31 Ekim 2017 Salı

Şehir Günlükleri 7

Uyu,

Uyan!

Kıyasıya gözümün önünde gözlerin...

Gözlerimi hınçla ovuşturuyorum. Kan olup oturuyorsun. Gözbebeklerimin etrafında ne güzel duruyorsun aynalarda. Biliyorum bunlar hep zararlı alışkanlıklar. Zaten "sen" deyince ben kendime faydalı bir şeyler yapamıyorum. Soluksuz seyrediyorum rüyalarımda. Bir delilik yapıp beni aramandan korkuyorum, biliyorum açarım o telefonu. Bir sessizliği bile paylaşsak, koşarak gelirim. 

Sahi sesin soluğun çıkmıyor iyi misin? Bir süre daha bu köhne dünyadaysak eğer, iyi olmamız gerekir... İyi ol! Bugün ben daha iyiyim. Hastalıktan neredeyse kurtuldum. Hatta erken kalktım düne göre. Sigaranın tadını hissettim bir kaç gün sonra yeniden. Bir kahve yaptım, dumanında anladım hava buz. Bulutlar gitmiş, yağmur bir daha ne zaman gelir? 

Gelmek, yabancılık demek. Gelmek hala gideceğin bir yer olması, çarşafların kokusunu özlemek demek. 

-Vardım- yazmam gerekiyor belkide... 

Ne kadar çok şeyi susuyoruz...

29 Ekim 2017 Pazar

Şehir Günlükleri 6

Dünden kalan bir yorgunluk var üstümde. Geceyi hastanede geçirdim. İğne vurdular birde üstelik, halen kalçamın bir kısmı sızlıyor. Daha iyiydim güne başlarken. İki saat önce kahvaltımı yaptım ama yorgunluk hale benimi kuşatmış etrafı toplayacak gücüm olmadığını hissettim. Dinlenirken, biraz haber bültenlerini izledim. Ekonomi kötü, siyaset tartışılmayacak kadar çalkantılı ve bugün TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin doğum günü... Cumhuriyet 94 yaşında! Tek güzel şey bu yaşayabilmek aynı bayrak altında, aynı cumhuriyet altında, aynı özlemle... Yaşamak kardeşçe, inatla birilerine... 

Televizyonu kapatıp biraz internette kendimi geliştirebileceğim programlar izledim sonra. Keyifli şeyler ve insana bir şeyler öğretebilecek konularda güzel programlar yapılabiliyor olması yinede güzel. Bir kahve yapıp ilacımı aldım ve okumaya koyuldum, yatağa uzanıp. Bir saat falan okuduktan sonra yağmurun kaldığı yerden yağdığını gördüm penceren dışarı baktığımda. 

Yağmur güzeldir, yağmur hep yağsın. Görüyor musun kaldırımlara ne güzel düşüyor damlalar? Hep yağ diyorum yağmura, hep yağ demek geliyor içimden. Aklıma birden Ahmet Oktay'ın eski bir şiiri düşüyor:

"Ne çıkar paramız yoksa eğer, 
                     şarabımız bitince yağmura çıkarız. 
                                            Kim güzelleşmiyor sevişince..." 

Öyle ya sıcakta bunalmaktansa yağmurun altında boğulmak daha iyi.


27 Ekim 2017 Cuma

Sihrim Sen

Akşam erken iner oldu artık söyleyin güneş toplasın
Sabahına yanındayım, korkularımı anlatacağım ilk gün
Dizimin kanadığı, aşık olduğum, aşık olmadığını anladığım ilk günü
Acıların ruhumu kuşattığı, ruhumun kör olduğu
Körlüğüne binlerce cenaze koyduğu
Sevmeyi bilmeyenlerin meyhanesinde çırak olduğu...

Kadehlerinin yeri boş, sonra içeriz karıştırmadan, oturup
İki duble rakı ya da şarap, sen anlatırsın, sen anlatırsın ya
Öyle özledim ki bir şeyler anlatmanı, o illüzyon, büyü, etkileyici
Sonra Can Yücel’den bir iki dize:
                           “Seke seke biz geldik s.ke s.ke gideceğiz”
Ardından bir şarkı, unutulmaz eder geceyi öyledi bir filmde

Sonra nasıl sevdiğime anlatırım, acımı bilersin, acımı dinlersin
Seni nasıl sevdiğimi izlersin
Her halimle şiir olduğumu, sihrim sen, yokluğuna zifirim ben
Bilmezsin bir bulut rüzgar savurur, içinde kokun
O rüzgara esirim ben, bilmediklerin çukurunda ise
Bir yokluğunu anlamış mühürüm ben, büyürüm ben, bir yanım geceden

25 Ekim 2017 Çarşamba

Şehir Günlükler 5

Sonbahara geçtik, önümüze dökülen  yaprakları tartışarak sizinle. Bunu neden yaptık? Orada ben çiçek takliti yaprak durdum, tabiat parmak uçlarımda. Oysa iliklerime kadar kuru bir dal gibiydim. İnce ve zayıf, gülünç... 

