28 Aralık 2014 Pazar

Seni Düşünmek Güzel Şey

Hatırlıyor musun?

Aynı müziği kulaklarımıza doldurduğumuz geceyi. “Feridun Düzağaç dinler misin?” demiştin, şarkı listemdeki parçaları beğenmeyip değiştirdiğin anda bulduğun şarkısını dinlemeye başladığında. Sonra çok dinledim o şarkıyı. Hatta en çok sevdiğim şarkısı oldu diyebilirim…

Hatırlıyor musun?

Yollar en çok üşüdüğümüz şehre dönerken, içimizin sıcaklığını sakladığımız o geceyi. Kırgınlıklar, camdan sana göstermeye çalıştığım yıldızlar ve yasak bir an, o an herkesten sakladığımız. Dönerken beyaz karın içinde simsiyah izini bıraktığımız.

Değiştiğini hissettiğim an her şeyin, şehirde ben üşüyordum, şehir yalnız, sen uzak. Bu şehir, kısa bir sevgiyi büyütmüşken bağrında, her şeye, herkese inat hayat kavgasında. Kısa zamanda çok şey anlatmıştık fısıltılarımızda…

Hiç unutmuyorum, bira içmeyi çok severdin. Son konuşmalarımızdan birinde epeydir içmediğini söylemiştin. O an “kalk gidiyoruz” demek istedim. Evet, evet bu kez senden önce davranıp ben söylemek istedim, fakat senin kadar cesaretli değildim. “Gidelim” diyebilmeye. En çok ben konuştum oysa ama en çok sen yaşattın bizi suskunluğunda. İlk kez içime atıyordum, karşında suskunluğumu. Hiç yoktan kahve içelim diyebildim, kırk yıl hatırı olsun diye. Damla sakızlı o akşam iyi bir seçim olmadı haklıydın.

Bunca zaman sonra nasılsın? Şehir yorgun, soğuk, suskun...

Anlarım aklından geçtiğimi, anlarsın aklına düştüğümü, yıllardır geceyi uyumayan sevgili…

Fincana kahve koydum gel.

İki göz, iki söz, iki öz olalım.

Gel… 

25 Aralık 2014 Perşembe

İnsan Gönlü Gibidir

Soluyan bir yapraktır hüzün,
Silinmez izler kalabilir bazı ayrılıklardan,
Tek iz, gerçekten hissettiklerinde olan…
Kâğıt üzerine yazılmış satırlar şairindir.
Bazen alabildiğine kelimelerle savrulan…
Hiçbir yere yazılmamış bazı aşklar,
Yeni bir oluş, yeni sevgiyi yaşamadan yana.
Uyanık kuşların kanatlarına gebe umutlarım,
Yakar ateşini sevilmenin,
Bir çağ başlar, en büyük aşkları anlatan,
Bir şair doğar yeniden, ilk kez sana yazan.
Elinde doğan, pırıltısıdır mevsimin,
Yalnızdır bir kentin kıyısında, tatlı yüreğin.
Kim bilebilecek anlattıklarımı, sende anlamazsan.
Aklım yok, yüreğim sende, umutluyum,
Mevsim kış fakat bahar bende…
İşte bakışlarım, kulaklarım, ellerim, ayaklarım,
Senin yoluna, senin yolunda.

22 Aralık 2014 Pazartesi

En Uzun Gece

Yılın en uzun gecesinde düşüneceğim aklıma gelmezdi, seni.
Bir zamanlar tanımadığım için. 
Aslında seni tanıdığımı nasıl söyleyebilirim ki...
Avuçların başka bir adamın sıcaklığıyla ilgileniyorken, ben seni tanımakta yarım kalmışken, seni gün ağarana kadar düşüneceğim bu gece, başın o adamın omuzuna yerleşmiş beraber uyuyorken belki de... 
Ben oturmuş seni tanımaktan bahsediyorum.
Beyaz kağıtlardan üst üste koyduğum kaçıncı karalanmış satır, seni tanıdığımı yazıp anlattığım bilmiyorum. 
Gece madem uzun daha fazla kağıt harcayacağım... 
Sana, kendime, karşı koyamadığım ne varsa düşüncelerimde bir kez daha anlatacağım. 
Bir kıvılcımla, bir avuç kül olacak kağıtların içinde gömülü kalacağım. 
Mürekkep kokusu, yalnızlığım. 
Yaşamadım, yalnız kalmaktan. 
Yaşayamadım, beni dünyaya bağlayan sen olmadan.
Uykularında boğulan insanların nefes aldığı aynı gökyüzünün altında, başarısız anılarımın geçtiği, kötü kabuslar gördüğüm ve yola çıktıkça yeniden kürkçü dükkanına döneceğimin garantisiyle, idareli kullanmak istiyorum kalan ömrümü yazarak, çok daha fazla yazarak sana.
Arkamdan az yaşadı ama çok öldü diye anılarak... 
Yazmak, yazmak, yazmak...
En uzun gecede. 

