Hatırlıyor musun?
Aynı müziği kulaklarımıza doldurduğumuz geceyi. “Feridun Düzağaç
dinler misin?” demiştin, şarkı listemdeki parçaları beğenmeyip değiştirdiğin
anda bulduğun şarkısını dinlemeye başladığında. Sonra çok dinledim o şarkıyı.
Hatta en çok sevdiğim şarkısı oldu diyebilirim…
Hatırlıyor musun?
Yollar en çok üşüdüğümüz şehre dönerken, içimizin
sıcaklığını sakladığımız o geceyi. Kırgınlıklar, camdan sana göstermeye
çalıştığım yıldızlar ve yasak bir an, o an herkesten sakladığımız. Dönerken
beyaz karın içinde simsiyah izini bıraktığımız.
Değiştiğini hissettiğim an her şeyin, şehirde ben üşüyordum,
şehir yalnız, sen uzak. Bu şehir, kısa bir sevgiyi büyütmüşken bağrında, her
şeye, herkese inat hayat kavgasında. Kısa zamanda çok şey anlatmıştık
fısıltılarımızda…
Hiç unutmuyorum, bira içmeyi çok severdin. Son konuşmalarımızdan
birinde epeydir içmediğini söylemiştin. O an “kalk gidiyoruz” demek istedim.
Evet, evet bu kez senden önce davranıp ben söylemek istedim, fakat senin kadar
cesaretli değildim. “Gidelim” diyebilmeye. En çok ben konuştum oysa ama en çok
sen yaşattın bizi suskunluğunda. İlk kez içime atıyordum, karşında suskunluğumu. Hiç yoktan kahve içelim diyebildim, kırk yıl hatırı olsun diye. Damla sakızlı o
akşam iyi bir seçim olmadı haklıydın.
Bunca zaman sonra nasılsın? Şehir yorgun, soğuk, suskun...
Anlarım aklından geçtiğimi, anlarsın aklına düştüğümü,
yıllardır geceyi uyumayan sevgili…
Fincana kahve koydum gel.
İki göz, iki söz, iki
öz olalım.
Gel…