Durmadan kendi adına konuşan, konuştukça kahrolan, kahroldukça yok olan. Buna eminim. Çünkü, neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlamanın bundan başka yolu yok. Yaşamak. Altını her kitapta çizdiğim cümlelerden biri. Yaşamak zarif bir umutlanma doğuruyor içimde. Sadece bir an ama sonra her şey eski halini alıyor...

Şehir, yollar, insanlar... Yine Ankara'da birinin sevmediğim mevsimlik. Güneş küstü yine toprağa, üstüne çekti bulutları, korkan bir çocuk gibi gözyaşlarını döktü yere. Biri sevinirken değil midir? Ağlar doğduğunda biride... 

Sonra zorlanıyorum işte anlamayı anlatmakta, kırıyorum, üzüyorum. Keşke başka bir yolu olsa akıldan akla. Çünkü ben biraz yazdım ve kötüydü. Zaten insan bütün kötülüklerin üzerine denk gelirdi. Üzgünüm... Oysa, "iyi" içimde, kurumuş çevremde akan en net histi. Sonra... Sonra az gittim, uz gittim dere tepe düz gittim. Bir de dönüp ne görsem? Bir arpa boyu yol almadan kırgınlıkları dizmişim. Keşke uzun uzun sussaydık sizinle.

" https://www.youtube.com/watch?v=gTqzkLtOSNY "

22 Ekim 2017 Pazar

Şehir Günlükleri 4

Kanmaz en uzun buseye, öptükçe susuzdur. Zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur. İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan, bir sır gibidir az çok ilah olduğundan. 

Dudaklarımın kuruluğu, çatlamış kısımları, yazmak nefes almak... 

Saate baktım, yediye geliyordu. Ekranda son yazdıklarımı kontrol ettim. Bir süre eski yazdıklarımı da okudum. Eski günlerimi hatırladım, üniversitesi yıllarım... Halen bir bağım olmasına şaşmıyorum bu yüzden. Çalışmaya başladığım günden sonra bile haftada bir kez uğradığım, kantin çayının o buruk tadı, çok güzel arkadaşlıklar, sıra dışı insanlar ve aşkı bulduğum zamanlar aynı zamanda... 

Ankara. 

Edebiyatı, şiiri, sanatı ve tek başınalığı bana yükleyen şehir. Fakültedeyken sabah saatleri kitap ve dergi. Öğleden sonra içilen kahveler ve çaya dost, akademisyen sohbeti, akşama içilen bir kaç şişe şaraptı aslında derslerden arda kalan zamanın getirdiği. Hafta sonları tiyatro, sergi, sahaf gezmeleri, canımın sıkılmadığı kendimi vurduğum resmi Ankara sokaklarında, doğru zamana uzandığım anlardan bir kareydi.

Sonbahar... Her mevsim bu mevsim... Güneş çıktıkça uzatıp bedenimi saatlerce beklediğim... Kulağımda jazz ve klasik müziğin tamamlaması beni. Ölümsüz eserleri dinlemekten aldığım haz. Her bir beste, acele etmeden yavaş yavaş işleyen ruhuma... 

Sabah alacasında yine aynı kalabalığın içinde işe gitmeden yabancı birini anlatmak gibiydi yazdıklarım, insan kendini nasıl hisseder düşündükçe kaybın ağır bastığı her anıda. 

21 Ekim 2017 Cumartesi

Şehir Günlükleri 3

Ben dünyama dönüyorum orada hayal kırıklığına yer yok!

" https://www.youtube.com/watch?v=rrVDATvUitA "

Işığın kestiği yerden doğan umutla selamlıyorum seni. 

Saksıları güneş gören yere koydum bugün. Birde sabah kahve fincanı düşünce elimden kırıldı, parmağımı incittim. Gayet iyiyim. 

Sıradan görünen her şeyi özenle yaptığım bir günden selamlıyorum seni. 

Şimdi daha bendenim. Şimdi daha kendimim. Bulaşıkları yıkadım, saçımı kuruttum, hafif bir kahvaltı yaptım, tıraş oldum. Biraz müzik ve bir sigara yaktım kırık fincanı yenisiyle yer değiştirip bir de kahve. Hep istediğim geyikli kazağı almıştım sonunda. Mavi kotumun üzerine onu giyindim, dişlerimi fırçaladım. Yüzüme su çarpınca silkindim, yeniden uyandım şimdi. 

Yani benle selamladım seni. 

Çalar saatli bir düş kurdum. Aklımı geri aldım, gördüklerimi ayıkladım pirinç tepsisinden. Dalmışım, çalar saatin sesine uyandım. "Düş"tüm uyandığım gerçekte seni sayıkladım. Sivriydi düşüncelerim elime battı, kanadım. İçeri gizlice süzülen ışıkta, kaçan tozlara uzandım. Uzun yolculuklar çekti canım, uçsuz tarlaların ordasında bir tren gitsin istedim. Uzun sohbetler tadında, iç geçirdim, hava mis gibi, başımda dönen bulutlar yok, derinlerde bir balık olduğumu hissettim başımdaki mavilikle göz göze gelince, yürüdüm, mevsimin kokusunu içine çektim. Hayat! 

