2 Ekim 2016 Pazar

Fotoğraf



Herkes gitmişti. Her şeyin geçip gideceğine, yaşadıklarımın geçmişte kalabileceğine nasıl inanabilirdim ki? Bir ben kaldım, son kez etrafa baktım, salonun parkeleri üzerinde çıplak ayaklarımla son kez gezindim. Eşyaları düzenledim. Koltukların üzerini örttüm. Bulaşıkları yıkadım. Annemin en çok sevdiği şalını aldım çekmeceden, birde alt çekmecede bulduğum ahşap işlemeli kutuyu. Perdeleri çektim, son bir kez güneşin batışını izledim mutfağın perdesini çekerken, annemin babama kızıp sokağı saatlerce izlediği pencere pervazına dayanarak. Kapısını kapattığımda son kez duvarlarının, elimde annemden kalan işlemeli ahşap kutusu ve başından hiç eksik etmediği şalı (hani şu çiçekleri kar beyaz zemin üzerine işlenmiş, kırmızı çiçekleri olan işte) sıkıca sarılmış yürüyordum. Yoğun sıcak bir akşam ilerisi bir meyhane buldu beni. Ben meyhaneyi, adımlarım çoktan çevirmişti içeriyi. Yorulmuş bir rakı aldım, müzik de annemi aradım. Müzeyyen abla çalıyordu, sanki annem içerden mırıldanıyordu şarkının es bölümlerinde. Rakımı yudumlarken (annem çok kızardı içmeme) kaybetmenin acısı içimde, yitik yüzlü siyah beyaz fotoğrafların durduğu anılarına bakıyordum annemin. Herkesten gizlediği ahşap kutusunda onca anıyı nasıl düzenli biriktirmişti…

Dokuz yaşımda, ilkokul üçüncü sınıf üst tarafından kurdele ile tutturulmuş kısacık saçlarımın, kolalı yakamın (teneffüs boyunca çok fazla koşuşturmaktan terlediğimden dolayı) boynumu kestiğini hatırladım bir an arkalarda kalmış küçük vesikalık fotoğrafımı gördüğümde. 

Evimizin sokağına girerken köşedeki zemini küçük taşlarla kaplı parktaki demir salıncakları, güneşten çokça ısınmış kaydırakları. Salıncakta sallarken babam, bulutlara ayaklarımı değdirme çabamı. Geceleri tuvaletten odama doğru koşarken bir canavara yem olacağım diye heyecandan kalbimin küçücük göğsümden çıkacak gibi atmasını. Muz çoraplarımın ve siyah rugan ayakkabılarımın bendeki muhteşem etkisini... Kış geceleri sobaya daha yakın oturup babamın çizdiği kestaneleri annemin pişirirkenki neşesini. Babamla itinayla kapladığımız okul defterlerimi. Anne kokan beslenme çantamı. Her zaman yakışıklı olan komşu çocuğunu... Havalar ısınmaya başlayınca pazar günleri babamın götürdüğü lunaparktaki dönme dolabı, çarpışan otoları. Üç beş kuruşa aldığım şekerli sakızları, leblebi tozlarını, çubuklu şekerleri ve kardeşimle paylaştırılan elma şekerlerimi. Tatil heyecanı içinde elime bir an önce tutuşturulmasını istediğim karnemi alıp eve fırladığım günleri hatırlattı deklanşörün daha güzelliğimi ifade edemeden fotoğrafçı tarafından basıldığı kare.

Herkesin olduğu gibi benimde çirkin çıktığım okul fotoğrafım ve parmak uçlarımda mürekkebin anılarımla, bazen güldüren, bazen üzen, olan biteni kabullenmeme olanak tanıyacak kelimelerin kâğıda dökülmesiyle, dayanıklılığımı yitirmiş olacağım. İçimde bir şeyler isyan etme istediği doğacak, nasıl bir hayat yaşamışım geçmişte dedirten mevsimler gelip gidecek.   

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...