29 Temmuz 2013 Pazartesi
Seninle buluşmaya geldim. Hayallerimde uzanan bedenin. Suyun üzerinden yavaşça kayıyordu toprağa. Üzgün olduğumu söylemek isterdim. Ne kadar güzel olduğunun farkında mısın? Seni arıyorum. Seni bulmam gerekiyor. Sana ihtiyacım olduğunu bilmen gerekiyor. Sınırları kaldırmamız gerek aramızda ki. Seni bulmam gerek. Bana sırlarını söyle hadi. Bana sorular sor yine. Baştan başlayalım her şeye. Sanki ilk kez dünya kurulurcasına. Baştan başlayalım birbirmizi tanımaya. Kolay değil ayrılmamız. Kimse için ayrılmak kolay değildi zaten. Kolay değil. Sana ihtiyacım var. Gel hadi, dön geri. Beni sevdiğini söyle. Gel, ele geçir bedenimi, yeniden. Ben seni ararken, olduğumuz gibi geri gelelim birbirmize.
25 Temmuz 2013 Perşembe
Büyüyorsun...
Büyüyeceksin (Yaşlanacaksın)... Sonra alışkanlığın olan her şey değişecek. Yüzündeki çizgiler artacak, hayatın geride bıraktıklarının anısı olarak. Saçlarını boyayacaksın belki, aynaya baktığında alışamadığın beyazlıklar yüzünden. Adımların yavaşlayacak daha derin ve sık nefes alacaksın. Farklı cümleler kurmaya başlayacaksın. Mesela hitap ederken birine artık 'evladım, çocuğum, yakışıklı v.s.' diye cümlelere başlayacak özneler kullanacaksın. Güzelliğinden bir şey kaybetmemiş olabilirsin belki de... Fakat sende hitap ettiğin gibi karşılık alacaksın. Başka hayatlar tanıyacaksın. Ya da sabit bir hayata başlayacaksın. Yavaş yavaş kendin olacaksın. Büyük değişiklikleri kaldıramayacaksın. Mutluluğu hep aynı düşünceler içinde yaşarken, eski anılarını hatırlayacaksın. Anılarını hayal ederken, aslında senin isteyerek yaşadığın hayatı, gülümseyeceksin. Hiç olmadığı kadar mutlu olacaksın. Büyümüştün (Yaşlanmıştın) ve yaşın en güzel gülümsemeyi geride bırakılanların oluşturduğunu anlayacak. Elinde kalan resimlere bakacaksın, şimdi kahve bile içemiyor olabilirsin ama o günlerde içtiğin biranın tadı gelecek damağına, yasak olduğu halde hep yaptığın kaçamak içişlerini bu kez resimlere bakarken yapacaksın. Hiç ağlayamadığın kadar ağlayacaksın belkide içten bir gülümsemeyle yüzünde. Büyüyecek (Yaşlanacak) ve özleyeceksin kuşkusuz. Belki evlenmiş, çocukları, hatta torunları olan biri olacaksın. Eşine, çocuklarına anlatamadığın anılarını, torunlarını kucağına alıp anlatacaksın. Sende bir zamanlar onlar gibiydin. Onlara bakıp, anlattıklarını anlamadığını anlayacaksın. Sana hayran hayran bakacaklar ve şaşıracaklar yaşadıklarını dinlerken. Seni teselli etmeyeceğinin farkındasın, yinede büyük bir keyifle anlatacaksın. Büyüyorsun (Yaşlanıyorsun) işte gitgide, daha gençken bile bıraktıklarına, yaşayamadıklarına, kaybettiklerine ağlarken artık ağlayamıyacaksın. Büyüyorsun (Yaşlanıyorsun) belki de farkında bile olmayacaksın. Büyüyorsun (Yaşlanıyorsun)... Ya sonra...
23 Temmuz 2013 Salı
Silmeye çalıştığın hayatın içinde, güzel olan düşüncelerde vardı. Göz yaşlarını gizlemek için artık yağmura bile ihtiyacın yokken. Çık! Düş(ünce)lerini kaybettiğin, karanlık kentten. Gözlerini güneşe çevir, gülümse... Yoksa seni de alıp götürecek karanlık. Bir zamanlar aydınlığın ne olduğunu anlattığın geceyi, hatırla... Unutmadan, boşuna saklama; aynı hayatta, farklı iki insanı oynamak zordur. Rolünün hakkını vererek oyna...
