26 Haziran 2013 Çarşamba

Bende çok sevdim, benim de var kalbim.
Bir dünya varsa, ben neredeyim.
Gel gidelim uzaklara...
Gel düşünme, bul beni kaybolduğum karanlıkta.
Başını göğsüme yasla, düşümü anla...
Kıyılarına vurdum bilinmezliğin,
Usanmadım, uslanmadım, yalın ayak aradım.
İnan bana, gönlüm dünden ve bugünden uzakta.
Ölüm, düşünceme öyle yakınken sensiz,
Düşünmeden çık gel, kapıma.
Ya da sen yorulma, çağır ben geleyim yanına.
Yüzüne hasret gözlerim aydınlansın,
Gökyüzü bulutlarını kaldırıp, yerini güneşe bıraksın,
Yaşanılan bütün kötü anlara inat,
Yerine güzel umutlarla başlasın hayat.
Ağaç yeşilini, toprak nemini, gökyüzü mavisini
Nasıl güzel gösterirse doğa,
Bizi de yakıştırır, elbet oraya.

21 Haziran 2013 Cuma

Soğuk Bir Gece

Yaşamının sadece gazete sayfalarında ki üçüncü sınıf haberler gibi sıradan olduğunu düşünüyordu. Hiç sevmemiş gibiydi, yaşıtlarına oranla daha iri görünüyordu. Sakalları yirmi üç yaşında beyazlamaya başlamıştı. Bira içmeyi sevmezdi skoç viski tek favorisiydi. Her akşam aynı bara gider aynı köşeye oturur ve gözlerini bütün gece ayırmazdı televizyondan. Birbirinden saçma programlar eşliğinde dört duble viskisini kısa aralıklarla yudumlar kalkardı yerinden. Fötr şapkasını hiç çıkartmazdı başından. Kirden rengi değişmişti onca yıl. Gri bir takım elbise ve üstünde hiç değişmeyen uzun bir parduseyle gezerdi. Koca burnu ve iri gözleriyle korkunç görünüyordu. Sakallarını hep sinek kaydı yapardı. Sanki beyazlıklarını saklıyor gibiydi. Hiç bıyık bırakmamıştı, uzun saçlı da olmamıştı. Yıllardır yapmaktan zevk aldığı tek şey kaldırım taşlarını saymaktı eve yürürken. Yine soğuk bir gece, dışarıdaki tipi haberlerini aldırmadan üstünü giyinmiş her akşam olduğu gibi viskisini içmeye çıkmıştı yalnız yaşadığı tek odalı geniş evinden. Bu gece kaldırım taşlarını saymanın zor olduğunu görüyordu, yinede karın dolduramadığı yerlerden zorda olsa görünen kaldırım taşlarını inatla saymaya çalışıyordu. Barın kapısına kadar hiç sıkılmadan sayarak gelmişti. Pardusesini çıkardı vestiyere teslim etti. Yağan tipiden dolayı biraz ıslak olduğu ve viskisini bitirene kadar kurutulması söyledi suratına bile bakmadığı vestiyerdeki kıza. Kızın cevabını dinlemeden oturduğu köşesine yöneldi ve viskisini istedi. Yüzünü yine televizyonun olduğu yöne çevirmiş içmeye başlamıştı. Son viski kadehi elinin altına gelmişken, başını ilk kez farklı bir yöne çevirdi. Vestiyerde ki kıza yönelttiği bakışlarında korkutucu bir sertlik vardı. Kız çok geç olmadan bakışların üzerinde ki etkisinin farkına varmıştı. Kızın bakışlarını ona doğru çevirdiğini görüce çirkin yüzünü yine televizyona döndürmüştü. Sessizdi. Kimse yoktu bu gece barda. Tipi haberlerinin en kötü yanı buydu. Boş gecen ve müziğin sesinin kısıldığı barların sayısı artardı. Şehirde kış ciddi bir sorundu aslında. Çoğu işletmeci bu yüzden kapatmıştı mekanlarını. Ayakta kalanlardan biri olan bu barda tam kırk bir senesini geçirmişti. Hiç şehirden ayrılmamıştı bu yaşına kadar. Farklı yerler görmeyi hep istemişti ama sıkıcı buluyordu değişim denen olguyu. Onun ihtiyacı olan tek şey skoç viski, evden bara kadar olan kaldırım taşları ve bar