Geçmişle uğurladım seni.  

19 Ekim 2017 Perşembe

Şehir Günlükleri 2

Hiç bir Ad'a sığmayan bir melankoli... 

Sesler duyuyorum yürüdüğüm sokaklarda...

Sesler, camları sonbaharın ayazına örtülü evlerden ve her şeyi bırakıp gitme isteği... 

Kış gelecek sonra daha kalın giyinecek vücutlar, kışın ayazına örtülü. Kış, bir şişe şarap elimizde, Schubert, Chopin, İlhan, Asaf, Süreya, bir tını, bir şiir... 

Gar merdivenlerinde buluşacak ayrılıklar, oysa yürüyerek gelmişlerdi... 

Beklerken, özlerken seni bir gün, bahar yani Nisan düşecek toprağa, ısınacak gökyüzü, sonra yaz Ağustosa dönünce sıcağın yeri "ayların en zalimi" binlerce kuş kalbime konmuş sonra da uçup gitmişler gibi... 

Durma sarhoş olalım, vakit geliyor kışa, bağbozumu ilk çağdan haber getirdi, kavuşmak mümkün değil ya hızla çarpalım kadehleri başka masalara yokluğa bir "ah" çeker gibi.

Şehir Günlükleri 1

Yorgunum, hayal kırıklığıma üç el ateş ettim. Parmaklarım acıyor, orta yerinden. Sözcüklerim ağır kaçıyor yazılarımda, düşüncelerim çok farklı. Anlatamam... Daralmıştım. Çünkü olup bitmeyenleri kimselere ağlayamayacak kadar yalnızdım.  

Gece geç düşüyordu güne, gün bitmek bilmiyordu kendimle... Yüzün sızıyordu araya bol bol, gülümsüyordum, peşinden kalbim daralıyordu. 

Daralıyorum işte! Üzmeye gelmiyor, çürümüş bir ağaç gibi kırılıyorum. Kendime faydam yok, gölgem olsun. 

Oysa benim de dünyaya ve içindeki bir takım saçmalıklara pervasızca kafa tutuğum zamanlar vardı, sen yetişemedin. Kırılmış kalp görmeyeyim yakarım ortalığı dediğim zamanlar vardı. Sen görmedin. Ben hep böyle içi çürümüş mücrim bir ağaç değildim. Sevgi çürüttü beni, savrulan özlem vurup üzerime yapraklarımı döktü. Gölgeme durmaz oldular, şimdi sessizlik. Sessizlik sensin geceleri.

Laf çok, ömür kısa, hüzün çok, sevgi çok, yalan yok, beni sulama, beni tam gövdemin ortasından kes at. Sök, gölgemin yerini her türden mahlukat doldurmadan. Kes, at!  


" https://www.youtube.com/watch?v=0L7i5Ta53Cg "

15 Ekim 2017 Pazar

Toprak Olmak

Gülümsemek adaleti bozuk bir düzene sessiz bir küfürdür. Gülümsüyorum. Hem düzene hemde insanların düzen içinde daha da karaktersizleşmesine... 

Senin gibi birinin böyle olması, şaşırtıcı değil aslında. Suç bende... 

Kaçındığım hangi gerçek varsa, yapmaz dediğim ya da yakıştıramadığım, insan bu ya yapar aslında kısmını es geçip, yaşayana kadar tek bir toz tanesi bile kondurmamak sana, benim en büyük kötülüğüm. 

Kendime yaptığım elbette. 

Ne müthiş bir durum: İnsan yaptıklarından değil, sonunda hep en çok yapamadıklarından, eksik bıraktıklarından, yığınla biriktirdiği yalanlarından, yaşayamadıklarından, yaşadığını sandığından pişman olur...

Dibine kadar yaşanan tüm sevgilere inat, en çok yarım kalan aşklar yürek yaksa da yaşadıkları kâr kalıyor insana. 

Kârla zararı bazıları ayıramasa da...

Hayat biriktirdiklerinden ibaret fakat kendi yanlışının farkında bile değilsen. Ne mutlu sana...

Ne mutlu insan biriktirene, ne mutlu hata biriktirene ve ne yazık ki boşa değer verdiğini düşündüğün şeylere...

Ne zaman telaşla bir yere yetişmeye çalışan birini görsem, içimden hep şöyle geçiriyorum: 
                                                                                          Altı üstü toprak olacaksın... 

14 Ekim 2017 Cumartesi

Benim yazmak için sebeplerim vardı.

Aslında gerçek olan anlattıklarımın, anlatacak olduğum şeylerin kimsenin umrunda olmamasıydı. Bu ciddi bir gerçeklik ve bunu söylediğime göre bu konuya takıldığım kesin.

Yazmak kişinin sadece kendisi için yaptığı eylemden çok. Başka bedenlerdeki ruhları gözlemleyip kendince yorumlaması ve onlara tekrardan aktarmasıydı.