18 Temmuz 2013 Perşembe
Bir Yabancı
Sıradan bir hayat yaşıyordu. Kadın yalnızlığının içinde ki kaybetmenin ne olduğunu biliyordu. Hep arkasını dönüp oturuyordu, topluma karşı. Sanki, uçları diplerine nazaran daha açık renkte olan saçlarını göstermek ister gibi. Yüzünü bir kaç kez görmek için önünden geçmeye çalıştım. Her gördüğümde bir güneş gözlüğüyle saklıyordu kendini. Bakışlarını gizliyordu aslında. Güneş ışıkları da rahatsız ediyor olabilirdi gözlerini. Onu görmek için çabaladığımın farkındamıydı acaba. Bir kaç kez tekrarladığım bu eylem sonunda farkında olup olmadığını hâlâ anlamış değildim, gizlenmiş gözlerini, taktığı gözlükler yüzünden göremediğimden.
***
Yine hafifçe arkasına bakıyordu. Sanki birini bekliyor ve gizlice onun gelişini gözlüyordu. Bakışlarını yakalamak için baktığı tarafa doğru oturmaya gayret gösteriyordum. Şu an ona göre soluna, bana göre sağına dönen başını belirli aralıklarla çeviriyordu. Her başını çevirdiğinde önce ona bakıp o başını geri çevirdiğinde onun baktığı yöne doğru bende bakıyordum. Ne gelen ne de geçen biri vardı. Sayısını artan bakışlarını üzerime alınmaya başladım. Benim belli aralıklarla yüzünü görme isteğimin fakında olmuş olacak ki bu duruma beni alıştırmaya çalışıyordu. Güneş gözlüğünün gerisinde kalan gözlerinin rengi tahminimce yeşil ya da kahverengi olduğunu düşünürken o gözleri göremeyeceğimi anlatıyordu bir yandan belkide... Öyle düşünmese de ben dediğim gibi öyle düşündüğünü varsayıyorum bu ara. Yine dönmüştü tam onu anlattığım bu yazıyı, yazı defterime kaydederken. Sinirli bir eda almıştı yüzünü, sadece dudağıyla ve gamzeleri arasında belli olan. Sinirlenmiş olduğu kesindi. Çünkü beyaz çantasını (bugün beyaz bir çanta, beyaz askılı bir badi ve koyu yeşil bir etekle çıkmıştı dışarı) kaptığı gibi başını önüne eğip fırlamıştı oturduğu yerden, hızlı adımlarla yanımdan geçip gitmişti, saatlerdir baktığı, benimde o baktıktan sonra bakıp, nereye baktığını anlamaya çalıştığım yöne doğru. Ben ondan bir fazla bakmıştım artık o yöne doğru (o giderken arkasından). Sanki bir kuşa verilen ekmek kırıntısını yavaş yavaş kendini güvene alana kadar, etrafına bakınıp, ekmek kırıntısı güvende olduğu an alıp kanatlanması gibi o da kendini güvene alıp öyle mi kalkmıştı, bir hışımla masadan merak etmiştim şimdi. Kimseye görünmemek, kimseyle konuşmak istemiyor gibi hızlı adımlarla. Zaten yaklaşık beş altı aydır onu takip ediyordum ve yanında ikinci birini hiç görmemiştim. Yalnız yemek yer, yalnız ders çalışır, yalnız kahve ve sigarasını içerdi. Herhalde bu kadar büyük bir üniversitesi içinde, o kadar insan olduğu halde, tek yalnız o olsa gerekti (nasıl başarabildiğini bunu halen anlamış değildim). Onun kadar yalnız birini bırak üniversite gibi bir yerde, daha az insanın mevcut olduğu yerlerde bile görmemiştim. Büyük bir toplumun içinde onca insan varken yalnız kalmak (benim gördüğüm süre içerisinde) hiç alışıldık bir durum değildi.