sandalyesi idi. Yabancılık çekmediği yerde mutlu oluyordu yalnız bir mutluluk. Hiç evlenmemişti. Yatak arkadaşlıkları bu yüzden fazlaydı. Kaç kişiyle birlikte olduğunu hatırlamayacak derecede çoktu. Her zaman yattığı kadınların parasını öderdi. Onlar fahişe olmasa bile bunu yapardı. Nedenini kimse bilmezdi. Sanki kimseye muhtaç olmamak kimsenin hakkını yememek için böyle davranıyor gibiydi. Son bardağı yudumlayıp hesabı bardağın altına bırakmıştı. Bu kez bir farklılık yaratmıştı. Onca yıl hiç bahşiş bırakmadığı yere yirmi papel daha fazla bırakmıştı. Oysa bu paraya üç tane daha içebileceği halde. Mutlu görünüyordu uzun zaman sonra yüzü. Sanki son kez geliyormuş gibi çıkmıştı bara girerken yüzüne onca yıl bakmadığı vestiyerdeki kızın yüzüne bakarak ve ona da on papel bahşiş vererek. Barmen ve vestiyerde ki kız alışık olmadığı bu duruma şaşkın gözlerle bakmıştı. Hiç konuşmadan sessizce kapı gıcırtısıyla soğuk şehre yönelmişti. Sol tarafa doğru attığı adımını birden sağa doğru çevirdi. Evine yönelen ayakları şimdi neden yıllardır belki yürümediği tarafa doğru yönelmişti. Sakin adımlarla yürüyordu kaldırım taşlarına aldırış etmeden. Pardusesinin yakasını yüzüne doğru kaldırmıştı. Üşüyor gibi görünüyordu elleri cebinde olmasa titrediği belli olurdu. Hava bu yıl daha bir soğuktu ve tipi saatlerdir hiç hızını kesmemişti. Bu havada nereye gidiyordu böyle. Bu gece olağan dışı hallerinin nedeni neydi. Arkasından yine gelmeye devam ediyordum bende. Hiç benim onu takip ettiğimi düşünmüşmüydü acaba. Fark etseydi döner sorardı kesin bu zamana kadar böyle bir şeyin farkında olmamasının mümkünatı yoktu. Hatta bir kaç kez konuştuğumuz için bunu sorması zor değildi. Hiç sigara içtiğini görmemiştim. Büfenin önünde durup bir paket Pallmall isteyene kadar bu durumu normal karşılamazdım. Bir kibrit çakıp sol cebinden çıkartıp titreyen elinin içinde sigarasını unutulmuş bir şekilde yıllar öncesini andırır bir halde ateşledi. Derin bir nefes alıp soğuk geceye büyük bir duman bıraktı, yürümeye devam ederken. Bir nefes daha aldıktan sonra hafiften bir öksürük tuttu ve sigaranın kalan kısmını öylece karın üzerine attı. Simsiyah bir leke bırakmıştı izmariti kaldırımın üzerinde sokak lambasının parlak bir beyazlıkla sergilediği karı. Bir şeyler mırıldanmaya başladı epey uzak olduğum için fazla anlaşılır değildi söylediği ama mimikleri ve sesinin tınısı şarkı söylediğini belli ediyordu. Keyfinin yerinde olmasına sevinmiştim bu gece onu izlerken. Yıllardır gördüğüm resmiyeti ve sert hali bir anda gözlerimin önüne mutlu, sevecen bir adamış gibi geldi. Duraksadı. Durdum bende. Arkasını dönecek gibi tam başını çevirmek üzereyken olduğu yerde düştü yabancı bir kaldırım üzerine üşümüş ama sıcak bedeni. Koşarak yanına gittim. Elimi beline doladım kaldırmak için düşen bedenini, gözlerimin içine baktı. Gözlerini ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Eşi olmayan bir parlaklık ve canlılık vardı yaşına rağmen. Dudakları hafif bir tebessüm içinde bana bir şeyler söylemek istercesine titredi. Sadece soğuk havanın bıraktığı bir buhar çıkmıştı aralanan dudaklarından. Titriyordu bedeni kapanırken gözleri. 