Bende bu tür yazarlardan biriyim işte. Bu yüzden kendisinden bahsettiğim insanın yazdıklarımı okuyor olmasını gerçekten bilmek isterdim ya da yazdıklarımı okuyan insanların kimler olduğunu.

Neyse lafı uzatmamın anlamı yok bu tür düşüncelerimle.

Geç Kalmak

Gözlerinin ıslaklığını tahmin ediyorum. Bir yağmur yağdı geldiğinde, bir yağmur yağdı giderken gözyaşların belli olmasın diye. Sonra kötü davranışlarım, çılgın isteklerim, vazgeçtiklerim, bunu da yapmak istiyorum deyişlerim. Bu bir çırpınışın şekli yoksa ne yapabileceğim nereye gideceğim, ne istediğim belliydi. Yaşamak ve yaşamın o en hırçın yerinde, bütün "en"leri de yanıma alarak... Ben geç kaldım  ve sen çok erken korktuğum gidebilme ihtimalini alıp dudaklarının arasına seslendin. "Çok geç kaldın." 

Sığmadığı Bir Yer Var!

Dingin bir gece serinliği. Yolun iki yönlü boşluğu. Kediler uykulu, köpekler ulumakta, insanlar pısırık, kaybolmuşlar çocuklar. Sanırsın her şey bitti. Balkonda birinin açık unutulmuş lambası. "Sen kendi unutulmuşluğuna bak!" birazdan biri söndürür nasıl olsa o lambayı... Ağrıyla kamaşan gözlerini kapatmışsın sımsıkı, kıpırdamaktan korkarak kıvranıyorsun içten içe. Yaşamak, beni unutma diyor, yaşamak. Beni unutma. 

Kahvenin tadını almak için önce kendinden kurtulman gerekiyor çünkü. Pek de biliyorsun ki göstermelik sevince dönüştürülen bir küçük gülümseyişin sabaha karşı seni ılık varlığına alıştıracak. Fakat yinede gönülden geçen düşünceleri bilince: Geçmiş gecenin derin sessizliği, -onsuz. Böylesi hiç de güzel değil. Böylesi... 

O'dur...

O da aynen görüyor mu seni gözlerinde, sen öyle olduğunu düşledikçe...

Çünkü aynısınız... Her şey boyutunda hiç, yokluk boyutunda sessiz. O sessizlikte yağan muhteşem ezgiler boyutunda sonsuz ahenkli... Ayrı ayrı ama iç içe... Şah damarından daha yakın.

Aşk,

Bu mucize onun...

Aşk çoğalır sonsuzlukta...

Sürer.

Kuşkusuz....

Ve canının aşkı;

Milyarlarca düşünce ve sonsuz ihtimaller içinde o başka. O kendi düşlerini yaratır... Ve düşleri sonsuzluğun parçası ve bütünü olarak daha bir gerçektir. Hepsi "BİR", hepsi "SİZ" olmaya meyilli...

Yüzdüğü ve kanat çırptığı mavi gibi.  

13 Ekim 2017 Cuma

Hatıraları Alsan Bile Umudum Var Benim

"İnsan bir çöpü yerinden kaldırdıktan, bir aferin kaptıktan, birilerini kendince sevdikten sonra ölmek istiyor. En karmaşık sorunları çözebilecek fikir üretebilecek, saatlerce bakma arzusu uyandıracak resimler yapabilecek, tekrar tekrar başa sarıp dinleyebileceği şarkılar söyleyecek, okunduğunda hünkür hünkür ağlatabilecek cümleler kurabilecek, söküğü dikebilecek, reçel yapabilecek, yemeğin tuzunu, pilavın dibini tutmadan yapabilecek, rakı masasında adabı bilecek, hayatı kolaylaştırabilecek icatlar yapabilecek, sevebilecek ve her geçen gün dünyayı daha bir güzel yere çevirebilecek insanlar arıyor... Hemde karşılığında hiç bir şey istemeden. Öyle saf, öyle anlatılmaz temiz duygular içinde, anlamlı. Ama, o gün gelene kadar"

Şu var biliyorum, yalnız olmayı yeğliyorum
Eski kent meydanına inen bir sis
Limandan uzaklaşan bir gemi
Sürekli bir yangın ihtimali
Fırtınaya kafa tutan bir bulut misali
Epeyce uzun bir tren yolculuğu şimdi
Her santimin içinde tebessüm beklediğim
Şu kalabalığı görüyor musun?
Zehirli bir böcek gibi olanları
Kaçıyorum, istemiyorum onları
Açıldığım denizlerden çiçekler bırakıyorum
Kendi çocukluğumu büyütür gibi
Durmadan kendi adıma konuşuyorum
Geçmişte oturup saf-güzel bir fotoğrafla
Neredeyse hiç bir şey hissetmeden
Akıl sağlığı yerinde biri gibi davranarak
Hareket etmem şaşırtıyor beni

"Oysa, insan bu dünyaya gösteriş yapmaya ve alkış toplamaya gelmişti."

