bitti, bitecek çünkü. Sen dön
içine ve yaşamaya bak. Başına gelen ne varsa kabullen. Ne çok mutlu ol ne de üz
kendini. Tek gerçek senin ömründür. Şimdi bunları okurken; işteysen, çalışma
hayatının bütün gerginliklerden arın. Akşam eve geldiğinde sevdiğin şarkıları
dinleyip yaşadığını hisset. Evindeysen, çek pijamalarını üstüne, çayını demle,
uzat ayaklarını, sevdiğin bir kitabı oku ya da seyre değer bir film izle.
Tavsiye istersen söyle. Yoldayasan, arabadaysan, otobüsteysen, uçaktaysan, metrodaysan ona da sen çare bul. Zamanın geçişini durdurmak mümkün değil. Acı veya
mutluluk bir duruma bağlıysa eğer kalıcı olmayacak inan. Sürekli bir
beklentiden ziyade, devinmeyen bir uyumdur insanı kalıcı olarak mutlu kılan.
Tek başına bir kenti gülümsetir senin gözlerin
Arkanı dönsen ülke ağlar