19 Haziran 2013 Çarşamba

Bir selam yolla gittiğin yerden
Bıçak yarası gibi hasrettin derinden
Şarkılar kederime ortak olurken
Hala haber bekliyorum senden
Dostluk duvarına resimler çizerken
Ne yazık bir şey gelmiyor elden
Bak bugün bir yaş daha büyüdüm
Gitgide sen oldu günler geçerken
Bir şeyler olmadı değil
Seyir defterimi değiştirmedim de değil
Anılar taze iken değiştirmek
Bu yalnızlık içimde büyürken 
Aynı deryaya doğru açılır seyir
Hala bir haber beklerim senden
Gemim rotasını çevirmiş
Rüzgarı arkasına almış yelken
Hızla, inatla sana gelirken

14 Haziran 2013 Cuma

Söylenmemiş bir aşk-ı hayat.
Biri uzaktır, biri yakın.
Geçmişin kapısı aralandığında,
Yeni bir aşk hazırda durur.
Alır sever, sevilir, unutturur.
Öyle bir cümle, söze koyulur ki...
Durur konuşamazsın, vurur anlatamazsın.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Hayatın anlamını arayan insanlar
İnançsızların sonsuz düşünceleri
Aptallarla dolu şehirler yaratır

Aşk Bir Tutunmadır Nereye Gidersen Seninle Gelir Sessizce

     Yüzümde hüzün tanesi, günler geçiyor bir şekilde. Seher vakti üşüyorum, yalnızlığıma bir sigara sarıp yakıyorum, kendimi avutabiliyorum ya da avuttuğumu sanırıyorum. Başımı henüz doğmaya çalışan güneşe kaldırıyorum. Hadi gel diyorum, gelmezsen ne olur diyorum. Gelmezsen olmaz diyorum. Süslü cümleler kurmayı daha kolay başarıyorum. Sen gittikten sonra, ayrılık. Ayrılık işte! İnsana yapamayacağı şeyleri yaptırıyor. Bazen kendimi dünyanın en büyük yazarı sanıyorum, bazen de en büyük şairi seni her satırında kelimelerin seni betimleyen. Sadece ben değilim seni anlatan, şarkılarda var elbet güzel olan. Yoksa bir hayat o kadar uzakken sen, nasıl geçer yalnız. Yalnızlığım, bedenimi bir bıçak darbesi kadar sarsıyor. Yalnızlığımı dolduracak tek şeyin biliyorum sen olduğunu. Çoğu zaman bir rüyada bırakmışım gibi geliyor ayrılığı. Her gün yeniden uyandığımda boşluğunu hissediyorum ama. Kalkıyorum yataktan elime telefonumu alıyorum, eski mesajları okuyorum. Bana 'Günaydın canım' dediğin mesajları. Kendimi avutmanın yolunu nasılda bulmuşum öyle değil mi? Keşke, keşke diyorum sensiz geçen günlerde yaşadıklarımı da avutmanın yolunu bulabilseydim. Aynı dünyanın farklı noktalarında birbirimizden uzak yaşamanın en kötü yanını öğrendim. Yanına gelememek değil üzen. Güldüğünü görüyorum resimlerde. Bu aslında gelmemem için en güzel sebep yanına. Zaten, senin hayatına gelirken, en çok istediğim senin gülmen iken. Neden şimdi öyle senden habersiz rotamı denizlere çevirip karaları yarıp gelmem. Gelip seni üzmeye değer mi? Değmez öyle, değmez...
     Bu sabah sana bırakılan bir yazıyı okudum. Gerçekten öyle derin duygularla yazılmış ki yaşanılamayan bir sevgi. Seni sevdiğini anlatmış genç adam, krizantem çiçeği. Bıkmadan yorulmadan onca zaman. Dedim kendi kendime seni sevmek yakışır herkese. Sonra gülmeye başladım. Ben sevildim de senin içinde... Halen seviliyor muyum bilseydim keşke. Eskiye dair ne varsa oradan öğreniyorum bu sorunun cevabını hala...
