21 Mayıs 2018 Pazartesi

Başlangıcı doğru, 
sıradan bir serüven, 
rastgele bir ilişki gibi başlayıp, 
gün günden hayatıma yayılan, 
büyüyüp kök salan, 
benliğimi kavrayıp, 
varlığımı ele geçiren bir aşka 
bedellendin. 
Sonra hızlıca uzaklaştın oradan. 
Elinden gelseydi kendinden de uzaklaşacaktın, 
yapamadın. 
Herkes kendi kuyusunu kalbinde taşır, 
biliyordun.

12 Mayıs 2018 Cumartesi

yeni bitmiş çay bardaklarında
dostluğu, sevgiliyi, özlemi arıyorum
şehir bulanık bir havada
kül tablalarına söndürülmüş sigara izmaritleri
git gide artıyor

Sessizce Beklemek

Giderken göze almaktı her şey
Bırakmak, kendi ellerinle yükselen hatıraları
Veda bu olsa gerek
Başlangıç ya da başlamak gerekli olduğumuz an
Duyulması gereken cümleler
Kurulması zor kelimelere gebe
Ayrılığın rüzgarı sıcak
Bunaltıyor geleceği
Yalnızız
Gerçekten böyle mi
Susadığın zaman su içmemek 
Önce ağzının kuruması
Sonra boğazın ve hafif yutkunmaların
Kadar gerçek mi her şey?
Uyuyamadığın geceler
Rüya görmemek için
Yorulursun
Gitmek istersin 
Gidebilmek daha uzağa
Bir daha görmemek için
Gülümsersin, sadece dudaklarınla
Bittiğini kabullenmek kolay değil
Hep bir 'ya' kalıyor içinde
Susarsın
Zaman geçiyor hızla
Yaklaşmak gelişine, hissederek
Anlamsız bekleyişler
Sonu hüzün olan
Kaybettiklerin bununla sınırlı değil
Daha fazla kaybediyorsun
İçinde dönüp durdukça bekleyiş
Huzursuzsun

Gri Kentin Öğrettikleri

tecrübeler kelimelere döküldükçe güzelleşiyor
şiirde, şehirde, yaşadıklarımızda güzel
biz kaldırımın resmiyet olduğu yerde doğduk
ve uyanınca gördüğümüz her semtin duvarında
geceden yapılma, sprey boyalarla yazılmış
aşk notları, devrim manifestoları, yasaklar
anıları kahverengi şişelerle tazeliyorduk dostlarla
sakaryada, konurda, olgunlarda, tunalıda
koşulları her zaman eşit gelmeyen denklemi
ceplerimizi yoklayıp çözüme kavuşturarak
somut bir şeyler koymaya çalışıyorduk ya da anlamaya
kimin canı sıkkınsa onu hakkı fazlaydı ama
çöktüğümüz kaldırım taşlarında, siyasetten konuşuyor
denk kafalar olduğunda konu futbola kadar uzanıyordu
çekirdek üstü kola muhabbete eğlenceydi
polaroid bir film karesine şimdilerde sığdırılmayacak
aşklar yaşıyorduk, platonik olduğunu herkesin bildiği
sigara içiyorduk park köşelerinde okul çıkışı
hayatın orta yerinde, kimsesiz bırakılmış çocuklar gibi
hep bir umudun peşinde yol almaya çalışıyorduk
gün geçtikçe kötü hatıralarında biriktiği
çocukluğumuzdan sıyrılıp daha bir büyüyorduk
sonra sırtımıza en büyük tekmeyi
en çok sevdiğimizden alıyorduk kuşkusuz
bir şekilde yuvarlanıp yeniden yola koyulmasını
biliyor ve gri kentin içinde öğreniyorduk
devrimlerimizden, sevgilerimizden söz ederek
Artık gecelerin gündüzlere uzanmasına gerek yok. 
Kim nerede olmak isterse orada kalsın. 
Üstüme gelmeyin. 
Hayat bir mavinin altında ki huzur değil. 
Karanlık ne kadar başımın üstünde durursa o kadar mutluyum, o kadar umutlu. 
Kaybettiklerimin sayısı yaşımla orantılı ve kaybettiklerimin hiç bir açıklaması yok. 
Neden kaybettiğim, neden yaşamak zorunda kaldığımın anlamı yok. 
Yalnızlık bir kanca olmuş üstümde o bana değil ben ona tutunuyorum. 
Zamanla alışıyor insan yalnızlığa.
Sudaki denge bende olsa, su-sardım.

