20 Aralık 2015 Pazar

Olduğu Kadar Güzeldik

Kafamın içi gece kadar karanlık düşlerle doluydu. İyi bir başlangıç yaptığıma inanıyordum, koltukta uyandığım sabahların ardına, uzun süredir uyumadığım yatağımdan kalktığımda. Beyazdı sıyırdığımda perdenin yarısını, pencerenin ardındaki tablonun görüntüsü. Pazardı ve okullar tatil olduğundan okul bahçesi boştu, çocukların gürültüsüne on yıldır hiç alışmış olmamam rağmen, gözlerim bir an sevinçle okul bahçesinde koştukları anı aradı. Kar bırakılmış karanlığın sabahlığında… Gülümsedim.
Balkona çıktım. Yaklaşık otuz beş dakika önceydi. Bu gün doğumundan çok kısa sonraki bir saatti. Gökyüzünün griliği, hafif bir rüzgârın geceden gelen temizleyip, pakladığı, okul bahçesindeki çamların ve toprağın, karın ve kentin kömür kokusuyla karışmış havayı içime çektim. Kar hafiften yağmaya devam ediyordu ve rüzgârla yolunu şaşırmış birkaç kar tanesi yüzüme çarpıp eriyordu, sıcaklığında tenimin.
Tekrar tekrar içime çektim kokuyu, hayatı, hayatımı. Keyiflenmiş, huzur dolu, dakikalar boyunca hiçbir şey düşünmeden durdum balkonda, seyrettim, soğuk, donuk, mat kaplamanın içindeki kenti.
Son yudumumu alıp kahve fincanından içeri girdim ve yarım bıraktığım perdenin tamamını açıp çalışma masama geçtim.
Uyumaya çalıştığımda, geride bıraktığım günün, tasarladığımdan farklı geçtiğini düşünüyordum. Sanki günü yöneten tatlı bir oyun gibiydi zaman. Sıradan, spontane. Böylesi tasarladığımdan uzak kalmasına rağmen güzel gelmişti. Geride bırakılan iki senenin verdiği utanç yüklü zincirlerin koptuğunu hissediyordum, bakışlarının kararlılığında. Bütün tereddütler, hicaplar bir tarafta; ruhlarımız birbirini kucaklıyordu.
Kurs çıkışına henüz yarım saat vardı geldiğimde Mithatpaşa caddesinin köşesine. Caddenin devamlılığının bozulmaması için yapılan köprünün yanından ilerledim. Sakarya caddesine dönen köşedeki çay evine girdim. Hava soğuktu. Isınamamıştı vücudum bugün. On katlı kurs binasının çıkışını görebildiğim bir masaya geçtim. Kaldırımlar soğuğun sakinliğini üzerinde taşıdığından net bir şekilde görülüyordu kursun çıkış kapısı. Çay ve simit söyledim gelen garsona aç olmadığım halde benden önce gelenlerin ritüelini bozmak istememiştim. Ankara’da günün her saati çayın yanında meşhur simidi yenirdi aç olmasan bile.
Siparişim masaya gelmeden telefonuma mesajı gelmişti “ çıktım, nerdesin?” bu kadar çabuk olacağını bilseydim oturmazdım diye düşündüm. Başımı kaldırdığımda kursun kapısında dikiliyordu. Aradım ve caddenin karşı çaprazında bir çay evinde oturduğumu söyledim. Oysa kursun önünden almak için sözleşmiş olmamıza rağmen dersinin erken bitmesi ve benin verdiğim siparişi iptal etmem utancımdan söz konusu olmadığından planım bozulmuştu. 
Caddeden geçmenin zor olacağını söyledi. O yüzden üst geçidi kullanıp geleceğini söyledi, söylemiyle yanıma gelmesi arasında geçen süre üst geçidin uzunca basamaklarını düşündüğümde şaşırtıcı derece hızlı gelmişti. Sanki koşar adımlarla gelmişti geçen yılların kaybını çoğaltmak istemediği için.
Oturdu, bir çayda ona söyledik. Büyümüştü, on sekizinde tanıdığım haliyle değildi. İki yıldır gördüğüm haliyle değildi. Son gördüğümde taktırdığı diş tellerini bile çıkartmıştı. Yüzü yirmi üç yaşının ve yaklaşık altı ay sonra alacağı üniversite diplomasının yorgunluğunu yansıtıyordu. Hala güzeldi.
Her sorumda dâhil olamadığım hayatını sorguluyordum. Oysa sevgiyi, sohbeti, hüznü, sevinci çok iyi yansıtmayan parmak uçlarının dokunduğu tuşlarda geçirdiğimiz çok zaman olsa bile teknolojinin verdiği monitörlerde, hangi tuş daha etkili olabilirdi ki sıcacık bir gülüşten ya da konuşurken değişen yüz ifadesinden. Konuştum durdum, dinledim sustum. Anlamı vardı, anlaşılıyordu, masanın üstünde soğuyan çay bardakları ve ısınan sohbetin. Gözlerinde dile getirdiği uykusuz geçen gecelerin yorgunluğu, dilinde beni anlama çabasının acemiliği ve hiç tamamlanmayacak cümleler zamanın asla yetemeyeceği. Bu, benim için dünyadaki en güzel ve en hüzün dolu görüntü ve eğer tekrar gülecekse, sorularıma yanıt vermekte zorlanınken şaşkın ifadesini yüzüne takınıp yanımda oturacaksa ben beklerim.

8 Aralık 2015 Salı

Bir Mutluluk Tasviri

Usulca kahvemi yudumluyordum. Telefonuma gelen mesaj sesiyle yerimden doğruldum ve yazdıklarımı okuyan tanımadığım bir ten, bir yüz, bir ses, bir isim; bir numara ve yazdıkları sadece gözlerimin önünde. Anlamak istiyordu düşüncelerimin ağırlığının içinde kaybolmuş ruhumun değişik geçen zamanlarını. Dahası da var, kendini olduğu kadar benim yerimde hissediyordu… Bilmediği çok şey olmasına rağmen, yazdıklarımın yaşadıklarımla orantılı olduğunu ve yaşadıklarımın yaşadıklarıyla orantılı olduğunu düşündüğü bileşik oran orantı problemi kurmuştu bile kendince. Cevapları bulabilseydi problemin hatasını görebilecekti ama o kadar kendini inandırmıştı(bir süre mesajlaşmamızdan sonra farkına varmıştım) ki... Unuttuğu şey kimse kimsenin hayatını, acısını yaşayamaz ve kesinlikle benzer diyebileceği bir yan olamaz.

