29 Eylül 2019 Pazar

Sonbahar'a bir not


Sonbahar, umutların, ağaçlardan bir bir dökülmeye başlayan yaprakların, konservelik kavanozların, cam önüne dizilmiş turşu bidonlarının, sırtlarına çanta vurmuş gelecek nesil insanların başladığı ve mevsimlik aşkların bittiği ay. Düşüncelerin daha derin, gökyüzünün daha koyu, mavinin bıraktığı sıcaklığın yerine yağmurun soğukluğunun hissedildiği ay. Eylül’ü teslim etmek üzereyiz artık Ekim’e. Geç kalsam da yazmaya bu mevsimi, ne yazacağımı düşündüğüm, düşündükçe derinleşen çaresizliğim ve mevsimin bana getirdiği güzel, çirkin, acı, tatlı ikileminin karmaşıklığı içinde Eylül’ün sonuna kalmıştı sözcüklerim benimde. Neyse ki kaçırmadan sonbaharın ilk ayını kaleme sarıldım bu gece, not düşelim, bir tarih, bir saat, bir de yer ile;

Eylül 29 2019 – 21.25 – ANKARA

İçinden çıkılmaz bir haldeyim aslında. Dinmeyen yağmurlarda uzaklara boş bakarken gözlerim, özlemin sivri tarafı kaburgamın arasına girmiş, her sıkıştığında nefesim daha bir acıtıyor. Diyorlar ki çok karamsar yazıyorsun, çok karamsar bakıyorsun hayata. Ben karamsar değilim, vücudumda tertemiz kalbimin pompaladığı kandaki zehrin beynimde bıraktığı bir hasar bende olan. Bende olan farkında olmama rağmen güçlü bir umutla hiç gelmeyecek birini bekliyor olması cılız vücudumun. Zaman inatla kabul ettirmeye çalıştırdıkça gerçeği, susmamın bana verdiği kalıntıları bir araya getirdiğimde, yenildiğimi hissediyorum. Kaçırdığım ya da görmek istemediğim gerçeği yüzüme vuran insanların arasında. Aslında yaşamamın rölantisidir bu. Ancak son nefesimi verince yiteceğini düşündüğüm. Bu yüzden bu gerçekten ve bu gerçeğin nedeninden vazgeçmeyeceğim.

Hem böylesi Tanrı’nın bütün gayesi olan tek başınalığını yaşamaktır aslında. İnsanın kendi kendine yetebilmeyi öğrenmesidir. Ama zor gelir bu hepimize. Çünkü birlikten doğan kuvvetin itici gücü, biraz düşünme ve çokça konuşma yeteneği olan canlıları tembelleştirir. Hatırla; başına ufacık bir şey gelse gözlerin hemen bir sevdiğini arar. Anlatmak istersin hemen, bir yakınına. Elin telefonuna gider. Anlata anlata bitiremezsin olanları. Tekrara sararsın. Rehberinde numarasını yeşile basıp çevirdiğin biri daha, uzun uzun anlatıp kırmızıya sürdükten sonra parmağını, parmağını kaydırıp bir başkası, bir başkası daha.

Mutluysan, herkes sen mutlusun diye mutlu olsun istersin. Kalabalık olma ihtiyacının sebebini aklından geçirmeden yaparsın bunu. Oysa her duygunun geçici olduğunu çok iyi bildiğin halde. Bunu yaparsın. Yapmalısında. Sen insansın.

Ya mutsuzken. Yine arasın. Sen insansın dedim ya. Elin yine telefona gider. Rehberinde yeşile basmaya değecek birini ararsın. Yeşilde huzur. Canın yanıyorken, ne zaman biteceğini sorgulamaktan derinleşirken yaran. Yeşilin huzuruna inanırsın yine de yaşadığın hiçbir durum gerçek mutluluğu kapına getiremez. Bunu da adın gibi bilirsin. Bildiğin ne çok şey var senin. Yaslanacak bir omuz arayışın belki de sırf bu yüzdendir. Görüyorsun, dış etkenlere iştahla bağlanmış bir ruh haliyle zor yaşanıyor bu hayat.

Yani diyorum ki sonbahar gelmiş aldırma. Bak bir ayı bitti, bitecek çünkü. Sen dön içine ve yaşamaya bak. Başına gelen ne varsa kabullen. Ne çok mutlu ol ne de üz kendini. Tek gerçek senin ömründür. Şimdi bunları okurken; işteysen, çalışma hayatının bütün gerginliklerden arın. Akşam eve geldiğinde sevdiğin şarkıları dinleyip yaşadığını hisset. Evindeysen, çek pijamalarını üstüne, çayını demle, uzat ayaklarını, sevdiğin bir kitabı oku ya da seyre değer bir film izle. Tavsiye istersen söyle. Yoldayasan, arabadaysan, otobüsteysen, uçaktaysan, metrodaysan ona da sen çare bul. Zamanın geçişini durdurmak mümkün değil. Acı veya mutluluk bir duruma bağlıysa eğer kalıcı olmayacak inan. Sürekli bir beklentiden ziyade, devinmeyen bir uyumdur insanı kalıcı olarak mutlu kılan.