Zaman olgunlaştırmış bizi
Peki, eskittiğini kimse fark etti mi?

Her şeyin bir nedeni
Her kaybın bir özleyişi
Her tercihin bir vazgeçişi
Böylesi bir denklemde yüzüyorduk 

Bir bahanesi vardı olmamışlığımızın
Özü ve kabul görmüşlüğü
En eksik yanlarımızın
Kendini tamamlamaya beş kalmışlığımız
Kalıcı olamamaktan yana

Buymuş yani "olmak"
Bitebilmekteymiş
Senin için hep "olmamak"


Alfa!, Lazy eight!, Temel sekiz!, Yelkenler fora!,
k(a)dına.

11 Mayıs 2018 Cuma

Her şey tezatlar üzerine kuruludur bu alemde... Lezzetliyse zararlıdır kesin. Şehvetliyse günah. Heyecanlıysa tehlikeli. Mutluysan sonu mutsuzluk. Zenginlik adaletsiz, fakirlik ise eşit dağıtılmıştır bu dünyada.

Günaydın sayın dinleyen İnsandan Öte burası! 

Kendimden başkası değilim, bütün roller, bütün oyunlar tükendi. Kendimden başka gidecek yerimde kalmadı aslında. Kabul etmiyorum bu dünyanın getirdiği bazı şeyleri. Bak ama dokunma. Dokun ama tatma. Tat ama yutma. Sev ama sevilme. Özle ama özlenme. Her söylenenin tersi yaşanılan bu dünyada ilk nefesten bu yana anlatılan her şey sanki bir avuntu gibi. 

Neden?

Neden zayıfız, neden şişman? Neden güzeliz, neden çirkin? Neden bu kadar gaddarlık, bunca acı, neden sebepsiz yere ölmek; hayat böylesine güzel ve onca insana yer açarken. Yani bunca tezata bir açıklama yapılmazken, yani bilmedikçe cevapları, sevmek???

İyi bir yerde değiliz.

Yeni bir dil, yeni bir düzen, yeni bir manifesto lazım bu aleme. En büyük hataları bile sevgi ve şefkatle pansumanlamalı. Kusurlarda ki güzellikler tadılmalı. Ağaç kabuklarının çatlaklarından çıkan öz, nasıl can verirse gövdeye, kırık yerinden sızan ışık nasıl aydınlatırsa karanlığı, dağların, ovaların arasındaki yarıklardan çıkan su nasıl hayatsa doğaya, yaralarımızı da öyle yaşamla doldurmalıyız. Yapılmış hatalar bu dünyayı kıymetli kılan; günahsızlık değil. Ve hatalarımızı, kırılan parçalarımızı korkuyla değil, sevgi ve bilgiyle tamir ettikçe güzelleşecek dünya...

Ruhlar yaralı, ruhlar aç, ruhlar sevgiye doymuyor.
Belki kıyamet yakındır da kıyamayız. Belki de bu dünya gerçekten başka bir gezegenin cehennemidir de biz günahkârlar ilelebet burada mahkumuz.  

“Hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu? Ya da bir şeyin?”

9 Mayıs 2018 Çarşamba

Birazdan gün başlayacak ve saatin çalacak! Sen bir nehirsin, nehirler geç kalmaz!

Günaydın sayın dinleyen İnsandan Ötesi burası...

