20 Aralık 2015 Pazar

Olduğu Kadar Güzeldik

Kafamın içi gece kadar karanlık düşlerle doluydu. İyi bir başlangıç yaptığıma inanıyordum, koltukta uyandığım sabahların ardına, uzun süredir uyumadığım yatağımdan kalktığımda. Beyazdı sıyırdığımda perdenin yarısını, pencerenin ardındaki tablonun görüntüsü. Pazardı ve okullar tatil olduğundan okul bahçesi boştu, çocukların gürültüsüne on yıldır hiç alışmış olmamam rağmen, gözlerim bir an sevinçle okul bahçesinde koştukları anı aradı. Kar bırakılmış karanlığın sabahlığında… Gülümsedim.
Balkona çıktım. Yaklaşık otuz beş dakika önceydi. Bu gün doğumundan çok kısa sonraki bir saatti. Gökyüzünün griliği, hafif bir rüzgârın geceden gelen temizleyip, pakladığı, okul bahçesindeki çamların ve toprağın, karın ve kentin kömür kokusuyla karışmış havayı içime çektim. Kar hafiften yağmaya devam ediyordu ve rüzgârla yolunu şaşırmış birkaç kar tanesi yüzüme çarpıp eriyordu, sıcaklığında tenimin.
Tekrar tekrar içime çektim kokuyu, hayatı, hayatımı. Keyiflenmiş, huzur dolu, dakikalar boyunca hiçbir şey düşünmeden durdum balkonda, seyrettim, soğuk, donuk, mat kaplamanın içindeki kenti.
Son yudumumu alıp kahve fincanından içeri girdim ve yarım bıraktığım perdenin tamamını açıp çalışma masama geçtim.
Uyumaya çalıştığımda, geride bıraktığım günün, tasarladığımdan farklı geçtiğini düşünüyordum. Sanki günü yöneten tatlı bir oyun gibiydi zaman. Sıradan, spontane. Böylesi tasarladığımdan uzak kalmasına rağmen güzel gelmişti. Geride bırakılan iki senenin verdiği utanç yüklü zincirlerin koptuğunu hissediyordum, bakışlarının kararlılığında. Bütün tereddütler, hicaplar bir tarafta; ruhlarımız birbirini kucaklıyordu.
Kurs çıkışına henüz yarım saat vardı geldiğimde Mithatpaşa caddesinin köşesine. Caddenin devamlılığının bozulmaması için yapılan köprünün yanından ilerledim. Sakarya caddesine dönen köşedeki çay evine girdim. Hava soğuktu. Isınamamıştı vücudum bugün. On katlı kurs binasının çıkışını görebildiğim bir masaya geçtim. Kaldırımlar soğuğun sakinliğini üzerinde taşıdığından net bir şekilde görülüyordu kursun çıkış kapısı. Çay ve simit söyledim gelen garsona aç olmadığım halde benden önce gelenlerin ritüelini bozmak istememiştim. Ankara’da günün her saati çayın yanında meşhur simidi yenirdi aç olmasan bile.
Siparişim masaya gelmeden telefonuma mesajı gelmişti “ çıktım, nerdesin?” bu kadar çabuk olacağını bilseydim oturmazdım diye düşündüm. Başımı kaldırdığımda kursun kapısında dikiliyordu. Aradım ve caddenin karşı çaprazında bir çay evinde oturduğumu söyledim. Oysa kursun önünden almak için sözleşmiş olmamıza rağmen dersinin erken bitmesi ve benin verdiğim siparişi iptal etmem utancımdan söz konusu olmadığından planım bozulmuştu. 
Caddeden geçmenin zor olacağını söyledi. O yüzden üst geçidi kullanıp geleceğini söyledi, söylemiyle yanıma gelmesi arasında geçen süre üst geçidin uzunca basamaklarını düşündüğümde şaşırtıcı derece hızlı gelmişti. Sanki koşar adımlarla gelmişti geçen yılların kaybını çoğaltmak istemediği için.
Oturdu, bir çayda ona söyledik. Büyümüştü, on sekizinde tanıdığım haliyle değildi. İki yıldır gördüğüm haliyle değildi. Son gördüğümde taktırdığı diş tellerini bile çıkartmıştı. Yüzü yirmi üç yaşının ve yaklaşık altı ay sonra alacağı üniversite diplomasının yorgunluğunu yansıtıyordu. Hala güzeldi.
Her sorumda dâhil olamadığım hayatını sorguluyordum. Oysa sevgiyi, sohbeti, hüznü, sevinci çok iyi yansıtmayan parmak uçlarının dokunduğu tuşlarda geçirdiğimiz çok zaman olsa bile teknolojinin verdiği monitörlerde, hangi tuş daha etkili olabilirdi ki sıcacık bir gülüşten ya da konuşurken değişen yüz ifadesinden. Konuştum durdum, dinledim sustum. Anlamı vardı, anlaşılıyordu, masanın üstünde soğuyan çay bardakları ve ısınan sohbetin. Gözlerinde dile getirdiği uykusuz geçen gecelerin yorgunluğu, dilinde beni anlama çabasının acemiliği ve hiç tamamlanmayacak cümleler zamanın asla yetemeyeceği. Bu, benim için dünyadaki en güzel ve en hüzün dolu görüntü ve eğer tekrar gülecekse, sorularıma yanıt vermekte zorlanınken şaşkın ifadesini yüzüne takınıp yanımda oturacaksa ben beklerim.