Tek başına bir kenti gülümsetir senin gözlerin
Arkanı dönsen ülke ağlar

22 Eylül 2019 Pazar

Renkli, ama çelimsizdi...

Evet bir zamanlar mutsuzdum, hem de çok mutsuzdum. Aklınızın alamayacağı bir mutsuzluk. Şarkıların sözleri hatırlanmayacak eski. Şiirler bitti.  Eskiden sevgililere yazılmış o aşk şiirleri içinde içime işleyen kelimeleri, duyguları gelişine paylaşınca, bir dönemin sonu da kendiliğinden gelmişti. Aşk hala aşktı, sevgili hala sevgili. Fakat hayalini kurduğumuz o yaşam düeti kendiliğinden tükendi bitti. Kalbim haftalarca mutfağın bir köşesinde unutulmuş kahve bardağı gibi içi kararmış ve bu karanlık ruhumu ele geçirmiş, hayatla tek bağım olan -renkli ama çelimsiz ölme isteğimden de- beni vazgeçirmişti. Ruhumu yok etmeye kararlı bir karanlık.  

Tüm bu karanlığın içine birden yeniden çıkıp gelmiştin. Karanlık, birini yeniden görme isteğimi söküp almışken, senin gülüşüne sakladığın gün ışığı aydınlatmıştı yeniden. Bir rahatlama hissetmiştim. Huzur; başka bir tenin dudaklarının arasında ki kelimeleri fısıldarken oluşan gülümsemeymiş meğer.  Sözlükte ki anlamını ne olur değiştirin. Bana bu kadar uzak bir hayatta yaşarken, yine yanıma gelmen. Karanlığımdan, kararsızlığımdan söküp alman, endişelerimden uzaklaştırman. Senin farkında olmadığın bir an'da benim fark edilebilir olmam tesadüf değildi... 

Kabusların artık normal geldiği, bir rüyadan uyanmış gibiyim. Karanlık bedenime yüzlerce yeni alışkanlıklar kazandırmıştı. Ölümün bile korkutucu gelmediği, sevginin nasıl bir his olduğunu unutturduğu, özlemin ne demek olduğu hakkında daha önce öğrendiğim her şeyi silip, insana ait duyguların ne demek olduğunu unutturan, benden farklı bir ben yaratan karanlık gitmişti.

Karanlığı yırtan bir cesaret senin sayende doğdu. Genetik mirasım güncellenip, yirmili yaşlarımın o çılgın cesaretiydi ilk aydınlanan. Bu bir geç kalma değildi. Bu bir var/olmanın telaşlı örneğiydi. Hayatımı etkileyecek doğruyu zamanında hissetmekle ilgiliydi. Bunu karşıma geçerek kurduğun cümleler değiştirdi. Yıllarca bir insanı tanımak ya da yeniden hayatında olmak unutulmayan bir sevginin gerçeği miydi? Oysa tüm hislerin, bütün beğenilerin, saptırılan gerçeklerin, yaşanılanların, eğilip bükülen düşüncelerin, onca zaman yazılanların, aklımıza gelenleri paylaştığımız kısa mesajların, onca yıkıntının üstünde, bu bir son/ilk konuşma değilse, biz bu sonucu hak etmedik, ömrümüz bu talana layık değil demektir ve bunun koca bir anlamı olmalı kat ve kat güçlenen.

21 Eylül 2019 Cumartesi

Alışmak

İnsanın hayatı "alışmak" üzerine kuruludur. Yaşamında iyi veya kötü giden ne varsa ona zamanla alışır ve kendine yeni/den heyecanlar arar. Bu doyumsuzluk insanın doğasına özgü bir davranıştır. İnsan, doğası gereği alışır. Alışır, yakınının öldüğüne, sevdiğini kaybettiğine, yürümeyen ilişkilerine, kötü giden okuluna, iyi gitmeyen evliliğine, iyi gitmeyen işine... 

"Alışmak" insanın ömrünü yavaşça tüketen bir süreçtir.

...