Gönüldeki koca boşluğa, aklı loş olan anılar. Mertebe değil, bu bir ertelemedir esasında. İçerideki boşluğa seslendikçe, büyür insanın kendi sesi. Boşluktandır zan altında kalışı ve kendini bir büyütecin merceğinden izleyişi. Büyük değil, küçücüğüz ya hepimiz ve en basitiyiz ya evrenin... İçindeki evrene bağırır gibi seslenince kendine, şaşıracağın tek şey, kendi duruş halinin değil, içindeki kocamanlığındır bana göre...

K(a)dına
şekil ver bana
bi'daha!
eğer istersen

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Her doğuşunda güneşin yeni bir özlem öğreniyorum. Yokluğunun kendini yenileyen merasimi daha sabahtan başlıyor çünkü. Sonra kalkıp bana zamandan bahsediyorlar. Heyhat! Ateş sadece düştüğü yeri yakıyor...

Günaydın sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Böyle simsiyah bir gecenin üstüne güneş vurduğunda, kalbimde hasretinin birbirine geçmiş dişlileri, kime sorsam saniyeleri vuruyor. Oysa haddinden uzun bir yelkovan zamanı ötelerken hüzzam makamında bir şarkı söylüyor. Akrebi dizime yatırıp düşünle besliyorum. Yarına uğramıyor diğerlerinde olduğu gibi zaman, her gece başa dönüyor. Üstelik canımı çok yakıyor. Zaten sana yazdığım her yazıda kendimi ele veriyorum. Çünkü masanın başına yazmak için oturduğum her an samimi itiraflarda bulunuyorum. Hatıralara esas durup hep hasreti anlatıyorum. Sonrası, her satırı ara sıra gözlerinle kuşatılmış huzurunda dizili. Sonrası gamla beslenmiş bir sessizlik, sonrası okyanus kadar dipte, derinde. Sonrası da var elbet ama adını bilmiyorum...

Sessiz bir konuşma yapıyoruz şuracıkta. Ben "gel" der gibi bakıyorum, sen "olmaz" der gibi gözlerini uzaklara yatırıyorsun. Gururum dikmiş gözlerini bana bakıyor, yalvarır gibi duramıyorum ama -serde erkeklik varsa var- hüngür hüngür ağlıyorum. Sevmiyorsun bu hallerimi, belki üzüyorum, üzülüyorsun. Hatta biliyorum, ne yazarsa yazsın ellerim, ne söylerse söylesin dilim, yanıt almasa bile söylediklerim, inandığın yolun içinde düşünürken, kendi yanılsamanla baş başa kaldığında sen, sende biliyorsun bu seni her şeyden çok seveni. 

Bahar yapraklarına damlamış gözlerini, şeker hamuru ellerini, özlemin hiç bitmeyeceği aklını sevdiğim içini serin tut yarı uyur yarı uyanık hal bu. 

K(a)dına
bir bardak kahve, eşliği bir müzik, masum insanlar masası
saat 07.29

 " https://www.youtube.com/watch?v=PMpVt1bhCoo "

6 Mayıs 2018 Pazar

Unutamam kokusunu ellerinin
Başka avuçların sıcaklığını sarsa bile

En iyi ben bilirim yalan dünyalı olmayı
En çokta ben aldatacağım kendimi
Zor bir gençliğin bahanesine yatırarak aklımı
Ve serseriyimdir de şu aklıma düştüğün an

Benim için her yer sen varsın


Sen mi bana dönüşürsün ben mi sana?
Hangi "doğru", kolay bükülürse
İşte
O-Ona

4 Mayıs 2018 Cuma

Canım sıkkın olduğunda dünyayı sevmemeye ilk kendimden başlamayı bırakmalıyım. 
Günaydın sayın dinleyen İnsandan Öte burası!