20 Aralık 2014 Cumartesi

Yitik Düşsüzlük

Genç sevgilim, bir ‘yok’ kullanıyorum seni düşünürken ve bir anlam üretiyorum/yüklüyorum beynimin derinliklerinde durmaksızın. “Diz çök, bağış dile, yenik ve düş” doluyum ne yazık ki! Bütün çaresizliğimle sana başlıyorum. Bildirimin yumuşak tınısı içerisinde ilerlerken, dişlerimle dudaklarımı ısırıp kanatırcasına susuyorum. Şarap kızıllığında kanım. Deliliği tanımlayamam, daha önce deli bir arkadaş edinmedim. Yaratılmışlık, öfke ve gülme düzeneğim arasında sınır çizgim olmamıştır. Alkolle aramı iyi tutarım. Sigara, her genç neslin lise sonrasında bırakamadığım alışkanlıktır. Bende bırakamadım. Yeni yılda bırakmayı ümit ediyorum. Sonra ben ateist, hümanist, sosyalist, becerikli, kibirli değilim ve 5 saat 33 dakika, saniyeleri hesaba katmadığım her yönsüz tartışma notlarımı hazırlarken, Paul Hindemith’in boktan yazılmış -Symphonic Metamorphosis on Themes…- eserinin 8 dakikasının, 3. dakikasını kulaklarımdan geçirmek üzereyim. Bu bir doygunluk sunuyor insana, bıkkınlık. Klasik müziğe karşı saygı azalması… Eminim bu düşüncemle beni yargılayıp, bas bas bağıracak insanlar vardır. “Katılmıyorum size beyefendi!”(Gayet kibar bir cazgırlık olacaktır). Anlamadığım, benden bir beklentisi olmayan, beni tanımayan insanların bir müzisyenden dolayı şuursuzca yargılaması. Uzatmamayım bu duruma takılmayacağım. Dayanma gücüm ve sabrım teşkil ediyor, kayıtsızca. Yitirmeden düşsüz, tedirgin ve kurguladığım zamanı. Yitirmeden umutlarımı, sözcükleri, geriliyorum banliyöde yalnız başına yol alan bir yolcu gibi. Yaralı(insanlardan kaynaklı), aç, hafiften kafası kıyak, zalim, korkak ve düşünceler topluluğunda yerini alarak. Son olarak ben bir…

17 Aralık 2014 Çarşamba

K(adına)

Birinin mutlu olmasını istiyorsan, yalnız kalacağını bilsen demek olsa bile, vazgeçmelisin dedi kadın. 
Adam kadının gözlerine baktı... 
Hayat çok kısa, sevdiğinin peşinden gitmelisin dedi.
Kadın sustu, derin bir nefes aldı, usulca banktan kalktı, gülümsemedi.
Gülümseyecek gibiydi ama hiç gülümsemedi.
Adam arkasından baktı, baktı ve içini derin bir boşluk sardı.
Demek gitme zamanı gelmişti. 
Dur demedin anlamı yoktu. 
Zaman geçmişse ve aşk bitmişse dur demenin hiçbir anlamı yoktu.
Kapı kapanmıştı, yumruklarını kanatırcasına vurmanın anlamı yoktu.
Denize doğru çevirdi yüzünü, hafiften yağmur yağıyordu, birazda rüzgar.
Üşüdüğünün farkında bile değildi.
Unutmak ve zamanla geçmesi her şeyin, insan için bu kadar boktan bir şey yoktu.
Adam kulaklığını kulağına yerleştirdi... 
Anlamını henüz tam kavrayamadığı çat pat bir iki kelimesini ayırt edebildiği yabancı bir şarkı açtı.
Keşke tanımasaydım, keşke tanımasına izin vermeseydim diye kendi kendine söylendi.

Gün batışına kadar orada öylece durdu ve kendi kalbinin acısını geceye yansıtmadan..
Terk etti, bir daha rastlaşmamak üzere k(adına), 
Kenti…

15 Aralık 2014 Pazartesi

Islak kaldırımlarda öğleden sonra 
Ayaklarının üşümesine mi üzüleyim
Yoksa kaderinde yerimi alabileceğim avuç içine
Başka bir tenin dokuna bilmesine mi?