En çokta kaybettiği bir sevgiyi görüyordu yazdıklarımda, eminim. Başka bu denli bir ortaklık, kayda geçtiğim yazılarımdan çıkartabileceği bir sonuç değildi. Ne diyordum. İşte, bilmediği kısım burada gizliydi aşk aynı vücut iklimine sahip kişilerin aynı mevsimi yaşamasıydı ve benim mevsimim kalabalık bir dünyada yalnız kaldığımda başladığımdı. Bu yüzden bütün kitaplarda filmlerde dergilerde konu aşk ve anlatan olduğu sürece hep ayrı kaleme alınmıştır düşünceler, yaşanmışlıklar ve tanımı aşkın cümlelerde. Bu yüzden bir ortaklık değil, bir kaybediş serüvenine ait olan ortaklıktı bizimki hepsi bu.

Bunun dışında ruhlarımız hep aç ve evrensel olarak mutsuzuz. Bu hiç mutlu olmadığımız anlamına gelen bir kesinlik yargısı değil. Sadece mutluluk diye adlandırdığımız sözcüğün anlık yaşanılan bir his olduğunun farkında olan biriyim ve pollyannacılığa düşman biri olarak da eklerim. Gezegendeki insan nüfusu her geçen gün artarken ve bu artan nüfusu belli ülkelere ait markalaşmalar (giyim, teknoloji, yiyecek ve içecek vs.) kontrol ederken. Örneğin, dünyanın en büyük firmalarından, Google şirketinin insansız hava aracı ve savaş teknolojilerinin yapımını yüklenmesi, bu sadece bir örnek olarak görünse de bunun gibi ülkemizde ve diğer dünya ülkelerinde ismi karşımıza çıkan bu küresel firmaların bize getirdikleri. Korkunç. Günümüz teknolojileri anlık mutluluklar oluşturabilir ve onun dışında istedikleri kesinlikle dünyayı yok etmek. Sonuç, mutsuzluk. Neden, güç. Küresel bir mutsuzluğun içinde, mutluluk kelimesi hep saçma gelmiştir.

Bir tarafta bu kadar barbarken, bir yanda anlık mutluluğa dâhil olsak ne olur olmasak. Bize mutluluk gerekliyse önce kurtuluş gerek.

4 Aralık 2015 Cuma

Şiirini bilmediğim bir Ankara akşamı
Yağmurdan ıslanmış kaldırım taşları
Seni arıyorum kuşkusuz, ıslak
Kimsenin anlatamadığı satırlarda 

Sessizlik

Gözlerini dikmiş, dikkatlice ayın yüzümü aydınlatan kısmını inceliyordu. Güzel bir geceden beklenecek ne varsa gözlerinde vardı. Neşem, gecenin tül gibi zarif, ılık bir rüzgarın çarpışıyla yüzüme dağılıyordu. “Geceyi sevdiğimi söyledim.” Yıldızlardan ve bizden başka kimse görünmüyordu etrafta. Cırcır böceklerin ve yanımızdaki gölden gelen kurbağa vıraklamarının dışında, konuşmama müdahale eden hiç bir ses yoktu. Beni duymamış değildi.

Soluk alış verişinin bile net anlaşılmadığı bir an, dikkatlice bakmaya devam etti. O da seviyordu anlamıştım. Bildiğimi, bildiği için sustu ve “konuşmaya değil sadece hissetmeye ihtiyacımız var” der gibiydi. Açıklama ihtiyacı hiç hissetmiyordu. Haklıydı da. Konuşmak; bir yerde bozmaktır insanlığı, doğayı, ırzına geçerek hem de. Konuşsa, bozulacaktı gece, bozulacaktı ay, bozulacaktı göl, bozulacaktı çimenler, bozulacaktık biz, cırcır böceklerinin sesleri, vıraklamalar ve evren ve dehşet verici yalnızlık…

Sakindi. Her zaman olduğu gibi. Gülümsedi, inci dişleri karşımdaydı. Heyecanlandım, gülüşüne gülüşümle karşılık verebildim mi tam olarak anımsayamıyorum? Onun kadar güzel dişlerimin olmadığını fark ettim. O her şeyden farklı, herkesten farklı görünüyordu.

Hayata diş geçirmeye çalışırken bunu sakince yapmaya çalışan biriydi. Bana büyük heyecanlarla öğrettiği ve benim ondan öğrendiklerimi, diğer insanlara da öğreteceğimi düşünürdü, kutsal bir inançla. Hem de kendi anlatma ihtiyacı duymadan. Haklıydı da farklı periyotlarda vücudumu yeniler, zaman algımı değiştirir ve öğrendiğim ne varsa, beni daha anlamlı kılar. Beni anlamlı kılan her şey, bir başkasını, bir başkası bir diğerini, bir diğeri, bir başka diğerini… Bu anlamlar böylece büyüyüp uzunca bir zinciri oluşturur. Sonunda istediği gibi, konuşmadan anlaşacaktı bir gün tüm dünya...

Tüm dünya üzerinde yaşanan hepimizin bir nedenden dolayı birbirine bağlandığı derin bir sessizlik, hayaliydi onunki.

Anlamıştım; onun bana hediye ettiği adını şu an hatırlamadığım bir kitabın sayfalarını konuşuyordu bakışları, “insan sesinin çıkardığı gürültüyü başka hiçbir canlı çıkaramazdı, fısıldama olsa bile. Çünkü insanın çıkardığı seslerin bir anlamı vardı ve zihinde kapladığı yer evrensel bir boşlukta uzayıp gidiyordu. Şekil değiştiriyordu, ‘Acaba’ oluyordu, ‘ya da’ oluyordu, ‘Belki’ oluyordu, ‘Hassiktir’ oluyordu. Anlamını değiştiriyor, değiştirdikçe zihne daha fazla basıyor, kokuyordu.

Tüm bu anlattıklarımı bilmem, konuşmadığımız o geceye dayanır.