8 Aralık 2015 Salı

Bir Mutluluk Tasviri

Usulca kahvemi yudumluyordum. Telefonuma gelen mesaj sesiyle yerimden doğruldum ve yazdıklarımı okuyan tanımadığım bir ten, bir yüz, bir ses, bir isim; bir numara ve yazdıkları sadece gözlerimin önünde. Anlamak istiyordu düşüncelerimin ağırlığının içinde kaybolmuş ruhumun değişik geçen zamanlarını. Dahası da var, kendini olduğu kadar benim yerimde hissediyordu… Bilmediği çok şey olmasına rağmen, yazdıklarımın yaşadıklarımla orantılı olduğunu ve yaşadıklarımın yaşadıklarıyla orantılı olduğunu düşündüğü bileşik oran orantı problemi kurmuştu bile kendince. Cevapları bulabilseydi problemin hatasını görebilecekti ama o kadar kendini inandırmıştı(bir süre mesajlaşmamızdan sonra farkına varmıştım) ki... Unuttuğu şey kimse kimsenin hayatını, acısını yaşayamaz ve kesinlikle benzer diyebileceği bir yan olamaz.

En çokta kaybettiği bir sevgiyi görüyordu yazdıklarımda, eminim. Başka bu denli bir ortaklık, kayda geçtiğim yazılarımdan çıkartabileceği bir sonuç değildi. Ne diyordum. İşte, bilmediği kısım burada gizliydi aşk aynı vücut iklimine sahip kişilerin aynı mevsimi yaşamasıydı ve benim mevsimim kalabalık bir dünyada yalnız kaldığımda başladığımdı. Bu yüzden bütün kitaplarda filmlerde dergilerde konu aşk ve anlatan olduğu sürece hep ayrı kaleme alınmıştır düşünceler, yaşanmışlıklar ve tanımı aşkın cümlelerde. Bu yüzden bir ortaklık değil, bir kaybediş serüvenine ait olan ortaklıktı bizimki hepsi bu.

Bunun dışında ruhlarımız hep aç ve evrensel olarak mutsuzuz. Bu hiç mutlu olmadığımız anlamına gelen bir kesinlik yargısı değil. Sadece mutluluk diye adlandırdığımız sözcüğün anlık yaşanılan bir his olduğunun farkında olan biriyim ve pollyannacılığa düşman biri olarak da eklerim. Gezegendeki insan nüfusu her geçen gün artarken ve bu artan nüfusu belli ülkelere ait markalaşmalar (giyim, teknoloji, yiyecek ve içecek vs.) kontrol ederken. Örneğin, dünyanın en büyük firmalarından, Google şirketinin insansız hava aracı ve savaş teknolojilerinin yapımını yüklenmesi, bu sadece bir örnek olarak görünse de bunun gibi ülkemizde ve diğer dünya ülkelerinde ismi karşımıza çıkan bu küresel firmaların bize getirdikleri. Korkunç. Günümüz teknolojileri anlık mutluluklar oluşturabilir ve onun dışında istedikleri kesinlikle dünyayı yok etmek. Sonuç, mutsuzluk. Neden, güç. Küresel bir mutsuzluğun içinde, mutluluk kelimesi hep saçma gelmiştir.