14 Aralık 2014 Pazar

Dilimin Ucunda

İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz.
Gece vakti sigara içerken,
Yıldızlara bakıp gülüşüyoruz.
Bir şey var aramızda...
Hiç kimsenin anlayamayacağı bir şey.
Bizi biz yapan, tüm olumsuzluklara inat!
Ne zaman vazgeçtik desek,
Birbirimize yakın tutmayı başaran bir şey.
Çok uzatmıyoruz, lafı dolandırmadan,
Dalıveriyoruz hayatımıza birden.
Sen bana inat, mevsimleri değiştiriyorsun,
Gözlerin ışıl ışıl gülümserken.
Ben sana inat, kışı yaşıyorum,
Senin uzaktan bakışlarını hissederken,
Özlerken burada, kışı yaşıyorum.
Bir şey aramızda, çok iyi bildiğim...
Seninde hissettiğin.
Bir şey anlatamadığım,
Dilimin ucunda.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Yalnızlık...

Ah! Bir bilseniz...
Kelimelere sığınmak, sözcükleri en tatlı hayalini kurmak. Aynı şeyler aslında, üzülsem de yapabildiğim en iyi şey aslında...
Değişmeyen ne varsa hepsi bana ait. Tüm sorumluluklarımdan kaçmak. Yetişememek hayata. Yirmi dört saatinin kısa gelmesi ve kaliteli müziklerden, iyi kitaplardan, güzel filmlerden ara ara sıkılmak...
Uzun uzadıya anlatmayı o kadar çok isterdim kendimi. Yapamıyorum...
Ellerimle kazdığım çukurda tutunacak bir ağaç kökü arıyorum dışarı çıkmak için. Farkında olmadan dümdüz bir ovanın ortasında açmışım meğer ne kadar derine indiğimin farkında olmadan hemde. Her seferinde daha güneş dibine vuruyor diye diye, güneşin tepemde olduğunu unutarak daha derine kazmışım, en derine. Aslında istediğim bütünüyle tüm benliğimi oraya bırakıp gömmekti üstünü. Oysa toprak rüzgarla savruldukça, benim üstüme geliyordu, gömülüyordum.
Bunda bile şansım yaver gitmiyordu, anlayacağınız. Benden ne bekleyebilirsiniz ki...
Yani, olmuyor istesem de...
Harap gecelerin ve imkansız sevmelerin adamı olmuşum. Hayali kahramanımı yaşatıyorum içimde. Ne söylemek istersem onunla paylaşıyorum, yürürken kulağımda kaliteli müziğin etkisinde. Deli sanıp bakanlar oluyor sesimin farkında olmadan yükselip, alabildiğince kendimle konuşmaya devam ettikçe...
Otobüs duraklarında Kafka okuyorum, soğuğa aldırmadan. Parklarda çay içiyorum, simit, peynir sabahları yanında eşlik ediyor. Kalabalığın en yoğun zamanında kahvemi alıp çıkıyorum, kaldırıma, mağazaların vitrinlerinin aydınlattığı kısımdan uzak, karanlığa kapılıp gidiyorum. İçim siyah kana bulana kadar, yürüyorum. Gülümsediğimi hissettiğimde geri dönüyorum aynı yoldan.
Koruna bileceğim ne varsa kaçıyorum. Hırpalıyor böylesi belki ama alıştım. Giyinik insanların arasında çırılçıplak dolanan biri gibi hissediyorum kendimi. İster iyilik, ister kötülük olsun yaşamıma yardımcı olan ne varsa kaçıyorum... Adını 'varoluşçuluk' diye nitelendirdiğim benliğimin içine. Akıllı kişilerde başkalarını üzmekten çekinirler. Demek ki onlar bile yapabiliyorsa, benimde yapmak çok normal. Aklımı kaybedeli çok oldu...
Önce kendimi üzüyorum, sonra çevremi...
Sevmek, beni yalnız kılıyor.
İzin verirseniz, yalnız bırakın beni.

2 Aralık 2014 Salı

Mutluluk

Neler uyandırabilirdi seni, bir düşün.
Yaşamın uyumunu bozmak,
Mutluluğa dönüştürmek için çabayla.
Anladın mı bir sonunun olmadığını...
Mutluluk, acının kısa unutumu!
Bedenle birlikte mi doğar?
Yoksa yaşlandıkça mı yerleşir?
Bilinmez...
Korkunç bir batağın ortasında,
Başka yaratıkların nefes aldığı müddetçe,
Başka bir yerde değildi mutluluk.
Mutluluk mu? Mutluluk içinde...
Sonsuz derinliği... Kim döndürür?
Kimse döndüremeyecek kadar güçsüzdür.