22 Kasım 2015 Pazar

Yol Nereye Gider

Gözlerimi açtığımda halen otobüsteydim. Yolculukların en kötü anı, bir an önce geçmesini istediğiniz yolların seyrinde ağırlaşmış göz kapaklarınızın birden kapanmasıyla, gözünüzü açmanıza neden olan bozulmuş asfalt yolların varacağınız yere gelmeden sizi uyarmasıdır. Yinede ineceğim yere yaklaşmış olarak uyanmam güzeldi. Daha önce onlarca kez kat etmiştim aynı otobüs firmasıyla bu yolları. Değişen hiçbir şey yoktu. Asfalt yolların bozulduğu yerler haricinde. Muavin, keyifli bir gün dilekleriyle anons yaparken, doğruldum ve gerildim geriye doğru. Huysuz bir halim ve uyuşmuş bir vücudum vardı. Yanımda koridor tarafına bakan koltuğun yolculuk boyunca boş kalması güzeldi. Oldukça rahat geçirmiştim bütün bir yolculuğu. Uyuduğum kısımları ve uyandığım anı saymazsak. Kaptanın park yapmasıyla orta kapıdan kendimi dışarı atmam arasında vakit kaybı çok yoktu. İndim ve bir sigara yaktım. Bavulum yoktu. Sırt çantamı aldığım gibi çıkmıştım yola. Kaçmak gibi. Kendimde değildim, düşüncelerim susmuş, beynim bomboştu. Halen uykulu bir tarafım olduğundan değil. Aksine otobüse bindiğimde olan yorgunluğumu geçiren bir tadımlık uyku olmuştu, koltuk uyuşuk bıraksa da bazı bölgelerimi. Sigaramdan bir fırt daha çektim ve yolcu kalabalığından içinden hafif manevralarla sıyrılarak biraz öteye ilerledim. Gün batıyordu, o kadar güzel bir görüntüydü ki böyle büyülü bir anda onunla olmam gerektiğini hissettim. Onunla olmam. Ne kadar zaman sonra bilmiyorum, yanımda durup benimle aynı anı paylaşan kızı fark ettim. Güneş gözlükleri manzaranın tadını çıkarmasına razı gelmese de, çok güzel açık kumral saçlarıyla izliyordu gün batımını benim gibi. Onlarca martının suya batıp çıkışını, güneşin battığı o anda bu görüntünün yaşattıklarını sanki an durmuşçasına benimle beraber izliyordu. Gün tamamen batana kadar öylece yan yana durduk. Yanıma gelmedi, konuşmadı, kımıldamadı hatta. Benimle beraber martıları izledi. Ters ışıkta onlarca martı bize yetişmeye çalışıyordu ve birden kayboldular. Hepsi bir anda, gidişlerini izledik. Aniden. Kaçıncı sigaramı içtiğimi bilmiyordum, yorgundum, üzgündüm ve martılar gitmişti, dalgalar biraz kendini hissettirmiş ve hafif bir rüzgâr eşlik etmeye başlamıştı ona güneşe el sallar gibi geceye uğurlarken yerini. Şehre varmam için otobüs durağına doğru yürüdüm. Şehrime vardığımda hava kararmıştı, bitkindim ama uykum yoktu. İki şişe ucuzundan öküzgözü ve çalkarası karışımı şarap alıp evime vardım.Telefonum ne yolculuk boyunca ne de sonrasında çalmamıştı, telefonumun artık çalmayacak olması kulaklarımı sağır etti. Onu bir daha duyamayacak olma düşüncesi mideme bir bıçak sapladı ve beynim bomboştu. O kadar düşünemiyordum ki kendime yardım edemiyordum bile. Kendime yardım edemiyordum. Fazlasıyla aciz hissediyordum kendimi. Ben hiç daha önce böyle hissetmemiştim kendimi. Bana neler oluyor, Tanrım. Panik halinde evin içinde dolaştım, salon, mutfak, yatak odası, banyo… Her yerde fotoğraflar, her yerde hatıralar, eşyalar. Geceliği yatağın kenarından sarkıyordu. Komidinin üzerinde en çok sevdiği şairin kitabı halen duruyordu. Tokası ve parfümü banyo aynasının önündeydi. Tokadının izi hala yüzümde... Ağlaması hala gözümün önünde... Gülüşünü hatırlayamıyorum. Olduğum yere çöktüm, ayaklarım taşımıyordu, oysa ağır biride değildim. Yer çekimi daha bir fazla geliyordu sanki. Bir insan ne kadar çökebilirse o kadar çöktüm, boğazımda acı bir tat, bedenim soğuk zemin üzerine uzanmış dizlerimi karnıma çekmiş, ağladığımı hissediyordum. Ağladığımı… Toprağın dibine indim, köklere sarıldım, kendime sarıldım. Ağladım, ormanları besler gibi ağladım, vücudumdaki tüm kanı akıtır gibi ağladım, bir insan ne kadar ağlamaması gerekiyorsa ben o kadar ağladım… Ağladım…


21 Kasım 2015 Cumartesi

Bir kadının göz kapakları altında dünya, gün ağardığında
Vakit onları ve beni doğururken, Pebble'la.
Sesinin tınını bir nebze bile kulaklarımdan çıkaramadığım
Hayret, Roma ağlarken, Ankara güneşli
Gece kadar uzun, kara bir hikayeyi anlatmak gibi  

15 Kasım 2015 Pazar

Öyle İşte

Artık bekleyemem güneşin doğuşunu, sonrası karanlık
Gece bu işte.
Yelkenler tuz kokusunu verdiğinde, fırtınadan önce
Mavi bu işte.
Yalnız kalmak isteseydim, çekip giderdim çiriş otları arasına
Sessizlik bu işte.
Kapılıp bir tren durağında beklemeye, yolcular içinde
Hasret bu işte.
Kafam bulandığı zaman, arttıkça kadehte kıvamı şarabın
Unutmak bu işte.
Öyle başlar yaşamak dizelerde, öyledir dalaşımız şiirle
Öyle bu işte.

8 Kasım 2015 Pazar

Kavuşmak Üzerine

Koca bir şehrin yalnızlığı var üzerimde şimdilerde,
Kederli bir akşam, içmişim, sarhoşum, hepsi bu.
Olmadığın saatleri geri alsam, kaç kış bahara çıkar.
Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum; tek istediğim,
Her şey güzel olacak, her şey güzel olmalı diyorum.
Etrafımdaki her şey seni özlememe neden oluyor,
Özgürlüğümü yine senin gözlerinde bulurum diyorum.
Beni yeniden seveceğine, hala inanıyorum…
Sen birilerin hiç kimsesi oldukça, mutlu oluyorum.
Belli mi olur, başka bir akşam masamda iki kadeh olur.
Sarhoş oluruz, geçen zamana güleriz, susarız kısa kısa
Konuyu değiştirmek üzere, hayal bu kur kurabildiğince.
Çok şey vardı anlatılacak belki de, canım acıyor, susuyorum.
Dudaklarım kanıyor, yoksun, öpmüyorsun, geçmiyor…

6 Kasım 2015 Cuma

YüzYıl

Yüreğin çırpınışlarına
seslenmek,
Bedenden uzaklara.
Ve pırıl pırıl bir saflığa
doğru yelken açmak,
Temiz ve hafif,
aşk rüyalarına bırakmak,
uyuyan düşleri.
Tinsel düşüncelerin etkisi altıda,
taşınan saflık hayalleri,
yüzyıla kök salan… 