***
İsmini bunca süre boyunca hiç öğrenememiştim. Sadece tahmin ettiğim, ara sıra ders çalışırken gördüğümde. Önünde ki çalıştığı notlara ve kitaplara bakılırsa mimarlık fakültesinde okuduğu olabileceğiydi. Fakat mimarlık fakültesinde onca arkadaşım varken içlerinden biri bile ne ismini biliyordu ne de daha önce fakültenin içinde karşılaşmışlardı. Bu yüzden yanıldığımın farkına varmam kolay olmuştu. Belki de bu konulara büyük bir merakı vardır kanısına varmıştım. Öyle olsa bile, bir insan ne kadar merak ederse etsin bir konuyu, ders notlarını eline alarak, saatlerce çalışıp bu merakını gideremezdi herhalde. İlgi alanı için yazılmış onca kitap, bir çok makale, çeşitli yayınların dergileri ve internet siteleri varken. İnternet demişken. Onu hiç telefon, walkman ve ya teknolojiye ait bir araçla hiç görmemiştim. Bu yüzden belki de merakını (ilgi alanı) en ince ayrıntısına kadar yazılı belgelerden gideriyor olabilirdi. Bu varsayımım da cidden büyük bir saçmalıktı aslında... Peki kimdi bu kadar gizemli olan bu kız, neyin nesiydi ve bende bu kadar kısa sürede onu kelimelere rahatça dökebileceğim bir etkiyi (merak) nasıl uyandırabilmişti.
***
Öyle değildi aslında ben görmek istediğim şeyleri görüyordum onda. Yani amacım gizemli kılmak olabilirdi onu. Bütün bu yazdıklarımın hepsini aslında kısa bir süre önce kurgulamış da olabilirdim. Yahut anlatamadığım şeyler vardı. Sürekli kalabalık bir grupla, kahkahalar arasında, keyifli uzun sohbetler içinde oturan bu kızı, yalnız görmeyi o kalabalığın içinde ben istemiş olabilirdim. Aslında okuduğu bölümün gerçekte İngiliz Dili ve Edebiyatı olduğunu bildiğim halde, ona mimarlık gibi sanatsal bir bölümü yakıştırdığım gerçeğini. Adının bir çekiciliği olduğu için, bildiğim halde söylemekten kaçınmış olabilirdim ve her arkasını dönüp baktığında sevgilisinin yanına gelip gelmediğini kontrol ettiğini söylememiş olabilirdim. Sizin de en çok merakında kaldığınız gözlerinin rengini saklamış olabilirdim. İşte, sadece bu gerçeği sizin kadar bende merak ediyordum. Bende gözlerinin rengini seçebilecek kadar yakın olmamıştı ona. Arkası dönük çoğu zaman sarı saçlarıyla oturmuş ve yalnız olan bendim aslında. O başını çevirdiğinde, bende çeviriyordum. Çünkü ben ona bakarken, o benim baktığımı görmesin diye. Ben bakıyordum aslında arkaya, giderse göreyim diye. Bugün neden mi kalktı sert ifadesiyle, bakışlarımdan rahatsız olduğu için. Neden hızlı adımlar attı diye sorarsanız, sevgilisi elinde çiçeklerle ona geldiği için. İsmi mi ne miydi? Alfabede ki en çok sevdiğiniz harfi verin gitsin. Onda da sizin bir katkınız olsun bari.
16 Temmuz 2013 Salı
Çünkü, çok zor anlıyor musun? Ortada
hiçbir şey yokken, tam şuan; bir kağıda bakarak seni anımsamak. Unutmak ama
vazgeçmemek. Unutmak ama hala hatırlayabilmek. Hatırlamayınca bitiyor zaten,
unutunca değil. Kilometrelerin hiçbir şekilde uzağa götürmemesi. Çünkü bazen
bunlara göğüs gerip hayata mutlu bakmaya çalışmak çok dayanılmaz anlıyor musun?
Alakasız insanların gülüşlerinde aklıma gelebilmen. Sonra burada, durup
dururken göz yaşı dökmek ya da dökmemek için kendini tutmaya çalışmak. Ellerini
öptüğün, hatta avucunun içini bile öptüğün birinin; artık hayatında olmaması.