30 Kasım 2014 Pazar

Anlam-sız

Sana kendimi anlatmamaya çalışarak aslında berbat bir döngü içinde dönüp dolaşıp durduğumun farkındayım. Bu ilk değil çünkü. Yine kendimi anlatmak zorunda kalacağım. Her şiirimde, her mektubumda, her sayfasında yazmakta olduğum kitaplarımın. Sana kendimi anlatmanın bencilce geldiğinin bende farkındayım. Sorumsuzca, sorgusuzca. Seni kıskandığımı düşünebilirsin. Bu yüzden sürekli kendimden bahsedip duracağımı düşünebilirsin. Benim için fark etmez. Ben alıştım artık. İşin komik tarafı neden sadece sana karşı sürekli bu egoist halimle duruyorum bir tek bunu anlamış değilim. Oysa seninde çok iyi bildiğin gibi insanlar birbirini ne kadar tanırsa(tanıtırsa) o kadar çok nefret edeceğine inanıyorum. Sırf bu yüzden ne dostluklar, ne sevgiler, ne insanlar gelip geçti hayatımdan. Bazılarından sana da bahsettim, hatırlarsan ara sıra görüştüğümüzde. Sende bahsettin karşılığında nicelerinden. Sırf bu yüzden anlatmak kendimi ve anlaşmak ve anlaşılmak kelimelerinden nefret ettiğimi de söylemiştim değil mi? Tam olarak anımsayamıyorum. Aslında anlaşılmayacak kadar karışık varlıklar değiliz. Sadece anlaşılmaz olmak için çırpınıp duruyoruz. Bataklıkta çırpınmak iyi değildir. Dibe daha rahat gömülürsün. Neyse. Çırpınıp durmaya devam edeceğiz sudan çıkmış balık gibi. O ilk karşılaştığımız anı hatırlıyor musun? Gözlerimin içine baktığında ne kadar mutsuz olduğumu, anlamadın değil mi? Ya da benim senin ne kadar yalnız olduğumu? Seni kendinle bırakıp gitmek istiyordum. İçimde ki yalnızlık müsade etmemişti. Bunun başka bir açıklaması yok. İnsanları tanıdıkça tiksinmekten ya da onların benden iğrenmesinden korkuyordum çünkü. O keskin bir ayazda soğuğa aldırmadan oturduğumuz bankta dudaklarınızın uyuşmasından zevk almakla aynı şey. Hissizlik hissiyatı. O yüzden insanlardan ne kadar uzak durursam o kadar iyi bana göre. Hisler bizi tepetaklak eder, canımızı acıtır ve ben zaten saçma sapan yaşadığım için hayatımın düzene girmesinden deli gibi korkuyordum. Aslında, doğruyu söylemek gerekirse gitmedim, kaçtım. Kaçtım. Bir süre kaçtım ama kaçamamışım. Anladım, sadece içimde ki yalnızlık değilmiş, kalma isteğim sana olan içimde ne varsa anlatamayacağım kadar korktuğum gerçekmiş. Kendime anlatmak korktuğum. Kaçtığımı sanıp kendimi kandırmışım, sürekli.  Bu rezil şehirde, en çok da kendimden kaçtım. Lütfen gülme. O üst dudağında beliren alaycı kıvrım hiç hoşuma gitmiyor. Gülmek sana yakıştığı halde, gülme. İnsanın kendinden kaçamayacağını pekala ben de biliyorum! Ah, bu arada yeri gelmişken sana ünlem işaretlerinden nefret ettiğimi de söylemiş miydim? O saçma çizgi ve nokta beni pek çok şeyden daha çok rahatsız ediyor. Sanki üst üste bindiklerinde hayatın ayaklarımın altından kayıp boşlukta yok olması için gizli bir antlaşma yapmışlar gibi geliyor. Anlamsız.

27 Kasım 2014 Perşembe

Dönermi Gidenler?

Pencerenin kenarında başlayan aşk ve gurur,
Bir gökdelen, bir ev, bir sokakta görülen hayat,
Tutunamıyorum, ellerim titriyor.
Ne mavi, ne gri toz duman göremiyorum,
Canım acıyor iliklerime kadar siyah.
Göremiyorum görmek istediklerimi…
Çünkü her gördüğüm, bir öncekinden daha kötü.
Masallara inanan çocuklar artık yok!
Mevsimin soğuk olduğu aşikâr…
Sakın isteme sevdayı, bilirim ki,

Gam var, aşkta her an yakar.