11 Ekim 2017 Çarşamba

Guarda la tua vita

Bilge adama, "Yalnız ve mutsuz yaşamanın sırrı nedir?" diye sormuşlar. "Yaşamayı bilmem ama yalnız ve mutsuz bir insan olarak yaşamanın sırrını verebilirim" demiş: "Her sıkıldığında, her sıkıldığından vazgeçmek!"

Belli olmuştu. Artık sıkılmıştı kadın ve vazgeçmek onun için onu sıkan bir durum değil, sorunun kaynağını kökünden çözme gerçeğiydi. Gitmek istedi ve gitmişti kadın. Dayanacak ne ruhu, ne de bedeni vardı. Adam buydu, kadına hiç yalan söylemedi. Yinede kadının memnun olmadığını, ona yetemediğini düşündü.  Adam ne yaparsa yapsın, kadını döndüremeyecek kadar, kadının kararında net olduğunu fark etmesi uzun zaman aldı. 

Her insanın hikayesi böyle bir "şey" ile başlar. Bu yüzden "kahrolsun bazı şeyler" derken, yine de yalnız bunu söyleyenler kahrolur, başka kimseye de bir şey olmaz.

Böyle olmaz dedim kendi kendime, böyle olmaz. Kalktım yerimden, haykırdım. Mutlu olmaya herkesin hakkı olduğunu, en küçük başarının taktir bile edilmediği, en ufak kusurların da şikâyet edildiği ne varsa "KAHROLSUN"

Konuşmuştuk bir ara. Aslında uzun uzun konuştu, özetle dinledim. Şimdi tutup da ne konuştuğunu anlatacak değilim, benim de bir özelim var. Sonuç olarak, eğer yaşadıklarım, eğer yaşadıklarım, yaşadıklarımın teminatı ise boku yemişim. Moralimi bozmamaya çalıştım. Bundan sonrası iyi olur belki dedim. Belki bir gün uçarız? Belki bir gün... Önce bir konuşabilelim. Çünkü,

Her şeyi anlamak mümkün... Her şeyi anlatmak, işte o imkansız...

" https://www.youtube.com/watch?v=EBG9LkbmLF8 "

8 Ekim 2017 Pazar

Altrimenti

https://www.youtube.com/watch?v=nxehuANbJK4

Böyle geldin, hoyratça yaralayıp gittin. Alacağını aldın, arkana bakmadan, açlığını giderdin ve gittin kadın. Tenin, kokun, masumiyetin, gücün, bedenin doğuştan sana bahşedilmiş ne varsa ya da bugünün kadar sen olmak için biriktirdiğin ne varsa sende olmayan; tüketmek, çalmak, yok etmek için neyse kıskandığın alıp ve gittin. 

Kanıyorum. Kırık kalbin tamiri yoktur. Kanar, kanar, kanar, kanar, kanar ki acıyı unutana kadar. 

Bu yüzden, ne zaman şehre bir yağmur düşse, ben ölüyorum. Şehir ıslak... Bedenimi yatır zemine, toz toprak umurumda değil yağmur yıkar, paklar beni de,  

Bende kaldırımlarında parmak uçlarının bedenimdeki seyrini seyrederim, o gün gibi. Gözlerim, gözlerim kan, gözlerim cesaret, gözlerim gözyaşı, gözlerim yağmur, gözlerim sen. 

Konuşamıyorum. 

Ben niye konuşamıyorum biliyor musun? Gittin. O günden beri dilim mühürlü. Ne zaman cesaret etsem, yanlış yere götürdü beni. Bulunduğu yerden ayrılmadan yerini, yurdunu kaybetmiş gibiyim. Sana şiirler biriktiriyorum, uyku tutmuyor gecelerde. Hep bir eksiklik yoruyor beni. Bir çaresizlik. Paylaşamıyorum. "Hiç bir şeyim yok!" diyorum soranlara, oysa göğüs kafesimde yükselen ciğerlerim hava almak da zorlanıyor.

Biz seninle bütün dünyaya ve kendimize karşı kollarımızı açtık. Bir yandan kendimizi yıktık diğer yandan inşa ettik.  İnşa ettiğimiz yanlarım taşıyamıyor benimi... Bir şey eksik. Birbirimizden çok uzakta olmak, kader değil ilk keder. Bir tokat gibi...

Oysa...

Bir daha sever miydin beni?

https://www.youtube.com/watch?v=PTsWZCydu8g



7 Ekim 2017 Cumartesi

Essere Ceneri

https://www.youtube.com/watch?v=VJbBaYX3kgk


Yani, sen uzakken doğar bir gün daha burada... Bir yanım aşk, bir yanım gece, bir kuştan haber geldi. Yangın yeri, gördüm, umutsuzluktan öldüm. Efkarım toz, etrafım bomboş. Hayalim dost, aklım karışık. Yine içemeye daldım, geceden geceye...

Sabaha döndüğünce gece, dost bir kahveyi paylaşmaya gelir, bir hece üzerine, geçmişten gelir. 