Bir şeyler için çabalıyorum. Hayat için, insanlar için, kendimi hep bir geride tutup, başkaları için savaşıyorum. Tükenmeye başladım. Yorulduğumu hissediyorum. Uğraşıyorum, didiniyorum bir şeyler yazıyorum, sonuç bundan bile şansızım. Yazdıklarımın edebi bir yeri yok! O asık suratlı, kibirli, her şeyi çözdüm ben diliyle aktarılan metinler vücudumda kaşıntılara neden oluyor. Bu dünyadan herhangi bir şeyi çözerek gitmeyeceğiz çünkü. 

Sonra aniden daha yorgun hissettim kendimi. Elimdeki bira bardağını yarım bırakıp zorlanarak, birazda oturduğum masadan destek alarak kalktım, hiçbir şey anlatacak gücüm kalmadığını hissettim. Başladığım cümleyi olduğu yerde kaderine terk edip doğruca eve gittim. Her şey nasıl bıraktıysam öyle duruyordu. Koltuğun üzerinde okuyup bitirdiğim kitaplar, masanın üzerinde duran kirli kahve fincanı, not aldığım kağıtlar, ağzına kadar dolu kül tablası. 

Ortalığı gücüm yettiğince topladım. Yine uymayacağım onlarca karar almak için kendime taze bir kahve hazırlayıp, temiz hava almak için balkona çıktım. Biraz başım dönüyordu sadece. Birde Uranüs'te mevsimler kırk iki yıl sürüyormuş. Kırk iki yıl bahara hayır demeyecek çok canlı vardır elbette. Evrenin her yerinde zaman mefhumunun böyle farklı işlemesi beni deli edecek bir gün. Ama anlıyorum. Bu gezegende de bazı günlerin ne denli uzun sürdüğünden... 

Bir kartalı anlayabilmeyi çok isterdim. 

Şehrin üzerinden bütün gün kuş sürüleri geçti. İşte! dedim. İşte özgürlük! Git gidebildiğin kadar bahara, güneşin etrafında fır fır dönen bu gezegende kendine ait en uygun yeri bulmak için, göç. Kanatlarım olsa bende bunu denerdim. Onları gördükçe tüm eksikliklerimin altında kalıyorum. Çok uğraşıyorum, çok uğraşıyorum ama uçamıyorum. 

mutluluk yatıya kalan bir misafir değildir!

3 Mayıs 2018 Perşembe

Dünya dediğimiz şey, bizim onu zihnimizde kavradığımız kadardır. 
Dünya hayatımızdır, 
Merhaba sayın dinleyen İnsandan Öte burası!

Harcanmış zamanları yeniden yaşayamazsın diyen insanlara kapattım kulaklarımı. Kalbe dokunan bütün anılarımızı santim santim yoluma seren beynimi durduramıyorum. Yaşama hakkını kutsal bir çaresizlikte, bekleyişte bulan her canlı gibi, işte bahar, bahar diriliştir. Yeniden doğuş. Şimdi bizim iklimimizi ise düşün; kışlarımız her şeye yeni bir başlangıç, yazlarımız dayanılmaz bir kaçış. Kaos. Karmaşa. Ne olur inkar etme tadı damağımızda kaldı. Koca koca gezegenler bile birbirini çekerken bizim itiş gücümüzden, kütlelerimizle ilgilenmeyen şu korkunç itiş kuvvetinden bahsediyorum. Güçlü, ani... 

Ani bir iç çekişin vardı birde senin, beni sevdiğin aklına gelince onu da alıp gittin. Beni çektiğin kadar yakın, ittiğin kadar uzak bir hal bu. Üstelik bu çekime karşı sevdik birbirimizi... Sana bir fizik dersinden çok fazlasını anlatmaya çabalıyorum. 

Çünkü benim sessizliğimde havanın olmayışı değil, senin susuşun vardı... 

O saniyeleri vurmadan geçen saatlere aldırma, zaman görelidir. Bir kere ellerini tadan, bir kere dudaklarından öpen, sensizken bir daha "yaşıyorum" demez.

Keyifsizlik umutsuzluğu doğurur. Umutsuzluk bir noktadan sonra mücadele etmekten vazgeçirir. 
Vazgeçme!

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...