Zor hani şimdi beni daha iyi anlayabiliyor musun? Sevgisinden hiç şüphe
duymayıp, gözün kapalı güvendiğin birinin hayatında olmaması ama saçma sapan,
hiç sevmediğin kişilerin inatla hayatında kalması, inatla hayatından
gitmemeleri. Çok saçma anladın mı? Beni sevdiğini söyleyen birinin, şimdi beni
gördüğünde yüzüme bakmaması. Hiç abartmıyorum, eskiden bana koşa koşa sarılan
birinin. Bazen çok acımasız işte hayat, anlıyor musun? En çok yanında olduğuna
inandığın birinin, zamanla asla yanında bi’ daha olamayacağını bilmek ve bunu
bilerek uykuya dalmak. Bunu bilerek bi’ şeyler yapmaya çalışmak. Eskiden, “Onun
için yapıyorum” dediğin her şeyi artık sadece kendin için yaptığını anlamak.
Bazen, aniden, ortada hiçbir şey yokken, “Gerçekten de bitmiş ya” deyip hayata
devam etmeye çalışmak. Zor gerçekten çok zor. Nasıl anlatsam ki, hani bazen
düşündüğünden daha çok zor anlıyor musun? Birinin seni unuttuğunu bilmek değil
de, artık unuttuğunu hissedebilmek ve bunu bilerek hayatını sürdürmek; çok zor,
çok fazla zor. Anlatabildim mi? Bilmiyorum. Anlatamadım ya. Ben anlatmayayım en
iyisi.
Saçlarının rengini değiştirmişti gitmeden
şehirden. Erkek arkadaşının gözlerinin önünde son kez bu halde gülümsemek için
kuşkusuz. Gördüğünde onu olmadığı kadar sinirliydi belkide giderken zamanın
verdiği ağırlık yüreğini zorluyordu. Ya da öyle düşünüyordu adam. Sanki o anlık
zaman durmuş sadece hakaret ediyordu göz bebekleri kararlarını karşısına
geçmiş. Giderken bırakmanın uzak hüznü, paylaşılmış son sözcükler ve eline
bırakılmış son hatıralar kadına özgü. Adama bırakılmış. Yüreği hiç bu kadar
acımamıştı geride bırakırken yaşayan umutlarını, korkuyordu sevgisinin yok olup
onu uzaklarda bırakıp kaybolacağından, kimsenin bilmediği bilmesini
istemedikleri sevgilerini... Zaman artık ayrılık rüzgarı taşımıştı otobüs
durağına, dudağına son bir öpücük ve göz yaşı gizlenen elmacık kemikleri
üstünde ki gözlerin içine.
***Şimdi yalnız oturuyordu. Her zaman ki haliyle yalnız, bar
köşesine kendisini atmış, düşüncesinde kadın kuşkusuz. Ona söyleyemediklerini
yazıyordu eski bir not defterine çay renginden daha sararmış yapraklarını siyah
pilot kalemle kadın şehirden giderken...
Beş para etmez bir hayat yaşıyordu. Elinde
uzun süredir bitirmek için taşıdığı kitap vardı. Mutsuz görünüyordu sadece,
biraz suratı asık biraz düşünceli. Sanki aklından atamadığı bir düşünce
sarıyordu bedenini. Çok acıttığı belliydi. Ne zaman kalabalık bir ortamla
karşılaşsa, gülüyordu ve o anda bile aklındaydı düşündükleri. Onlara öyle
üzgün, kırgın, kaybetmiş görünmemek istiyordu. Kalabalığında bunu anlaması
gerçekten zordu. Bir ben vardım onun bu halini gören. Son bir kaç haftadır bu
haldeydi. Her seferinde önümden geçerken sormak istedim neyi olduğunu ama insan
tanımadığı birine nasıl olur da anlatır ve ne denir ki şimdi karşısındakine.
Belliydi çünkü; her şey bitmişti ve kendini de onun için bitirmeye başlamıştı.
Bana nasıl açıklayabilirdi bu halini, açıklayamazdı elbet. Aklıma koymuştum
yarın yine geçtiğinde buradan soracaktım bu kez, diyecektim neyin var. Bakalım
neler diyecek genç adam. Sizi onunla tanıştırmak için gerçekten
sabırsızlanıyorum. Sizin gibi gençlerin onun derdine ortak olmanız için iyi
kulak verin.Yalnız değiliz hiç birimiz, hiç yalnız olmadık biz. İçimizde hep
birilerini taşıdık. Onları şehirlere götürdük, onlarla beraber yeni lezzetler
keşfettik, onlarla beraber oynadık. Hiç yalnız değiliz, yalnız olamadık. Beden-i
Dışsal bir yalnızlık yaşadık sadece. Üşüdüğümüzde yanımızda olmayan bir
yalnızlık. Öyle kaç kere üşümüştük gerçekten.