Nomad Coffee Design* zamana yeni düşerken, bizde düştük içine, bu sabah bir köşesinde. Ahşap sandalyelerini kaç beden eskitecek bizden sonra bilmeden. Utkan Hoca'nın taze, canlı, içten ve sesini sevenlerin bıraktığı notlar üzerine keyifle gülümseyerek, sohbetini dinlemek. Birde kağıttan gemileri ve duvara eklediği Cemal Süreya'nın "Dalga" şiiri güzeldi.


Bu keyifli sohbete ortak olduğunda Süreya, İlhan olur belki... Belki de Asaf'tan biri.


"Gidemesek de beraber sana kendini ait hissedeceğin yerlerden söz etmeyi seviyorum, sevmesen de seni sevmenin güzelliğini. Gidip bir kahve içme ihtimalin bile beni mutlu ediyor ki, sevebilme ihtimalini bir düşün. 

İhtimaller içinde... Bir de gidemeyeceğin yerler var. Mutsuz olduğum bir yer. Korkuyorum, bu kadar ağlamak beni karaya vuracak bir gün. Ölüm gelse uyandıramayacak. 

Kurtulmanın bir çıkış yolu olsa. 

Yok! 

Yine bulandık. Yine bulantı. Aklım bu sert fırtınaya, yumruk atmamı bekliyor galiba. İyisin diyor ama bir gerçek dağılmış içimde. Anlamayana anlatmaktan sıkıldım artık. O ezber nezaketlere sıkışmaktan yoruldum.

Bende... 

Büyük boşluklara anlatarak anlamını öldürdüğüm duygularımı, susarak yasını tutuyorum şimdi. 

Bir isteğinde bu değil miydi? 

Yinede hikayeler yazıyorum üzerine. Benim olan. Bana ait olan yaşantıma sararak. Sana hikayelerimde güzel yerlerden söz etmek ne güzel, gidemesek de beraber. Gidemesek de... Yerimiz kalmadı çünkü oturacak. Bugün benim boşlukta, senin boşta olduğuna bakma. Biz senle çok eski tanışırız çünkü. 

Boş kağıtlara doldurduğumda düşünceleri, bir kederi ama yaşamın içinde. Üstüne bastığım güvenli toprakları kaybetmişken, kendini yeniden doğuracak varoluşunu izliyorum, sonunda bedenim tuz buz olacak. Bu acı şiddeti, karanlık ve sessiz bir uyarı. Bana yaşatılan mevsimleri, yaralarımı, acımın kaynağını, hayallerimi, inandığım yalanları yanıma alıp yeni hikayelere, yeni yerlerle, o gün geldiğinde, bu sancılı doğumumu başka bir sesle, yeni bir sözle yine sana anlatayım, buluşmak üzere..."

Adres: Nomad Coffee Design, Prof. Muammer Aksoy Caddesi, No: 41/A Bahçelievler, Çankaya Ankara




6 Ekim 2017 Cuma

Güçlü Olmak Üzerine


Güçlü olmamızı gerektiği söyler insanlar. Güçlü olmak? Hayatta kalabilmek için devam edebilmek için söylendiği kesin. Kırılganlıklar küçümsenir. Söylemek istedikleriniz umursanmaz. Sizi anlayamazlar. Peki güçlü olmak nedir? Duyguları bir kenara bırakmak mı? Herkesi küçümsemek mi? Duyguları saklamak mı? Sevgiyi içeriye atmak mı? Kırılmamak mı? Sevmemek mi? Susmak mı?

Güçlü olmak ne zamandan beri, şeytani bir insan profiline hizmet etmeye başladı? Acı çekerek, tecrübeli olmak insanı ait bir özellik ve bu özelliği insanı katılaştırıyorsa, katı yeminler ettiriyorsa, güçlü olmamak en iyisi. Tecrübe, şeytanlaşmak olmamalı. Her tecrübe aksini yumuşatmalı. Süper egoları törpülemeli.

Zaman ise bedenleri katılaşır, tecrübe kazandıkça insan ruhu denilen şey de katılaşmaya başlar. Yeni doğan bebeğin yumuşaklığından bir iz bırakamaz köşede bir yerde artık. Amaçsız neşe, hisleri en saf şekilde belli etme, doğal dürtülerini açıkça açığa vurmak, yoktur. Bunların yerini bu dürtüleri saklamak gerekliliği almıştır. İşte bu doğal dürtüler engellendikçe katılaşma ve yaşlılık başlar. Değişim...