21 Kasım 2014 Cuma

İhanet

Bu gece elimde yine son dediğim kadeh.
Ağzımda hiç bir zaman dile getiremeyeceğim cümleler.
Aklımda yine o yüzün.
Aklımda aklın.
Gözlerin, dudakların sonra.
Sonrası mı?
Bir kere de ben susuyum sen anlat, anlat...
Bakma, bakma ben ağlamayı severim.
Fakat gitmeler.
Gitmeleri sevemedim.
Ve sen gittin.
Gittin ve arkandan cümleler kurmakta zorlanıyorum.
Bunları değiştirecek biri var mı?
Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bulamıyorum.
Sustum.
İçime attım, sustum.
Aklımda giderken kurduğun cümleler.
Düşündükçe, siliyorum gözlerimi geçmiyor.
Konuşamıyorum.
Titriyor dudaklarım.
Daha fazla ne kadar susabilirim.
Sen bana gitmek için gelmişsin.
Hemde nasıl bir gitmek öyle...
Cehennem, göz yaşlarımla ıslanıyor.
Kuruyor.
Kabuslarda yaşıyor gibiyim.
Gitmek, gitmek yakışmadı sana.
Gitmek, ihanet bana.
Geride kocaman bir çocuk ağlıyor.
Aslında demiştim kendi kendime, ağlamak yok.
Ama ne yapıyım, henüz alışamadım.
Beni hatırlamayacağın günün geleceğine alışamadım.
Aklının bir köşesinde yer eden beni,
Çocuklarına geçmişten bir gün gibi anlatacağın,
O ana kadar, aklına gelmeyeceğime alışamadım.
Erken.
Çok erken.
İyisin değil mi?
Yine kendimden bahsettim durdum.
Yine kendi düşüncelerimden.
Çektiğim acıdan.
Haklısın, hep böyle başlıyorum söze.
Kendimce, kendi merkezimde.
Önce halini hatırını sormak gelmiyor aklıma.
Aslında geliyor da...
Sormaya sıra gelene kadar yazdıkça yazıyorum.
Kendimce aklımda kalanları.
Aklımdan çıkmayanları.
Kusura bakma.
Aklımda sen varsın.
İhanetim benimde, geç sormaksa hatırını
Anlayışla karşılayasın.

 

4 Kasım 2014 Salı

Kalır Griye

Şu gri bulutların içinde belli belirsiz kaybolan ne?
Gerçi önemi yok, artık sonbahar...
Geçmişten geleceğe uzanan renkler, sesler, kokular, hasretler, özlemler... 
Bir de, bir de hüzünler.
Hepsi kararmış bir hayatın içinde sıkıştırılmış haldeler. 
Hepsi batık bir gemi, gri denizde... 
...Tek bir şey, yaşadığım ve ya yaşamak istediğim tüm zaman aralıkları.
İşte! karşımdalar, anlamsızlık içinde.
"Kendimleyim..."
Belki değişmemek için çok direndiğim ama söz geçiremediğim bir beden içinde ruhumu yetiştirmekteyim, 
Bir de olanları çaresiz gözlerle, yalnızlığımı içine katarak izlemekteyim...
Biraz fısıldayan dudakları, dudakların renklerini, ağlamakla ağlamamak arasında kalan buğulu gözleri ve üşümekten sanırsınız ama üşümeden titreyen elleri, belki de yaşatmayı geri kalanlarla yeni geleceği...
Gün doğar, gün batar.
Yalnızlık ağır basar, ses yok, verilmiş sözler geride acı bir hatıra.
Duvarlara asılmış sahte gülücüklerle dolu fotoğraflar.
Ölü çocukların akla gelişi, ölümden bildiğini anlatmak, çöpçülerin, madencilerin elleri. 
Karanlık, korkmak, paylaşılan son lokma.
Karanlık bir tünel ve içinde incecik uzanan ışığın gölgeleri.
An gelir zaman hırsızdır, siler gider gerçeği...
Ne bir ses, ne bir silüet...
Çiçekli elbisesiyle bir kadınla tekrar gözgöze gelişin, aslında dün giydiği kazağın etkisindesindir.
Kendine geldiğinde, dalgınlığından kurtulduğunda, zaman öldü artık...
Geriye ne kaldı ki?
Soramazsın, sorgulatmaz sana gerçeği,
Bir sessizlik, içinde çığlıklar yaratan
Susarsın baharda konuşmak için 
Aslında her susman konuşturmamasındandır seni
"Her son yeni bir başlangıçtır."
O söyleyemediklerin kalır geriye.
Bir de mezar taşın.