     Hayatımdayken, uzun bir zaman bile geçmemişken, yazdığın bir mesaj hala telefonumda yer ediyorken, açıp okudum. Evet okudum! Dün gece... Sonra gözlerim doldu, özür dilerim, ağlamama kıyamazsın öyle derdin. Ağlamadım, ağlayamadım. Sen sevmezsin diye, sen duyarsın, sen hissedersin diye ağlayamadım. Uyumaya bir daha uyanmamak için uyumaya karar verdim. Kapattım gözlerimi gecede. Sabah. Uyandığımda aklıma ne geldi biliyor musun? Hani o kadar zaman uyumayıp seninle konuşmak için uykusuz kaldığım, uykusuz kalmanın gerçekten mutlu ettiği, yorgunluğun ne olduğunu bilmediğim anlarım düştü. Güç veriyordun demek ki varlığınla. Anladım sonradan. Sormadın biliyorum, sorar mısın onuda bilmiyorum ama. Senden sonra gücüm kalmadı, kazansam da en büyük zaferi bir kral gibi en küçük ordumla. Mutlu edemedi senin gibi. Tekrar tuşuna basılmış bir teyp gibi hüznü her gün yeniden dinliyorum, damarlarımdan kalbime akan. Hele bir de seni tanıyan insanları gördükçe daha bir kahroluyorum. Benden önce seninle tanışanları. Hayat bu mu ya! Bir bakıyorsun kaderinin en kötü gittiği anlarda, karşında bir melek gülümsüyor, gizlice seni gözlerinin içinde görüyor ve gördükleriyle gerçeği buluyor. Sonra buyur ediyor hayallerini süslemen için bir bakıyorsun hayal hiç gerçek olmamış gibi. Anılarını, beraber el ele gezdiğin sokaklarda, öpüştüğün yollarda ve seni seviyorum dediğin duraklarda arıyorsun tek başına. Yine de sanki inat edercesine gülümsüyorsun, en güzel anlarda yaşandı o giderken bile. Boğazında düğümlenen ayrılık kelimesi geliyor aklına. Bedenin sarsıntı geçiriyor. Titriyorsun, bir kez daha yaşıyorsun o cümleleri beyninin her yerinde. Kalbin sızlıyor, kaçamıyorsun. Nefesin daralıyor, bitti diyorsun. Görüntüler hızlıca kayboluyor, şehir gizemli halini bozuyor ve gerçek haline dönüyor. Gürültüler sokakta artıyor. Boka batmış hayatını kurtarman için yalvarıyor aklın. Kendine gelmek için kendinle mücadele ediyorsun. Yine seni düşünüyor ve soğumaya çalışlıyorsun, senin başarabildiğin gibi, ısınan bedenini. Bunalıyorsun gitgide. Hüzne karışıp dönüyorsun evine. Uyumak uyumak için. Uyamak ve unutmak için. Henüz gece olmadan hemde. Yürümeye başlıyorsun, telefonu çıkartıp yazmak istiyorsun. Anlatmak nafile, rehberde bulmak zor değilken, gözünü bir arkadaşının numarasına çeviriyorsun. Seni aramaktan kaçıyorsun yine. Yabancı bir vücut ne kadar teselli eder bilmeden, sanki daha üç beş dakika önce yıkılmış olan halini belli etmeden, konuşmaya başlıyorsun rastgele çevirdiğin numara ile. Buluşmak istiyorsun, onu özlediğini söyleyerek hafifçe. Yalanların, kendini kandırman daha bir büyüyor içinde. O an yapabileceğin tek şey bu olmasa yapmazdın belkide. Yine karşıda ki ses seni kırmadan geliyor yanına hızlıca, çünkü sesin ele veriyor kalbinde ki acıyı ne kadar yalan söylesen de. Kaldığın yerden devam ediyorsun hayatına dosttunla bir iki bira içerken sahte gülümsemelerle.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...