15 Temmuz 2013 Pazartesi
El Yazısı, Kuş Misali, Yalnızlık
İnsanları sevemeyeceğimi anlayınca
uzaklara gittim, kimse beni bulamasın diye. Sonra orada yeni insanlarla
tanışmak zorunda kaldım. Onların da başlarda hayatı ciddiye aldıklarını
sanmıştım, öyle olmadığını hissettiğimde daha uzağa gitmek istedim. Uzaklara… Daha
uzakta kimseciklerin olmadığı bir yere. Ne kadar uzağa gidersem gideyim hep
içimde bir gün sadece seni öpmeyi unuttuğum için geri döneceğimi, sana devrim
için söylenmiş en güzel şarkıları söylemek için geri geleceğimi biliyordum… Sen
geldiğime şaşırıp, yine acımasız o çocuk olsan bile…
***
Bir elini diğer öteki ısıtıyor ise adı
yalnızlıkmış. Uzaklardayken bunu çok iyi anladım. Söylenmemiş sözcükler
kalmıştı dudaklarımızda. Susmak iyileştirmiyor oysa yarayı. Yeni yerlere, yeni
düşüncelere varıyor eski sözcükler. Sanki geçerken yeni bir ülkeden,
bulamadığın her şey için hayal kırıklığına uğramak gibi. Hayat bizden önceki
insanlar tarafından yaşanmış gibi. Bizler de tabaklarda ki artığı çatallayıp
duruyoruz, öyle bir durum. Kader, benim gibi insanları üzmek için bütün
çabasını harcıyor. Çok şey öğrendiğimi düşünüyorum yaşadığım her saniye fakat
pişmanlığım öğrendiklerimin üzerini örtüyor. Çünkü en son öğrendiğim her şeyi
öğretti. Karşılığında kendimden bir şey feda etmek zorunda kaldım. Seni… Senin
öğrettiğin hayatı kısacası seni kaybederek öğrenmek zorunda kaldım. Yaşadığım
her şeyi bir karınca gibi yuvarlaya yuvarlaya inatla gittiğim yerlere taşıyorum
hala, belki kış bu kez daha çetin geçer diye ya da önümüzde ki diğer kışlar
daha çetin geçerler diye…
***
Beklemek buralarda -seni seviyorum-
diyebilmemin mimiksiz, sessiz ifade edilmesi. Ben beklerken insanlar yanıma
geliyorlar ve bana kendi düşüncelerini, duygularını, sırlarını, suçlarını
anlatıp gidiyorlar. Gidiyorlar ve ben kumbara gibi bana bıraktıklarını
biriktiriyorum. Benim yıllarca anlatamadıklarımı ortada hiç sebep yokken bağıra
çağıra bir şekilde özetliyorlar ve sonra sessizlik içinde beni yolumda yürümeye
bırakıyorlar. Yalnızlık… Aslında çok takılmamam gerek bu kelimeye, alıştım.
Çünkü ben uzaktan bakmasını severim, kendi gönlümde büyütür, kendi gönlümce
süslerim, ama dünya öyle garip ki bazen bu yaptığımın suç olduğu bile söylenir.
Oysa onların dediği gibi yapmak. Yani yanına gelmek. Geldim işte… Öyle
kendimce, yaşadım işte, sonunda tek başıma kalarak. Ne değişti peki… Dedikleri
gibi olmadı. Çünkü ben yalnızken büyüttüğüm duyguyu sadece tattım. Tattım ve
acı olduğunu fark ettim.
***
Kimseye göstermedim bu yüzden üzüntümü.