1 Kasım 2014 Cumartesi

        Bana benden bahsetme, kafamın içine bir sen daha sokma bence. Başımı ağrıtıyorsun bu sıralar yeterince zaten. Sus, değiştiremezsin olanları. Daha yeni bitti. Henüz pis kanlı günlerim geçmesede senide arkamda bıraktığımı bilerek geçiriyorum zamanı. Bilmem ki insanlar tuhaf mı? Cevapları bilmek istemediğim sorularla yaşamak kadar zor mu senin olmak? Ya da düşüncelerime leke sürüldüğünü düşünsem de farkında değilmişim gibi yaşamak kadar zor mu? Zor mu karamsar olmak? Bilmem ki, doğruluğuna inandıklarımın ardından dedikodusunu yapmak kadar kolay mı şimdiki sözcüklerin? Zırvalamak, saçmalamak arasında sıkışıp kaldığımın nefesini veriyorum şimdi... Zor be... Çok zor... Anlamanı neden bekleyeyim ki. Kafamın içine sıçmaktan başka yaptığın bir eylem yok. Gözlerimi her kapattığımda buram buram küfürlerin kokuyor burnuma, yüzüme karşı söylemeye cesaret edemediğin...

21 Ekim 2014 Salı

Aşk Bitti

Odam soğuk, vakit tamam
Kış gösteriyor yüzünü nalan
Bir hüzün kaplıyor yüreğimi
Bir yanı kışın bir yanı senin
Bir tereddüt üstümde
Vazgeçsem kim bilir sözümden
Tıpkı ilk gün gibi
Hava serin
Sözüm söz gidiyorum
Aşk bitti

19 Ekim 2014 Pazar

Geçer Dediler

En umutsuz olduğun yerdesin. Bittiğini sanıyorsun her şeyin. Yarım  bıraktığın ne varsa aklında hepsini pencerenin yansımasında duran kendine bakarak görüyorsun, kafanı bir yerlere dayamış. Bir şeyleri dinliyorsun. Müzik, müzik o tanımadığın melodiler. Her zaman dinlediğinden farklı. Televizyonun seni hafiften açık. Kendinden başka her şeyi dinliyorsun. Herkesi. Evet! herkesi de dinledin. Tekrar şaşırdın, tekrar ağladın, tekrar yenildin, tekrar başladın, tekrar bildin, tekrar kaybettin. Geçer dediler geçmedi. Geçer dedin, biliyorum dedin. Sadece dedin. Yetmedi, yine dedin. Olur dedin. Değişir dedin. Olacak dedin. Yine de geçmedi. Yemedin, yedin, sigara içtin, çok sigara içtin ama unutamadın. Sadece sigaramı... Boş masanda sigaranın yanına kaç şişe boşaltıp, doldurdun üstünü. Yalnız kaldın, ağladın yalnızlığına. Kalabalıkla taştın, çok konuştun, çok sustun, dinledin. Yine dinledin. Çok gezdin, gezen insanları izledin. Çok uyudun, uyumayanlara sitem ettin. Hiç uyumadın, uyumayı boşa giden zaman saydın. Sadece pencereden baktın. Boş boş oyalandın, umutlandın, birazcık bayatladı numaraların. Az okudun, sonra çok okudun. Çok yazdın, çok fazla yazdın. Hem ona, hem kendine, hem insanlara yazdın. Yazdıkça rahatladın. yazdıkça daha fazla yazdın. yazdıkça okunmadığını anladın. İnsanlara anlattın, insanları dinlettin, onları susturdun. Sonra dinlemediler, onlara kızdın. Ağladın, yalnız kaldın, dövündün, ağladın, yalnız kaldın. Bağırdın, kavga ettin, durmadın, yılmadın, elin acıyana kadar vurdun. kafanı vurdun duvarlara. Ah! Ettin. Durmadın. Durdun. Durmadın. En yakınını, en uzağını, en tehlikeli olduğunu, en tehlikeli bulduğunu seçtin. Birer birer. Hem de düşünmeden. Ya da düşünerek. Ne fark eder dedin.  Umutlandın, umutsuzluğa kapıldın. “beni yalnız bırakır mısınız?” da dedin, “müsaitsen arayabilir miyim?” de. "Görüşelim de dedin müsait olduğunda." "görüşelim de dediler" en kalabalık olduğun zamanlarda. Geçti sandın geçmedi. Ağlamadığını sandın ama gözlerin doldu. Ağlıyordun. Aslında hep ağlıyordun. Yitirdiklerine göz yaşı döküyordun. Kazandıklarına ağlıyordun. Kızdıklarına ağlıyordun. Ağlamıyordun, ağlıyordun. Özlemediğini sandın ama içinde acıyan bir şeyler vardı. Acıtan bir şey. Birileri. Birisi. Anlamlandıramadın. Anlamlandırdın ama konduramadın, kondurdun ama yakıştıramadın kendine. Unuttum dedin unutamadın. Unuttum dedin, yalanladın. Unuttum deyince hatırladın. Unutmadın. Hatırladıkça kanattın kendini. Daha fazla acıdı göğsün. Daha zor nefes alır oldun. Daha soğuk geldi gece. Daha acı geldi çayın tadı. Daha zor geldi boğazından geçen lokma. Anılara sığındın, milyonlarca kez hatırladın, sonsuz kere ağladın. Elbette yine ağladın. Anıları sevdin, anıları kokladın, onları öptün. Fotoğraflara, müziklere, kokulara, yazılanlara baktın. Kokuları unuttun, sesleri unuttun, fotoğraflardan yoruldun, yazıların silindiğini gördün. Müzikler değişmemişti. Çok dinledin. Tekrar tekrar başa alıp dinledin. Dinlediklerine ağladın, ağladıklarına kızdın. Kızınca bağırdın, bağırırken sesini beğenmediğinden midir nedir, konuşmak istemedin sonra. Baktın, umutlandın. Dayanamadın ama eve gidince yine ağladın. Öğrendin, gördün, geçirdin, kaçırdın, kaçındın, tekrardan yapmadın. Tekrardan kanmadın. Tekrardan kanamadın. Hala dirisin. dinlemedin, okumadın, izlemedin. Fotoğrafları sevmedin, anıları unuttun. Anıları unutunca korktun. Hatırlayamadığın şeyleri özledin. Hatırladıkça çok korktun. Kokuları, sesleri, mimikleri, jestleri, ellerini unuttun. Sıcacık elleri. Kirpiklerini ve göz kapaklarını akıttın önce. Saçları silindi. Sözleri gitti. Elleri yok. Soyutladın, soyutlandın, soyutlattın kendini. Geçti mi? Sanmıyorum. Elbette geçmedi. Geçer dediler, onlarınki geçmiş, hepsi geçer. Tarihleri unuttun, saatlerden bihabersin, Şarkıların yok oldu. Omuzlar yok. hava sisliydi, o yoktu. Varmış gibi yaptı. Sonra şarkılar geri geldi, sözleri hiç yoktu. Müziğe küstün, edebiyata küstün. Attila İlhan'a bile küstün. Oysa çok severdin. Severdi. Severdik. Çok ayıp ettin. Birisi gelsin de sana sevdirsin diye bekledin. Çok beklersin.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Her kelime gözlerinden dökülen bir yalnızlık
Bütün olanlardan ben sorumluyum
Çay bahçeleri, rüzgarın sesi, saksağanlar
Kaldırımlar, vitrinler, meydanlar, yollar
Onlarda yalan, kandırdın Ankara hepimizi