5 Kasım 2015 Perşembe

Saçları dağılmış, mumların aydınlattığı yüzünde
Gözleri uzaklara dalmış, göze çarpan kaçamak siluetinde
Bir parfümün yumuşaklığı çağrışımdır mesafe üzerine
Dolayısıyla yokluk üzerine bir arayış kalabalık içinde

1 Kasım 2015 Pazar

İnce Belli

Öyle ya,
Susmak gerçeği anlamanın tek yoluydu
Artık öğrendim ki; kimi sevdiğin önemliymiş
Hak edilmiş çaresizliğin içine yüklediğin sevgin
Hüznün baharla beraber geleceği yermiş
Gel ağırdan alalım konuyu, önce değiştir
Başkalarında yalnız kaldığını hissettiğinde
Bulduğun zaman yanlış sevgiyi
Her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli
O olacak değil ki
Saat 20.50 geceye doğru ilerler belli
Bir gülüyorsan sen, tamam geldi
Hadi kapatıp gidelim, çay içelim istersen
İnce belli

31 Ekim 2015 Cumartesi

İnsanoğlu

Tuhaflaştım yine bu aralar...
Penceremden içeri sızan güneş,
Günaydın diyor.
Sandalyeye astığım ceketim,
Dün gece olup bitenlerden habersiz.
Anlamadığım şeyler oluyor, 
İçimi sıkıyor...
İnsanoğlu azizim, iyi davrandıkça, 
Çabuk unutuyor.

Çare

Hani böyle en konuşulması yerde susmalarının anlamı
Çaresizliğimdir, tek kelime dökülmesi için dudaklarından
Çabalamak,
Sığınamıyor sözcüklere, kararıyor gözlerim, dar geliyor yine…
Umut,
Satırlarımda bahsettiğim mürekkebin en koyu olduğu yerde.
Sence de çok pollyannacılık oynamadık mı?
Aç gözlerini, dünyanın hayallerinde ki gibi olmadığını gör.
Yaşadığın her an, soluk benizli yanaklarından süzülen gözyaşını
Sil!
Onla(nla)rı korumak adına döktüğün…
Elveda demeyi öğren geçmişine ve sevilmeyişine, acıttığı kadar
Bağır!
Kalbinin derinliklerinde saklanmış bir adet hüsran var,
Bul!
Vur hançeri sessizce göğsüne, dağılsın ellerine kan ve hüzün,
O kadar ki; yokluğunun içinde kayboluyor ruhun.
Bunu bil!
Bu bir iç çöküş,
Bul çıkar onu, boğulmaktan kurtar kendini, kurtaramadım seni  

25 Ekim 2015 Pazar

Ceza

Bir kalbi tanımak mı ceza, yoksa dilediğin kadar uzak durmak mı?

Aramız soğuk olacak diye korkmam, sıcak aralıklar çabuk geçer diye

Artık dudaklarımda ki cümlelerin öznesi sen olmayacaksan, git

Sevgisizlikten dolayı; hata düzeltmeleri, kaba örnekleriyle yaşandı zaten

Bir gün birimizin öleceğini bilip, herkesin gördüğünü görmezden gelerek.

Ne zaman bırakır insan içinde söylenmeyi; özlemek neyse, sayende anlamı oldum.

Çaresizlik pelesenk oldu dilime, bir şeyler fısıldayan dilinde, gel desem de...

4 Ekim 2015 Pazar

KADIN KOKUSU

Titriyordum sabaha karşı, son nota zorla bastığım -mi- sesi ve iki kelime
Ah kadın “ellerinden öpüyorum”, neredeydin daha önce, bir şarkı söyle bana
Bir sahil kasabasının orta yerinde, yüzüne doğan güneş, yasadışı bir güzellik göstergesi
Muhtaç olduğum duyguları esirgeme benden, anarken seni altıncı cadde üzerinde
Yeşil bir kadın, taze, mavi bir ten, tutkulu, kahverengi bir duruş, asi
Şehre adınla giriliyordu sanki, gerçek mutluluk bir kuşun kanadında
Bir günün doğuşundayım şimdi, seni güzel olan her kelimeliyle andıkça
İçtiğim Fransız şarabı değildir, öğrencilik yıllarının 5 liralık it öldüreni
Sonra tutup her kadını sarhoşluğumda sana tamamlıyorum, biraz şiir ve şairim
Bütün şehir şiir kokuyor, ben sana ağlıyorum, şehir seni ağlıyor, masum
Yeryüzüne hayal kırıntılarımı bırakıyorum, hayal karışıyor, yüzün gözlerimin önünde
Son gördüğüm haliyle, biraz solgun, biraz kirli, biraz bulanık, yine de gülümsüyor
Uzatıyorum ayaklarımı banktan öteye, çimlere sarılıyor ayakkabılarım, biraz soğuk
Kelebekler uyanmadığına göre kış gelmiş, demek soğuk olması bu yüzden
Ömrün saçların kadar güzel olsun kadın, ah bir de ellerim sahibi olabilseydi
Gecenin soğuk köşelerinde bir duraksama, kalkma vakti geldi, paragraflar altında
Seni Tanrı’yla baş başa bir kez daha andım, sanki umutlarım yeniden toplandı
Bir hüznün mutluluğa ermesi bu, göklere açılan avuç içinin yakarması,
Pembe bir yalnızlığın, mutluluğu bulamadığı her figürle yeniden konuşması
Güneş solgun, ince gülümsemesiyle ısıtmaya çalışırken, son tango, Scent of a Woman


  