Gündüz güldüm, geceleri yalnızlığımla ağladım… Bana seni hatırlatan, birileri
için sevdiği çok sevdiği ya da bazılarınca hiç bilinmeyen alternatif rock
türünde bir Amerikan şarkısı şimdi. İlk buluşmamız sonrasında beraber
dinlediğimiz ve senin çok sevdiğini söylediğin. Oysa bunu sen söylemeden önce
biliyordum. Bu yüzden şimdi her dinlediğimde sen oluyorum. Neden her yazdığım
cümlenin sen olduğunu sormadın hiç bana. O halde dinle,bir gün birinin bana
değer verdiğini fark ettim. Ve o sendin. Senin hakkındaki hislerim güçlendikçe,
kendimi gideceğin o kötü güne hazırladım. Yalnızlık hayatım boyunca kaderim
oldu ve şimdi de seninle benim arama girdi. Seni yalnız hissettirdiğim için çok
üzgünüm. Seni seviyorum. Seni seviyorum demek yetmedi. Sen hayatın başladığı ve
bittiği yer oldun içimde…
11 Temmuz 2013 Perşembe
Her Giden Ardında Bir El Bırakır
Epeydir
yazamıyorum. Yeni bir gün doğumundan güzel ne varsa hayatta göremiyorum.
Kalemim ne zaman bir kağıdın üzerine nokta koyacak olsa duraksıyor sözcüklerim.
Hüzün, haliyle hayatımın içinde. Aldırılmayacak kadar kolay değil yaşanılanlar.
Kime yüzümü çevirsem hep bir yalan, kandırmaca. Geçmişe dair ne varsa
incitiyor, yeniyi tanımamda. Hayret, sanki herkes birbirine benziyor.
* * *
Bütün
günümü tren garında geçirerek, yaşamaya başladım bu yüzden. Giden insanların
yüzünde iki ifade mevcut. Ya hüzün, ya da mutluluk. Başka düşünceler akıllarına
gelmiyor. Hayatta bir insanın yaşayabileceği en net iki düşünce, göz kapaklarının
içinden başlayıp dudaklarına doğru uzanıyor. Bir sigara yakıyorum... Uzaktan
-çay- diye seslenen biri geliyor. Termosundan bir çay doldurup uzatıyor,
plastik bir bardağın içine geniş bir dudak payı bırakıldığı. Bir lira ücreti,
onu alıp uzaklaşıyor. Yolculuğa çıkmanın en güzel anı... Beklemek... Seni bir
yerden bir yere götürecek içeride dururken yer değiştirmediğin fakat dışardan
bakan insan için sürekli bir hız ve ivme ile yer değiştirdiğin, başka yerlere
gittiğin ilk an. Araç hareket etmeden, elinde yasaklar çerçevesinde, bir köşede
yakıp içtiğin sigaran (mola zamanına kadar içemiyeceksin bir daha). Hızlı
adımlarla koşmak gibi bir eyleme hazırlanan bavullu insanlar. Hareket eden
aracın içinde ki yolculara el sallayan yakınları, muavinler, bilet
kontrolcüleri, seyyar satıcılar ve benim gibi sadece seyretmeye gelen bir kaç
kişi belki de. Unutmadan iç kısımlarda sıcak bir yuvaya muhtaç kalmış uyumaya
çalışan evsiz insanlar. Görebileceğin en net tablo gün doğumundan gün batımına
uzanan.
* * *
Uzaklaşmak
isterken kendimden. Kaçıncı gidişi-gelişi seyrettiğimin farkında bile değilim.
Benim farketmeyen insanlar da çoğunlukta zaten. Yine yalnızım, yine bekliyorum.
Oysa üç kişinin rahatça oturabileceği bir bank bulmuştum kendime. Ara sıra
oturmaya gelmiş birkaç misafire neden hayır diyeyim ki. Hatta sigara bile
içilebiliyordu sınırlarında. Güneşi net almasa da aydınlıktı. Ne soğuk ne sıcaktı.
Hangi mevsimde oturursa otursun buraya, rahat edebilirdi bir insan. -Dört
Mevsim Bank- diye nitendirmeye başladım oturduğum bu bankı. Sürekli bir insan
değişimi yapılan bu yerde, buranın böyle bir bank olduğu bilgisine ulaşan insan
çok yok. Yoksa böyle bir oturma yerini hiçbir insan kaçırmaz. Bir düşünün
oturmak için kuyruk bekliyorsunuz bu banka. İnsanlar sıraya geçmiş son bir kez
şehirden ayrılmadan önce oturmak istiyor. Devlet bu konuya el atmış ve bankı
koruma altına alıyor. Başına da bir memur dikiyor hatta. Sırayı o kontrol
ediyor ve ünlü bankı koruyor. Hatta seyyar fotoğrafçılar bir anı niyetine
şipşak fotoğraf çekiyor beş-on liraya, artık ne kadar koparırlarsa
müşterisinden.