27 Eylül 2014 Cumartesi

Söyle ne olacak!

Çok oldu. Zaman usulca geçiyor. Mevsimler yüzüme rüzgarı vuruyor ve ben üşüyorum. Yalnızlık acı verici olmaktan çıktı artık. Düşüncelerim seni istiyor ama bunu söylemeye cesaret bile edemiyorum. Olduğum yerde kendimce çabalıyorum, çırpınıyorum değiştirmek için bir şeyleri. Gözle görülür, elle tutulur bir şeyin olduğu yok. Zamanımın çoğunu kitap okuyarak, eski filmleri izleyerek, akşam olduğunda Neşet babayı dinleyerek ve bir kaç kadehte içerek geçiyorum. Değişmiyorum değil mi? En son nasıl bıraktıysan öyle devam ediyorum. Fazladan bir iki kadeh sadece.
Bu sabah kuşlara su bıraktım, pencerenin önüne. Bütün gün cıvıltıları eksik olmadı. Onlarda akşam olunca bıraktılar beni. Senin gittiğin akşamı hatırlattı bana. Bir bardak rakı koydum masaya biraz peynir çıkarttım, tırtıklarım ara ara diye. Düşündükçe sessizleşiyordu aklım. İçtikçe karıncalanıyordu. Duyumsadığım, senin için bir şeyler yaptığım gecelerin sonunda, sabah olduğunda, bana geldiğin zaman ve sonunda geceye doğru gittiğin andan başka net hiç bir şey kalmamıştı.
Herkes, her şey terkeder mi? Hayat ummadığın bir an yığılmış acılarla mı doldurur yaşlılığa giden yolları. Düşünüyorum, bulamıyorum. Düşünüyorum seni buluyorum. Gözlerim kapalı. Açıyorum gözlerimi, dilimde Neşet babanın parçası dolanmış 'Mevlam ayrılık vermesin...' diyorum. Yalnızlığıma içiyorum. Yalnız...