Adam uzun süredir hayatının bu denli monoton gitmesine, geride bıraktığı geçmişine sahtelikler katıp yalnız yaşama sürecine alışmıştı. Bazı geceler, bazı hayatların içine dalıp kendini özgürlüğe doğru salıp, sonunu başka birinin hayatına bağladığı, o başka birininde sustuğu an her şeyin yok olup gideceği sahte bir hayata başlamıştı. Hiç kimsenin onu anlamayacağı bir yerde. Hiç bir kelimenin ya da düşüncenin mantıklı olmadığı bir hayat sürecinde tanımadığı bir yaşam sürdü. Bir şeyin yahut birilerinin her zaman insana ait olması gerekmiyormuş öğrendi. Sahte bir geçmişle, yalandan kurduğu gelecek yaşam sürecinde, kaybettiği ne varsa hiç katmadan tek gerçeği kendi beyninin içinde bir nokta halinde bırakıp, hatırlamamak üzere yoluma devam etti. 

Hep bir mucize bekleyerek hayattan. 

Hayat, acımasız olduğu kadar bu süreçte çok kahkahaya boğdu, nefes almakta zorlandığı kahkahalarının sayısı, acılarıyla eş orantısını kaldırdı. Yerini, toprağına kendini resmen kabul ettirmiş bir fidanın kökleri kadar güçlü, gökyüzüne eriştiği dalları kadar yeşil ve diri bir hale getirdi.

Adam "alışmak" üzere, yeni bitirdiği hayatına, yeniden "alışmak" üzere başladı.

  

17 Eylül 2019 Salı

Kendine Kat Beni

Seni tanıyıp, bildikten sonra başka bir hayat tasavvuru olur mu
Bu kadar iyiliğe, bu derinliğe, lahutiliğine alıştırınca beni,
Elbet seni hatırladım yine, hayallerime seni sardım
Yalnızlığıma bir sigara yaktım, şarapla yıkandım, benden saklanmışsın
Bende gözlerindeki siyah sürmeler, yüzündeki allığı bıraktın
Düştüm ama öğrendim, senden vazgeçmedim,
Güzel anılarımla kaldım ben seninle,
Daha dün hasretle yollarını gözlüyordum ki, geldin
Gelişin vuslattı, ya gidişin yeniden...
Gitmemeliydin.
Seni sevmek aşka yapılmış bir betimlemeydi,
Bir okyanusun mavisi ya da çimen yeşili, gözlerim gibi
Sana gönlümü açalı bunca yıl olsa da her gelişin yenidir bana.
Sen gelince beni heyecanlı bir telaş alır, öğrettin
Hatıralarımdan öğrendim, kendini kandır bana bırak
Duyup hissettiğim şeyleri ifade edecek söz bulamam, ırak
Nasıl karşılanmalısın, sana ilk söz, ilk bakış ne olmalı
İyi niyetim, bu adam seni kandırarak geçmişe döndürmeliydi
Ben yine sana tutkun, yine senin tesirin altında 
Müstesna bir zamanı yaşadım, sonrasında
Kalp sana ayarlı, gözler senden başkasına kör, 
Dilim senin öğrettiklerini tekrar ediyor…
Aşkın insanı değiştirme gücü bir kere daha belirdi.
Ben sonuçları değil süreçleri istiyorum senden.
Çünkü aşk bir süreçtir, insanı hamken pişirir
Seni beklerken beklemenin bütün acılarını, hazlarını, 
Ama en çok insanı sevmeyi öğrettin.
Hep aşkla geldin, aşka geldin, güzel anılarınla sen
Duygumu, düşüncemi, müşahedelerimi değiştirdin
Aşka tercüman olan efsunlu beyanı da senden öğrendim.
Yağmur oldun, fırtına oldun, denizleri aştın, gündüz oldun
Sürprizlerle dokundun yüreğime, solmaz, tükenmez oldun
Önce esaretten kurtardın, ardından kendine meftun
Şimdi bende bir sevgi istidadı varsa o sendendir.
Seni düşünmek yüceltir beni, 
Aşk dediğin sabırla beklemesini de öğretir,
Beklerken, neredeyse geldiğini bile fark etmezsin
Seni beklemek bekleyişlerin en güzeli
Sen hep varsın, hiç gitmedin ki…
Sana yazdığım son şiirde, seni yazmadığım günlerden vazgeçtim

12 Eylül 2019 Perşembe

Garip

İç içe geçmiş otobüslerde dalgalanan insan sesi
Beynin en karanlık köşelerine kadar ulaşan bir uğultu
Tek başınayım, pantolonumun ağı yırtık, paytak paytak dolaşıyorum
Yaşım tam otuz-altı, bir sene daha yaşarsak otuz-yedi
Kafiyesiz şiirle tanışmışım yirmi-altımda belli
Cebimdeki son para ile Bulgar malı sigara
Sokak köşesinin başındaki bakkaldan kibrit
Ters dönmüş bir kaplumbağa gibi sonrası çok garip

8 Eylül 2019 Pazar

İnsansız Hava Sahası

Yeterli düzeyde kafayı çektiğimiz zaman hepimiz iyi anlaşacağız...