* * *
Gelen
trenin uzun uzun öten sesiyle kısacık hayalimden kopuyorum. Bekleme alanında
duran büyük nacar marka saate gözüm ilişiyor. Güneşin çok farkında olmamam
oturduğum yerde zaman kaygısı da yaratmıyor insan üzerinde. Burada bekleyen biri
farkında olmadan bineceği treni bile kaçırabilir. Saat öğleden sonra dört
bucuk, yavaş yavaş perona giren mavi trenin yolcuları binmek için hazırlanıyor.
Yolculuk Eskişehir-Balıkersir-İzmir arası devam ediyor. Bu yüzden geniş bir
yolcu kitlesini de misafir ediyor koltukları.
* * *
Bir sigara yakmak için elimi cebime
atıyorum. Boş bir paket çıkıyor. Ne zaman hangi ara bitirdiğimin farkında bile
değildim. Tamam hepsini içtiğim söylenemez, buralardan geçen aslında burada
bekleyen birkaç kişinin ricası sonucunda ikramlarım da olmuştu birkaç kez.
Yerimden kalkıp, taş tren garı binasının camekanlı kısımlarında kendimi izleye izleye
köşedeki büfeye doğru yürüdüm. Büfe oldukça ilginç bir yerde sigara içilmeyen
fakat sigaranın ciddi bir hızla satıldığı bir alana koyulmuş. Muhtemelen giriş
çıkışın yapıldığı yer olduğundan bu kadar verimli olduğunu düşünüyorum. Neyse
bir paket Winston sigara ve küçük su alıp yerime dönmek için yeniden camekanlı
kısımlarda kendimi dikizliyerek bankıma dönüyordum. Banka yaklaştığımda yabancı
birkaç yüz sanırım bankın ününü duymuş olacak ki yerimi hemen kapmış fotoğraf
çekiniyorlar üstelik. O an beni farketmeleri ve fotoğraf çeken arkadaşlarının da
karede olmasını isteyen diğer arkadaşları bu çekim işini bana bırakıp onuda
yanına aldılar. -Dört Mevsim Bank- ününün ilk fotoğrafını da benimle beraber
çekinmişti belkide o an. Tren kalkış anonsu ile bankı terkeden yüzler sağolsun
birer teşekkürü eksik etmediler.
* * *
Tekrardan oturmadım. Aslında bu kadar
çabuk ünleneceğini de tahmin etmiyordum. Onu ünlü olduğu bu ilk gün heyecanıyla
baş başa bırakıp trenin yavaş hareketiyle aynı yönde yürümeye başladım. El
sallayan, ağlayan ve gülen insanların arasından geçerken, çıkış kapısına kadar
bende el salladım, giden trene…
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Çocuk Düşlerim Yok Artık
Ben çocukken o kadar sessiz ağlardım ki
Bazen kendim bile anlamazdım ağladığımı
Hep kendimi sevdirmeyi düşünürdüm
Oysa sevilmenin ne olduğunu öğrenmişim
Sarı saçlarım ve gözlerimde ki yeşilden
Büyüdükçe kötü yola giden çevrem
Kavgalı olduğum insanların sayısı artmıştı
Birbirlerini anlamayan gençler içinde
Hiç bir kız elimden tutmamıştı o günlerde
Sevilmeye muhtaç kalmıştım çocukluktan
uzak
Büyümüştüm ve sevgisizdim bütün gözlerde
Oysa çocukken hep bir çikolata ısmarlanan
Sevimli bir çocuktum insanların kalbinde
Şişman patavatsız kavgalı gençliğim
Okuduğum kitaplarda ki kahramanlar kadar
çirkin
Onlar kadar yalnız kaldı benliğim
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Kafkaesque
Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...
-
Bugün kendimi öldürdüğüm gün, yeniden doğmak için bazen gereklidir bu. Bu ölüm beni cennete mi götürür, cehenneme mi bilemem. Ama daha önce...
-
Belki tavırların beni en ağır küfürlerden daha çok üzer. Yinede; Artık ağlamıyorum, İçimi görsen bi tuhaf olursun. Yitirmek bombok bir ş...