Güçlü olmaya çalışmanın kendisi, bir güçsüzlük göstergesi değil midir? Bu bir bağlılık, bağımlılık. Bağımlılık içteki bir şeylerin eksikliğine işaret eder. Ruhtaki boşluk, bir şeyleri yaşamamış olma durumundan dolayı bir şeye ya da bir kişiye takılıp kalmaya yol açar. Takıntı... Güçlü olma takıntısı da tıpkı bir sigara gibi anlık krizleri atlattırır fakat erken çökersiniz, ruhunuzda zifiri izler bırakır. İzler... Güçlü olma bağımlılığına yakalandığınız zaman onu bırakmanızda zorlaşır. Ne onunla mutlusunuzdur ne de onsuz. Belki mutlu olduğunuzu hissedersiniz ama zamanla sizi yiyip bitirdiğinin farkına bile varamazsınız. Çünkü içten içe sizi kemirecektir. Siz güçlü olmaya çalıştıkça anlık travmaları atlatabilirsiniz belki ama uzun vadede sizi çökertecektir. Çünkü güçlü olmak doğaya tepki göstermektir. Karşı koymaktır. İçe atmaktır. İçe attıkça her anlamda yorgun hissedersiniz. Yılların artığı içinizde birikmiş olur. Kirlilik...

Şimdi güçlü olmak üzerine tekrar düşünün. Güçlü olmak? Güçlü olmak, aksine bunu yapmaya çalışmayarak deneyimlenir. Deneyim... Çünkü bir şeyi yapmaya çalışmak zorunluluk içerir. Zorundalık, insan bedeni ve ruhuna düşman bir duygudur. Bu yüzden, İçinizden geldiği gibi tepki gösterin. Reddetmeyin. Acılarınızı yaşayın, sevinçlerinizi düşünmeden yansıtın. Saçma sapan olsa da gülmek her zaman iyi hissettirir. Gülmek... Gözyaşlarınızı tutmayın. Ağlamak... Güçlü olmaya çalışmayın bunun için yorulmayın, zorunda hissetmeden yaşayın. Böylece hayatınızda iyi ya da kötü her aşamayı sindirerek deneyimlerinizin tadını çıkarın.

5 Ekim 2017 Perşembe

Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır

Resimlerde gördüğüm gözlerin, öpmeye doyamadığım ellerin. Aşkın bu haliyle yeni tanışıyorum. Şimdi biz bu şehrin yeniden altını üstüne getirsek daha büyük bir aşk bulamayız. Aşk? Sen bu sorunun cevabını artık biliyorsun. 

Bahar dalından kopartılmış bir filiz gibi köreldim. Benimle barışmayan bir yeri var kalbinin. Ellerim, binlerce insanın değdiği yerde parmak izlerini arıyor, başka duyuluyor sözcüklerde... 

Seninle bir meyhane masasında baş başa oturamadık. İki kadeh daha fazla içip, herkes kalktıktan sonra en çok sevdiğin şarkıyı söylerken eşlik edemedim. Sonra hafif sendeleye sendeleye birbirimize destek olarak, karnımızın acıktığını düşünüp Aspava'ya gidemedik. İki soslu dürüm yemeye.

Sırılsıklam gençliğimize sonsuz bir sevgiyi öğretemedik. Başında bilemedik sonluluğumuzu. Planları bazen erteledik, bazen gerçekleştiremedik ama bilemedik Tanrı'nın geleceği planlayanlara kahkalarla güleceğini. 

Artık yarının gündüzüne beraber düşecek bir gölgemiz yok. Gittiğin gün yaşadığım sürgün, tutup öyle bir köşeye sıkıştırdı ki beni, kalbimin bakir köşelerine kadar sen olduğunu öğretti.
 
Şimdi otur düşün, aynı hasret mi çektiğimiz? 

Ayrılışımız gözyaşlarıma batıyor. Sadece yaşayabilmek, biraz daha sevilmek istemem belki de bundan. Seni ben çok geç tanıdım. Tutup bütün anılarıma seni sıvadım. Herkes gördü; öğrenciler, seyyar satıcılar, şoförler, kimliksizlik, ayyaşlar, yağmur, karanlık, aydınlık, evler, bir deniz görmedi belki bizi, bir de bir kaç martı. Yinede gören çokluğunu, çocuksuluğunu hissetti. Yabancılık çekmedi.   

3 Ekim 2017 Salı

İki Kelimeden Bir Şiir

Lafı dolandırmanın anlamı yok. Lüzumsuz bir heyecana mahal vermeden söyleyeyim. "Ben artık istemiyorum" dedi. Güzel başlayan her şey gibi zamanla sarpa sarmaya başlamıştı. Bir umut daha zorlamak istesem de... Hah işte! Tam orada çoktan gardını almış, bırakmıştı. Neresinde kaldığımı unutmayayım diye de tekrar tekrar üstünden geçmişti. Köşesi kıvrılmış bir kitap gibi. Her açtığımda aynı yerdeydi. Yani "artık istemiyorum" kelimesinin altı bilmem kaç kez çizilmişti. 