İyi geceler sayın dinleyen, bıraktığım yerden,
İnsandan Öte burası!


Çok acı var buna göre hareket edelim ve daha kaybedecek çok şeyimiz olacak, kedimizi buna hazırlayalım. Şimdi bize ne iyi gelir biliyor musun? Kıyak bir hafıza kaydı veya kaybı. Eksikliğini duyumsuyorum. Bu kadarını hiç beklemiyordu bu kadavra. Hayatın hep adil davrandığını düşündüğüm halde adil falan davrandığı yok. Boktan bir yaşamın içine saplanmış insanlar o kadar seçici ki elinin tersiyle ittiği kaderin dili olsa düştüğü uçurumdan, avazı çıktığı kadar bağırır, sağır eder vicdanlarını.

Adım adım yükselirken, sözcüklerin ördüğü duvarlar, hüküm gecenin kahramanı olarak bir yerlerden taşıyor yine... Entelektüel kavramını bireysel olarak kendimize kolayca atfettiğimiz bu teknoloji savaşında, geceye zafer sunma gururunda insanların yalan söyleyip söylemediklerini, hırsız olup olmadıklarını, tecavüzcü, katil, sübyancı olup olmadıklarını yüzlerinden okuya bildiğinizi bir düşün. Kıskançlık, kibir, cimrilik, bencillik, sorumsuzluk, kin, düşmanlık gibi bütün olumsuz karakterlerin renkli lekeler halinde vücutlarında belirdiğini farz et. 

Nasıl bir hayat olurdu acaba? 

şimdi otobüs gelir biner gideriz


7 Eylül 2019 Cumartesi

Gece Vakti Tırnaklarını Sandaletin Tokasına Geçirmiş Üşürken Bira İçen Kadın


Bilmiyorum insanlar tuhaf, ben mi? Cevaplarını bilmek istemediğim sorularla yaşamak kadar zor mu, senin olmak? Ya da düşüncelerimin, özgürlüğümün kısıtlandığı bir yerde düşünsem de farkında değilmişim gibi yaşamak? Karamsar olmak! Bilmem ki, doğruluğuna inandıklarımın ardından dedikodusunu yapmak kadar yıkıcı mı şimdi sözcükler?

Zırvalamakla, saçmalamak arasında sıkışıp kaldığım nefesi veriyorum şimdi... Bütün sabahların günaydınla başladığı, bütün gecelerinin iyi geceler dileğine sıkıştığı geçmiş güzel yıllardan arınmış bir gelecekte, zor yeniden bütünleşmek... Kafamın içinde başka yaptığım bir çok eylem varken, gözlerimi her kapattığımda buram buram acının küf kokusu vuruyor burnuma tuhaf, sanki seninle hiç yan yana gelmemişiz gibi. "Ben bunları birine yazmak istemiyorum." cümlesinin ortasında geçirdiğim biri olabilme ihtimalin kaç?

O sen değilsin, siz'siniz artık kelimesindeki ciddiyet. Bedeninin içine giren, içinde taşıdığının dışkından başka bir kadın oldun sen. Pardon siz'siniz'! Bir zaman onuruma, seni sürdüm lekelendi kendim... Suskun oldum. Nedense duman altı ettim kendimi, kendimi boğdum. Pasifleşti etrafımdakiler, aktif olmak için çok yorgundum, sen içerikli hayatımda, kendimi bir cümle dışa vurdum. Bir var olmak varken, yok olarak yaşamanın saniyelerinde geçiriyorum zamanı. Saatler artık sıkıyor. Aklım korkuma bağlı, "sıkılmadan yaşanan günler" adı altında seninle zaman geçiriyorum.

Ağlayarak başkalarını sömürtemem kendimi, duygularımı el altından milletin diline vuramam.. Bu kadar ucuza gitmemeli değil mi? Sen işini bilirsin dediğim zamanlarda ben yapmam gerekenleri yapmıyordum evet... İşimi bilerek yaptığım en güzelini yaşatıyorum şuanda sana? Üstünü kapatarak seni yazıyorum mürekkep soğukluğunda, üşümezsin burada.

Şimdi söyle bana karakterleri bitmek bilmeyen kadın?

"Pardon, hangi karakterine soyundun?"


Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...