30 Eylül 2015 Çarşamba

Üçüncü Sınıf Suretler

Okumaya fırsat bulamadığım bir gece, çok sessizlik, çok sevgi
Midem bulanıyor, üçüncü sınıf suretlerinin, birinci sınıf yerlerinden
Yalnızlık şarkılarının en sancılı hali kulaklarıma yayılıyor-
Akşamları dinlediğim kent radyosundan, çıkarıyorum tüm isimleri aklımdan
Ağırdan uzanıyorum yatağıma, aklımda; sen, sen İstanbul oluverirsin
Kirlendik çok oldu, karanlık bir gecedeydik, geceyi hizaya getiremedik, dert oldu
Ay’dır yatağımın en karanlık yerini aydınlatan, pencereden içeri ve sen
Yüzünü gördükten sonra bir şeyin farkına vardım, benzetemedim; neden
Haddini aşmış bir anlamsızlık yürüyordu, dirseklerine fazlasıyla yakın
Paragraflarıma sığmayacak kadar yabancı bir keder, basit bir kadraj
Anlamış olabileceğini düşündüğüm kelimeler, kötü yazılmış bir senaryo
Öyle büyük bir kaybediş ki; İstanbul’da yan yana gelsek, boğaz ikiye ayrılır
Galata kulesi saçlarını aydınlatırken, çay içmek meydan ortasında…
Mavi aklımda, ben maviye giderim, mavi karşımda, mavi hayal kırıklığı
Mavi soğuk, mavi kederli, mavide değil, ellerinde boğulmak önemli
Yazmak ve yaşamak arasında gidip geldiğim kadın,
Soğuktur Ankara, dışarı çıkarken ceketini giymeyi unutma…
Sen bilmezsin; Fransız bir şarkıyı sever ama rakıyı da acıdan içer
Oturup bir rakı içeriz beklide, coğrafyanın en güzel yerinde, şerefe
Bahsedemediğim çok şey var elbette, biliyorum buralardasın, vakit çok
Ya da yok; Bir nefes yerine, bu gece bir seni bırakıyorum Tanrı’ya
Cahilim kadınlığına, çığlık mı atsam karanlığa, rüzgâr mı vurur kıyıya
Tanıdığım bütün şiirlerden güzelsin, gülüşünü döktüğün başkentte
Dokunamadan hissetmek nedir söyler misin?

23 Eylül 2015 Çarşamba

İhtimalden öteye gitmeyen bir şiir bırakıyorum parmak uçlarına

Zamanı, sesin kulaklarımı doldurmuş, resmeden kadın

Buğulu mutfak camının ardında, ince belli bardakta çay içerken

Halbuki şehir, tüm çocuklar çıkmış oynarken, yalnız

Susman, susmak ne zormuş, anlatamadan karşılıksız ki;

Gecenin en yoğun vakti bitti, bulutlara güneşin doğuşu

Hadi hazırlan, şiirlerimde yoksunluğunun olmadığı sabah

Tut ki bir daha günaydın yazamayacağım, yeni güne, artık

Susabiliriz, sergilenmiş bir resim gibi anlaşılmak için, bir yerde

22 Eylül 2015 Salı

Benliğimizi korumaya çalıştığımız her an
Şehvetle yolumuzu tırmanıyoruz,
Yol uzun, yol dolanbaçlı, yol yorucu
Yinede…
Yaşanılası en hüzünlü maskemizi sıyırıp,
yüzümüzde gülümsemeyle
Günün en güzel yerinde yeniden başlıyoruz,
yürümeye

21 Eylül 2015 Pazartesi

Günaydın

Konuşamadığımız her vakit, ince bir hüzün

Hafif bir rüzgar eserken doğuyordu gün

Kırmızı giy kadın!

Tan vaktiyle inat etsin güzelliğin

Ve alabildiğine mavi, sonrasında oluşan

İşte! Bu yüzden güzeldi manzara

Tut ki yağmur yağdı, kentin tüm çukurlarını süsleyen

Susmanın bu denli anlamlı olduğunu bilmezken

Güçlü bir kelime vardı artık;

Günün ilk saatlerinde sana söylenen…


20 Eylül 2015 Pazar

Ellerim altında kan tortusu, son sabah ve gece bir daha asla,
Kaybettiğimiz Kadıköy sokakları, kayda geçmiş sen ve ben anılmakta Şimdi tenha vapur iskelesinde beklemek, saat: 6.45 Ellerim saçlarında, göğsümde uyanmak yerine...

19 Eylül 2015 Cumartesi

Yüzüme değen bir ışık huzmesi kadardı yalnızlığım. Sıcak, sımsıcak bir ışık huzmesi… İşte, O’nunla, karanlıklardan, sıkıntılardan beni kurtaran, içimdekileri haykırıp o’nun geldiği yöne tümüyle, her şeyi canlandıran bir ışık huzmesi.

O’na ait, o’ndan geriye kalan…

Ufak bir tıkırtı yeter bana parçalanırım bir anda. Yürek bu ya parçalansa da kalır yeniden yaşatmak için orada. İster yinede, yaşamayı, arzulamayı, sevmeyi ve bir zamanla yeni biri olurum, kalan parçalarım bir araya toplanınca. O zaman kendi içimde sıcak sımsıcacık bir ışık huzmesi doğar ve varlığımla varoluşun arasında anlamlı bir şey olurum. Her şey, her şey susar orada konuşurum.

H:K: ya teşekkürler...

8 Eylül 2015 Salı

Biraz Konuşmasak 20

Merhaba;

Lanet olsun! Ne zaman başladı bu his? Nereden çıktı? Şimdi neden? Kendimi hep yanlış şeylere hapsetmişim. İçmeyi seviyorum fakat son zamanlarda sırtımdaki kahverengi lekelerin karaciğerimden kaynaklı olduğunu düşünmek, içki içerken huzursuzlaştırıyor beni. İnandığım Tanrı ideallerimi engelliyor. Beni son zamanlarda tanıyanlar ilginç bir insan olarak görünüyor. İlginç olmak gibi bir derdim yok, çok zor bu. Gerçekten istediğim içinde yaşayabileceğim, yumuşak düşüncelerin hâkim olduğu belirli ya da belirsiz bir yer ve rahat bırakılmak…

Günlerdir yazamıyorum, bir şeyler yazmama engel oluyor ve kollarımdaki damarların parmak uçlarımı çektiğini hissediyorum, kalem tutarken zorlanıyorum. Cümlelerimin düzensiz olmasını sağlayan beynim, yazmama engel oluyor. Kaç gündür tek kelime bile ilerleyemeden yazılarımda, beynim uyuşmuş ve tek bir düşüncenin altında tutsak, nefes almaya çalışıyorum. Başka düşüncelere açılan bir kapıya girmeme müsaade etmiyor bir türlü. Üst üste yaptığım sert kahve çalışmalarım, midemi fazlasıyla rahatsız etmeye başladı. Sigarayı da çok içmeye başladım. İsyankârım. İsyankârlığım kendime. Kendimi toplamam lazım biran önce. Ben basit biri değilim. Yaşadıklarım bana yakışmıyor.  