Altı çizili iki kelimelik gerçeği aldım şiir edindim kendime;

Yeni ölmüşlerin mezarlarını kim kazar
Gözlerini kim kapatır o zaman
Taşlarına kim zifiri yazılar yazar
Ölüm ve doğum tarihlerini kim parantez içine alır
Hangi eller bu işi umursamadan yapar birine
Titremeden eller, eller ki sözcüklerden daha sıcak gelirler
Başımda deli düşünceler, ölümle ilgili, ölüm neydi
Belki çoktan delirdim ya da ölen benim, ölen ben miyim?
Düşüncemse ölen, düşünce, düşünce katilim kim benim?
Hislerimse ölen, öldüren hangi iki kelime
Sıra gelecek titreyen bir elin kapayacağı gözlerime
Yağmur dökülürken, kapalı pencere, izlerken gözlerim
Yağmuru, renkli bir şemsiye olacak mı? Söyle


Herkesin sonunda hikayesi aynı, her gün yirmi dört saat için.


2 Ekim 2017 Pazartesi

Boş Kağıt

Her şey bitti. 

Dün başka bir deniz vardı, bugün çok başka bir coğrafya.

Gökyüzüne sokulmak isteyen birini tanıdım. Her sözcüğü gökkuşağı gibiydi. Şimdi simsiyah bulutların yağmur düşürdüğü gün gibi karanlık, ağır. 

Üzüldüm, gerçekten üzüldüm. 

Başa çıkamayacağım bir sürü olayın içinde kalmış gibiyim. Giden çok olmuştu gideli. Beraber ezberlediğimiz sokaklardan geçerken o günleri bayram sanıp gülümsedim. Giden hatırlayacak mı? Bir gün daha geçince üstünden, hayatın. 

Hatırlamamak mümkün değildi. 

Hafif, iyi soğutulmuş bir şarabı yudumlamak gibiydi. Sabah erken kalkıp, demlenmiş taze kahve kokunu hissetmek gibiydi. 

Gittikçe hiç kıpırdamaz olan bir izdüşümü gibiydi. 

Yalnızlık, çaresizlik bir kimlik simgesi gibi dilime vururken,
gönülden geçen düşer bilince. 

Yazık olmuşlarımla,
Yıkılmış kalmış kendimle,
Ve gerçeklerin ucunu sivrilte sivrilte,
Kendime eziyet ederek,
Sivri sivri içime dokundurarak gerçekleri,
Olmaz diyen seni tanıdım,
Kanayarak, morarak

Hayat her şeye rağmen devam etse bile. 

Bir ölüyüm. Çok üzüldüm, çok üzücü bir durum, Allah rahmet eylesin. Nur içinde çürüyeceğim. Sen başkasını sar şimdi. İçine sığmadığım ama sığındığın bir yerde.  

Bu sondu, bu son boş kağıt, yazılacakları hayatın.  

1 Ekim 2017 Pazar

K(i)ronik

Tüm gece uyuyamadım. Geceden sabaha geçen uzun bir sürgün. Sabaha kadar sigara içtiğimden olması muhtemel bir boğaz ağrısı boy gösterdi. Sabahın serin havası, bulutlu bir günün ilk ışıkları. 

Ben ne yaptım? Yoğun yaşayıp yaşamadığımı düşündüm. Aşkı, duyguları, özlemleri? Yoksa ben yaşanan tüm olayların bir gözlemcisi, dünyanın, duyguların, özlemlerin, ülkelerin, alışkanlıkların bir seyircisi miydim? Belki de gövdemin dolu dolu öldürücü acısını taşımak zorundaydım ben. Peki ama sevinçler, istekler, ne yaptım ben? Duyguların derinliğinden bir gözlemci olarak kaçtım mı yoksa onların yarattığı akıntıyla Ben'im tümüyle yer almadı mı ve zaman dışı sessizliğimde kaç gecenin, sabahı izlemek üzere, yeniden başlayanlar için, yeni bir gün heyecanı veren ışıklar içinde yeterince içten, yeterince açık değil miydi, sana yeniden başlamak isteğim.

Üzerime soğuk hava basınç yapıyor. Ayaklarım üşüyor. Dünde öyleydi, gittikçe daha ağırlaşan bir yük, göğsümden içeri sızıyor. Işığın vurduğu her rengi süzüyor gözlerim, boğazımda düğümleniyor kelimeler. Yutkunuyorum, canım acıyor. 

Uyuyorsun sen şimdi, uyanık kalmak doğru değil. Acıyı daha bir çekiyor gecede beden. Acı eşiğim yeterince güçlendi yinede dayanacak gücüm yok. Dalgaya vuruyorum her şeyi tüm ciddiyetimi kaybettim.  Yaşanmış düşüncelerimde bir çıkış noktası arıyorum. Acıya bulanıyorum, yabancılık ve özlem buluyorum. Derin bir sevgi ya da bir ilişki bulamıyorum. Bana yutkunmayı güçleştiren şeyin aslında ciğerlerime doldurduğum havanın ya da sigara dumanının boğazımı kirletmesi olmadığını anlıyorum. Bende sürekli ilerlemiş artık kronikleşmeye dönmüş bir his olduğunu anlıyorum. 

Yağmur karşılıyor beni, bir sigara daha yakıyorum. Kronikleşen yerine canımın. Daha fazla acı çekmenin mümkün olmadığını bilerek... 

Günaydın.

https://www.youtube.com/watch?v=ZiZeIERGuvA

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...