Bir tarafta bu kadar barbarken, bir yanda anlık mutluluğa dâhil olsak ne olur olmasak. Bize mutluluk gerekliyse önce kurtuluş gerek.

4 Aralık 2015 Cuma

Şiirini bilmediğim bir Ankara akşamı
Yağmurdan ıslanmış kaldırım taşları
Seni arıyorum kuşkusuz, ıslak
Kimsenin anlatamadığı satırlarda 

Sessizlik

Gözlerini dikmiş, dikkatlice ayın yüzümü aydınlatan kısmını inceliyordu. Güzel bir geceden beklenecek ne varsa gözlerinde vardı. Neşem, gecenin tül gibi zarif, ılık bir rüzgarın çarpışıyla yüzüme dağılıyordu. “Geceyi sevdiğimi söyledim.” Yıldızlardan ve bizden başka kimse görünmüyordu etrafta. Cırcır böceklerin ve yanımızdaki gölden gelen kurbağa vıraklamarının dışında, konuşmama müdahale eden hiç bir ses yoktu. Beni duymamış değildi.

Soluk alış verişinin bile net anlaşılmadığı bir an, dikkatlice bakmaya devam etti. O da seviyordu anlamıştım. Bildiğimi, bildiği için sustu ve “konuşmaya değil sadece hissetmeye ihtiyacımız var” der gibiydi. Açıklama ihtiyacı hiç hissetmiyordu. Haklıydı da. Konuşmak; bir yerde bozmaktır insanlığı, doğayı, ırzına geçerek hem de. Konuşsa, bozulacaktı gece, bozulacaktı ay, bozulacaktı göl, bozulacaktı çimenler, bozulacaktık biz, cırcır böceklerinin sesleri, vıraklamalar ve evren ve dehşet verici yalnızlık…

Sakindi. Her zaman olduğu gibi. Gülümsedi, inci dişleri karşımdaydı. Heyecanlandım, gülüşüne gülüşümle karşılık verebildim mi tam olarak anımsayamıyorum? Onun kadar güzel dişlerimin olmadığını fark ettim. O her şeyden farklı, herkesten farklı görünüyordu.

Hayata diş geçirmeye çalışırken bunu sakince yapmaya çalışan biriydi. Bana büyük heyecanlarla öğrettiği ve benim ondan öğrendiklerimi, diğer insanlara da öğreteceğimi düşünürdü, kutsal bir inançla. Hem de kendi anlatma ihtiyacı duymadan. Haklıydı da farklı periyotlarda vücudumu yeniler, zaman algımı değiştirir ve öğrendiğim ne varsa, beni daha anlamlı kılar. Beni anlamlı kılan her şey, bir başkasını, bir başkası bir diğerini, bir diğeri, bir başka diğerini… Bu anlamlar böylece büyüyüp uzunca bir zinciri oluşturur. Sonunda istediği gibi, konuşmadan anlaşacaktı bir gün tüm dünya...

Tüm dünya üzerinde yaşanan hepimizin bir nedenden dolayı birbirine bağlandığı derin bir sessizlik, hayaliydi onunki.

Anlamıştım; onun bana hediye ettiği adını şu an hatırlamadığım bir kitabın sayfalarını konuşuyordu bakışları, “insan sesinin çıkardığı gürültüyü başka hiçbir canlı çıkaramazdı, fısıldama olsa bile. Çünkü insanın çıkardığı seslerin bir anlamı vardı ve zihinde kapladığı yer evrensel bir boşlukta uzayıp gidiyordu. Şekil değiştiriyordu, ‘Acaba’ oluyordu, ‘ya da’ oluyordu, ‘Belki’ oluyordu, ‘Hassiktir’ oluyordu. Anlamını değiştiriyor, değiştirdikçe zihne daha fazla basıyor, kokuyordu.

Tüm bu anlattıklarımı bilmem, konuşmadığımız o geceye dayanır.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...