Oysa sarı saçlarımı, yeşil gözlerimle taşıyan bedenimle, duygular kavramında oldukça gelişmiş türüm. Kaybetmişim sanki bir şeyleri, anlamını bilmediğim bir şeyleri. Anımsaya çalışıyorum, beynim buna da müsaade etmiyor. Tek bir düşünce yoğun bir boşluk içine çekilmiş dönüp duruyor. Yazamamak benim yirmili yaşlarıma küfür ediyor resmen. Yakıştıramıyorum kendime. Bilgi birikimim olgunluk çağımın üstünde olmasına rağmen, yazamamak, ciddi bir takıntı. Yakışmıyor gerçekten. Sadece yazamamak olsa sorunum yine iyi. Duyamıyorum, kaçamıyorum, üşüyorum, sevişemiyorum, okuyamıyorum, koşamıyorum, hissedemiyorum, tadamıyorum, öpemiyorum, koklayamıyorum, yiyemiyorum, inanmıyorum, susuyorum, dinleyemiyorum, konuşamıyorum. İnsana dair ne varsa eksik işte! Kahrolsun! Kahrolsun, hepsi üstü üste binip girişim deseni oluşuyor beynimde. Oysa tek bir değişimle kırınım deseni yaratabilirdim.

Ağzımda sürekli kuruluk hissi var. İçmediğim şey kalmıyor gün içinde, kurtulamıyorum. İçim yanıyor, içim buruk. Oysa ne kadar alaycı olduğumu biliyorum. Kendimle bile dalga geçmesini biliyorum. Yitirdiğim ne ise, o beni bulana kadar böyle devam edeceğimden korkuyorum. Zaman akıyor, şehirler, renkler, insanlar değişiyor. Neredeyim? Ne zaman son durağa gelip ineceğim? Mutluluk? Bilmiyorum. Unuttum…

Unuttum sayın dinleyen, 

                                 güle güle.

30 Ağustos 2015 Pazar

Bir baktım üzerimde aynı tişört, aynı pantolon, aynı ayakkabılar, aynı umutlar, sadece saçlarım vahimlik derecesinde dağınık ve farklı bir şehirdeyim. Yine evden uzak… Başka bir şehirde; aynı dünyaya bakan güneşin ve pencerelerini kapatıp, akşam yemeğini hazırlamaya koyulan başka hayatların, beton veya ahşap duvarlar arkasında yaşamlarını devam ettirirken, yürüyen insanların kısalan gölgelerinin berisinde, günbatımındayım.

Herkes ve hepimiz cahiliz…

23 Ağustos 2015 Pazar

Bak azizim!
Yalnızım diyen insanlara bakma...
Onlar doğruyu söylemiyorlar.
Düşünsene!
Aklında tüm hayalleriyle bir insanı yaşatan, 
Hiç yalnız olur mu?

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edemezsin.
Bir düşünce meselesi. 

Ya ağzına soktuğu bir sigaranın filtresi ya da ölene kadar kendini içerek zehirlemek. 
Kusmaları cabası. 
Becerebiliyorsa onu da. 
Çoktan kabullenmiştir ölümü!
"Çocuk oyuncağı" der. 
Gitmelerin yanı sıra, geçen zamanı anlattıklarında.

16 Ağustos 2015 Pazar

Biraz Konuşmasak 19

Beni senin kapına getiren onlarda.

Benim kalmam...

Yoksa; ya Doğanın yolunu ya da Tanrı'nın yolunu seçmeye karar vermek üzereydim. Tanrı'nın yolunu seçtiğimde gördüğümü sevmekten vazgeçeceğim kesindi. Doğa'nın yolunu seçtiğimde henüz ne olacağını düşünmeme sıra gelmemişti.

Ve kapına geldiğimde, sevgin herşeyiyle öyle bir gülümsüyordu ki; Doğanın yolunu düşünmeden, hazır düşündüğüm bir şey varken, yani Tanrı'nın yolunu seçip, hiç bir şeyin benim için kötü olmayacağını, ebedi olacağını bildiğim halde, sana bağlı kaldım...

Benim kalmam... 

Sana olan, senin yoluna olan, sevdamdı.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Yol

Şehirlerarası yolculuklar, en çok şehirlerarası taşıdıklarınla güzel olmalı; beraberinde götürdüğün anılar, sana hissettirdikleri, geri döndüğünde bulduğun özlem kokulu insanlar.

Ben yapamadım.

Bilirsin, yapamam da.

Yolları severim, asfalt, toprak tozlu uzun yollar. Düz ve kıvrımlı. Geniş arazilerin, çayırların, denizlerin, iklimlerin değiştiği uzun yollar. Önce santim santim getiriyor, sonra santim santim götürüyor. Büyük bir zaman ağırlığıyla; bu kadar kaldı, bu kadar geçtin diyor tabelalar; gitmene, gelmene, unutmana, hatırlamana…

Bu kadar kaldı.

Ben yapamadım da.

Sana pek yakıştı.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Biraz Konuşmasak 18

Her şeyde biraz insan,

Milyonlarca kez ölmüşüm ben, inanıp bekleyerek…

Odanın içindeki çatlaklara bakarak, telefon bekleyerek, bir mesaj, bir çağrı, bir ses, bir nefes.

Değişmiyor, önüne geçemediğim bir bekleyiş. Almış başını gidiyor zaman.

İntihar edeyim dedim, süslü bir intihar olsun istedim. Yapmadım. Öyle güçsüzdüm ki süslenmeye bile cesaret edemedim.  

Değişmiyor…

Bazen elimi kaldırıp durdurmak istiyorum ya da bükmeyi…

Nefes alabileceğim, içimdeki küskünlüğü, arayışı, ağırlığı kaldıracak bir şey söyle bana.

Sen iyisin. Kurtuldun hepsinden. Mutlusun. Resimlerin, mutluluğun duruşunu yansıtan resimlerin var.

Yaşamın keyfini denemeye devam edeceksin.

Bu yüzden sürekli değişen ufukta, her gün yepyeni bir güneşin altında güçleneceksin.

Ben ise inanıp bekleyerek, her gün batımında… 

Neyse.

İyi geceler, sayın di(n)leyen...

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Biraz Konuşmasak 17

Nasılsın,

Aklıma gelmişken sana da sormak istedim.

Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Mutsuzluğumun nedeni başarısızlık değil. Kimsenin bunları çözebilecek kadar cesareti yok sanırım. Tek istediğim cevabı ne olursa olsun bulmak. Tırnak araları çamurlarla kaplanmış bedenlerin, bana yardım etmesi mümkün değil. Ya sen? Ya ben? Ben ise düğümlerimi çözmeyecek kadar kendimde değilim. Hatta son yıllarda o kadar üşengecim ki, üşengeçliğimden ayakkabılarımın bağcıklarını bir kez bağladıktan sonra, açılmamasına özen gösteriyorum. Kısaca benim yapabileceğim bir şey kalmadı. Bu yüzden bir kez de şansımı sende deniyorum. Bakalım bir cevabın vardır, belki. Üşeniyorsun diyebilirsin. Yinede üşengeç biri için, sorunlarımın yanıtlarını bulamaya gidiyor olmam ya da sana soruyor olmam, mantıklı bir durum değil. Tanrı’nın aydınlattığı yolumda, benim gibi çözülmesi mümkün olmayan düğümlerin içinden kurtulmaya çalışan insanları aramaya gidiyorum, yola çıkmadan ben çözebilirsen ne âlâ. Çözmezsen anlarım. Çünkü, kimsen çözüm için çaba göstermiyor, vazgeçemem. Hatta bu durumu kabullenip, gözyaşlarını boşuna dökmeyen insanlarla da tanıştım. Ben umut taşımıyorum. Aradığım çözüm falan değil. Asıl sorun, çözme isteğim bile değil. Çözüm mutluluğumu geri getirecek mi? İşte! Bütün meselem, çözüme ulaşan bir bedenin ne düşündüğünü öğrenebilmek…

Hayat kolay mı, çözüldüğünde? En anlaşılmaz yerinde hikâyemin nasıl biteceğini bilmek istiyorum, hepsi bu.

Sen biliyor musun sayın dinleyen?   

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Biraz Konuşmasak 16

Herkese merhaba bu gece,

Demem o ki,

Diyeceğim çok şey var belli ki...

Ağzınla kuş tutsan yaranamazsın bazen. Bir de isteri krizleri hesaba katarsan, sorma gitsin. Unut gitsin. 

İnsan ilişkileri bir tuhaflaştı azizim. 

Demek istediğim, bir bakıyorum, bir süre biriyle birlikte oluyorlar, onunla geziyor, onunla yiyor, ağlıyor, öpüşüyor, sevişiyor, konuşuyor, kısaca bir hayat paylaşıyor. 

Sonra bitiyor. 

Bir süre kimseyle birlikte olmuyor. Hatta kim gelse, onu en hiddetli yerinden reddediyor. 

Ta ki o an gelene kadar. Canı yeni birini istediğinde… Yani karşısına istediği gibi biri daha çıktığında, bu sefer onunla geziyor, öpüşüyor, sevişiyor ve her şey doğal görünüyor. 

Sorun da bu, kişiler değişiyor, hayatlar ve kurulan hayaller aynı. 

İnsanlar bir garip azizim, hep birisi, birini çok iyi kandırıyor.

İyi geceler sayın dinleyenler.

4 Ağustos 2015 Salı

Biraz Konuşmasak 15

Merhaba,

Yalnız yaşayan biriyim. Öyle yalnızım ki yalnızlığı icat ettim. Umarım hiçbir zaman modası olmaz bunun. İcadımın başıma dert açmasını istemem…

12 yıllık birikimimin içinde genç bir güzele aşık olmuştum. Ona koşulsuz ve geri dönülemez bir şekilde aşık olmuştum. Kötü saplandım buna. Yine olacaksa böyle olsun…
Ağlamıştım ardında. Hiç unutmuyorum. Telefonda geçen o konuşmayı az önce yapılmış gibi hatırlıyorum. Kolay ağlayan biri değildim. Ara sıra duygusal bir filmin birkaç karesinde gizli gizli ağlamamı saymazsak.

Sonra bir gün bir başkasından aşkın olmadığını öğrendim. Onun kendi içinde oluşturduğu bu yalan düşüncesine, eleştiri yapmadan inandım, inanmak istedim. Öyle değilmiş. O kendini kandırabilmiş, fakat ben kendimi kandıracak değilim…

Pencereden dışarı baktığım bir akşam. Birkaç çiftin kalabalık kaldırımdan elle ele inatla ayrılmadan yürüdüğünü gördüm. Zorlanıyorlardı yürümekten, üzerlerine gelen kalabalıktan dolayı. Yinede aldırmıyor terleyen ellerine sıcaktan, tutuyorlardı birbirlerini sımsıkı gevşemesine bile izin vermeden. Gülümsedim, onlar bunun farkında değillerdi.

Aşk oradaydı işte. Aşk vardı. Olmaması imkânsız bir düşünceydi. İlk insanların varlığı bile bu yüzdendi.

Yinede…

Gidince birinden bir gün, bir diğeri, boktandı. Aç kalmaktan daha boktan. Boktan diyorsam öyledir.

Sonuç; o güzelde, orada, bir yerlerde, kalabalığın dışında ya da içinde, yalnız ya da biriyle yürüyordu işte...   

Tanrım! Düşünebiliyor musun? Yakışıklı bir adamın ellerin de. Hayır! Asalak bir adam. Canımı acıtan şeylere çamur atmak. Yakışıklı, asalak. Ne fark eder. Bir adam. Adam. Sanırım küfrediyorum buna. Olmasını istemediğim bir resim. Açıkcası bir düşünceden çok, gerçek.

Belki de o kendince haklı. Benim gibi, anlaşılmaz, kaba, ayyaş biriyle ne işi olur. Brahms’ı, Rachmaninoff’ı, Tdeman’ı biliyor olmam neyi değiştirir. Şehirleri sevmiş olmam. Kâğıtları sevmiş olmam. Daktilo sesini, kitapları, dergileri, iyi filmleri, şiirleri, resimleri sevmiş olmam. En iyi kelimeleri onu anlatırken seçmiş olmam neyi değiştirir. Bunlar benim seçimlerim. O’nun için bunların bir önemi yok. Kendime yalan söylememeliyim. Şanslı bir adam değilim. Yinede yoksul olmak, deli olmak, aşık olmak güzel. O’nu görseydiniz ne demek istediğimi anlardınız. Alın size aşk, var.

Bir şey söylemeliyim. Üniversite sıralarında ders dinlerken kafamı karıştıran bir düşünceydi o’na ait olmak, varlığının sıcaklığını hissetmek. Zaman hızlı geçiyor. Burada bunları yazan bir tane şair var bu gece. Size anlattığım genç kız yok. Ben pisliğin tekiyim. Bu dünyada tek güzel şey o. Bu tür aşka katlanabileceğim tek kimse. Çok içtik, onunla birbirimizi severken. Aramızda şair değildim. Şiir yazmak için, aşık olmak gerekliymiş. Yazabildim. Şairim. Aşığım.

Son bir tek atmalıyım bu akşam. Son bir kadeh o’na kaldırılan… Pencerem açık, müziğin sesi oldukça kederli ve en büyük icadım.

Bundan sonra kimse, yalnız kalmasın.

İyi geceler sayın dinleyen. Yalnızlık senide sarmasın. slə-u-

2 Ağustos 2015 Pazar

Biraz Konuşmasak 14

Merhaba,

İyiye gitmiyor her şey…

Bir kaldırım kenarında ya da bir içki masasında bitiyor. Kusmuk ve dışkıya batarak bitiyor.

İnan acı ve çaresizlik içinde haykırırken bitiyor ve geçirdiğim her iyi günden nefret edecek hale geliyor zaman;

Zira o iyi günlerin anısını bile alıyor ellerimden.

Anlamak yordu beni…

Aradığım yerlere benzeyiş buldum seni.

Sen gel bence güzel şeyler olur.

İyi geceler, sayın dinleyen.

31 Temmuz 2015 Cuma

Biraz Konuşmasak 13

Mavi ay'la açılan akşam da merhaba;

Kendimi hep yanlış şeylere hapsetmişim... 

İçmeyi seviyorum, tembelim, siyasetim, fikirlerim, ideallerim yok. 

Boşluğa doğru uzanmıştım, gayet rahat. 

Bir çeşit var olma ve bunu kabullenmiştim, zamanla. 

Bütün bunlardan da ilginç bir kişi çıkmıyordu ortaya. Ben buydum. Bundan ötesini istemedim. İsteyen oldu mu? Bilmiyorum. Bilsem de umurumda olmazdı. 

İlginç olmak gibi bir derdim de yok, çok zordu bu. Böyle yaşamak. Kolay görünse bile. 

Gerçekten istediğim, içinde yaşanacak yumuşak ve belirsiz bir yer ve rahat bırakılmaktı, özlemlerimle...

İyi geceler, sayın dinleyen.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Biraz Konuşmasak 12

Selam.

Odamda tek başıma, intihar eşliğinde, düşünüyorum. Kendimi hiç bu kadar yalnız hissettiğimi hatırlamıyorum. Evet. Elbette, kendimi çok kötü hissettiğim zamanlar oldu, ama ilk kez bedenim düşüncelerimi tartamayacak kadar ağır, sürüklüyor beynimi intihar eşiğine.

Yalnızlık beni resmi günler dâhil hiçbir zaman bu kadar rahatsız etmemişti. Yalnız kalmaya doyamam. Ibsen’den bir alıntı yapacağım: En güçlü insanlar genellikle yalnızdır. İnsanları bilirim, bu halimle alay edecekleri kesin. Gülüyorum onların bu denli düşüncelerine. Aptallık sadece.

Yalnızlığımdan bu gece şikâyet etsem de, bunun değişeceğinin, anlık bir hâl olduğunun farkındayım. İnsan kendini tanır, ve böyle hissediyorsam gerçekten, bunun gerçek bir sebebi vardır.

Genellemelerden oluşmuş bir hâl değil. Sadece ana ait ve gerçek bir güzelliğin içinde, beynimin ihtişamlı intiharı eşliğinde, kaşlarım çatık, dudaklarım çatlamış, ağzımda sigara kokusu, uzun süre açlığımın verdiği halsizlik ve uykulu gözlerim, mürekkebi parmaklarımdan akan kalitesiz bir tükenmez kalemle not aldığım bu satırların içinde sessiz bir iz saklı. Sadece yalnızlığımın nedeni olan şeyin anlam verebileceği bir iz… Karşılıklı mı?

Karşılık diye bir şey yoktur. Zamanlı kabullenme vardır, ama zamanın gerisine ve ilerisine vardığımızda dışa dönük bir karşılık yoktur.

İyi geceler, sayın dinleyen. Eğer böyle bir şey mümkünse...

21 Temmuz 2015 Salı

Seni Beklerim Ya Beklemesinede

Seni bekleyebilirim ya beklemesine de,

bekleye bileceğim kadar

Gözlerini bekleyebilirim, hüzünlü gözlerini

Sonra saçlarını, ışıl ışıl geceyi aydınlatan

Ve gülüşünü, ayın hilal şeklini alan

Seni bekleyebileceğim kadar beklerim

içimde bir süre terk etmeyebilirim

İçimdesin, öyle kal, kalırsın ya

Sonra mevsimler, yıllar geçer

Ay derinden batar, şeklini değiştir, dolunay

Sonra güneş batar, doğar, batar

Hava bulutlu, yağmur yağar, kar yağar, hava soğuk

Seni beklerim ya beklemesine de

Beklemenin de güzel yanları var

Sen hiç bekledin mi birini gelmeyeceği kadar

Sanki yeşilin içinden çıkıp gelecek gibi, renkli

Sanki toprağın kokusunu içine çekerek

sarının ardına gelecek gibi, tutkulu

Ya da kapının çalacağını ansızın, yolunu bile bilmediği

Seni beklerim ya beklemesine de

içimdesin bu doğru, dedim ya öyle kal, beklerim ya

Sonra uzun asfalt yollar alır karşıma

Gelmezsin ya, akşam olur

Otururum bir sokak lambasının altında, kaldırım üstü

Bir sigara yakar,

Önce sağa sonra sola bakarım, karşıdan karşıya geçmek değil ya

Seni bekliyorum ya, önün ardım sıra

16 Temmuz 2015 Perşembe

Sende Gelsen

Hayır, anlatabiliyormuyum!

Sıcak bir yaz gününde, gözlerin doğuyor gecelerime.

Tam bu noktada ellerim kanıyor,

Çünkü sesin kulaklarımda çınlıyor.

Bu yüzden,

Şiirlerim son bulurken, sende gelsen…

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Biraz Konuşmasak 11

Merhaba,

Güneşin son çırpınışları…  Ne berbat bir görüntü, sıkıntılı, huysuz ve parasız insanlar, iş çıkış saatinde. Eve gidip uzanacakları, televizyon seyredecekleri ve ertesi gün gene aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak üzere erkenden yatacakları anı iple çeken insanlar…

Başımı pencerenin kenarına dayamış sigaramı tüttürürken yüksek binaların, oda ışıkları ve yanan sokak lambalarının içinde gölgelerini seyrediyorum. Odayı saran Ryan Adams’ın otuzlu yaşlarının sesi, tek huzur veren his. Kalabalıktan kurtulmaya çalışan şehrin batı yönüne bakıyorum. Batıya ait yaşanmışlıkları gözlüyorum, batı sevgime bakıyorum, batı kızgınlığıma, batıda kaybettiklerime, batı özlemime, batılı sevgilime, batılı sevdiğime, batıya giden insanlara, batıya uçan kuşlara, batıdan geçen insanlara, batıdan gelen insanlara, batan güneşe, batıya, batıya, batıya.

Batıyor…

İyi akşamlar, sayın dinleyen.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...