21 Eylül 2014 Pazar

Sevgili Clichy,


Uzun süredir bizi düşünüyordum.  Bizim hikayemizi. Bizi düşlüyordum. Nasıl toparlayabilirim? Kaybettik mi? Bilmiyorum. Mükemmel miydi? Çok zor. Bir hikayenin içinde ben varsam eğer kocaman bir karmaşadan başka bir şey olamaz zaten. Ama emin olduğum bir şey var. Birlikte geçirdiğimiz günler güzeldi. Bunu hissedebiliyordum. Fakat hayatta hep ikinci planda kaldım. Yeni başladığım ne varsa başka insanlar kazandı. Kabuslar, akşamdan kalmalar, sevişmek ve dövüşmek, şehrimizin göz kamaştırıcı bu rengarenk deliliği. Yıllardır uyuduğum, uyandığım, acıttığım, bağırdığım, batırdığım, özür dilediğim, ölümleri izlediğim, kendimden geçtiğim, kaybettiğim, kazanmayı öğrendiğim ve hepsini tekrar tekrar yaptığım yer.

Bir yazar olarak mutlu sonlara hemen inanırım. Oysa hiç bir hikayemin sonunu iyi bitiremedim. Oğlan kızı alır. Benim hikayelerimde öyle olmadı. Kendini ondan korur ve ekran yavaşça kararır. Aşık bir adam olarak böyle bir şey olmadığının farkındayım. Gün batımı diye bir şey yok. Ayrıca gün doğumu hep soğuktur. Sadece şu an var ve sadece ikimiz varız ki bazen bu korkutucu derecede çirkin, acı, kahredici olabiliyor. Ama gözlerini kapatırsan ve kalbinin fısıltısını dinlersen, sadece denemeye devam eder ve asla vazgeçmezsen, kaç kere yanlış yaparsan yap başından sonuna kadar, "tekrar buluşuncaya kadar" biçiminde o fısıltı belirsizleşiyor. Bu kadar. Nasıl bitireceğimi bilemedim. Çünkü daha bitmedi. Çünkü içimde sen oldukça, umut oldukça asla bitmeyecek. Bir de nezaket. Yarım kalan...

14 Eylül 2014 Pazar

Bütün gece ağlamıştı kadın,
Mutluluğa uzandığının 
kumanda elinde, kanal değiştirdiğinde
farkındaydı
Saat 5.30
Ekranda "Metin Akpınar" filmi
"Bir şarkı oldun dudaklarımda"

13 Eylül 2014 Cumartesi

Yani diyorum ki...
Mavi değildi gökyüzü, öyle hatırlıyorum aslında.
Gece desem değil! Fazla aydınlık,
Neredeyiz, nerede...

31 Ağustos 2014 Pazar

Ah Nergis

     Senin gibi olamadım dosttum. Hayallerim tıpkı izlediğimiz Amerikan filmlerinde noel zamanlarında insanların süslediği çam ağaçları kadar güzeldi, anlatırdım arada sana hatırlarsan. Bir çoğu gerçek olmadı. Uzaktı, vakit yoktu ya da param ya da özlediğim insanlar oldu, geride bırakamadıklarım. Bahanem çoktu anlayacağın. Kolay değil anlattığım kadar, yapabilmek sevgili dosttum. Bu yüzden senin gibi olamadım diyorum ya. Kaybettiğim anlarda bile daha çok kaybettim, fazlasıyla. Senin gibi sarılamadım hayata, senin kadar acı çekmesemde, beceremedim. Yalnızlığıma gömüldüm. Biraz olsun toparlayamadım kendimi, basitti acılarım. Fakat inatla daha çok batağa girdim. Terk ettim, terk edildim. En çokta terk edildim ve en çokta terk edildiğimde bittim. Artık saklambaç oynayamamam ergenliğime adım attığımdan değil, senin saklanıp benim ebe olduğum zamanların olmaması. Şimdi neredesin sevgili dosttum. Hayallerimin arasında o kısacık dolaşan anılarınla yaşıyorum. En çokta mahallede ilk karşılaştığımız anı anımsıyorum. Hani pembe elbisen, iki yanından örülmüş altın rengi saçlarının ucundaki siyah saten kurdelen, beyaz çoraplarının üstüne giydiğin rugan ayakkabıların. Mahalleye ilk taşındığınız günden bahsediyorum sevgili dosttum.
     Özlüyorum. Ara ara bizim sokağın köşesinde ki bakkal Rüstem'in oraya oturuyorum, hep oturduğumuz çekirdek çitlediğimiz, mevsimi gelince çubuklu dondurma yediğimiz, kola içtiğimiz, dudaklarımız pembeleşene kadar meybuz yediğimiz, etraftaki komşulara çaktırmadan babamdan bir gece önce afırdığım sigaraları içtiğimiz bakkalın köşesinde ki duvara oturuyorum. Bir bira alıp içiyorum, çakmağımla kapağını usulca kanırtıp açıyorum. Önce hızlıca bir iki fırt çekiyorum, şişenin içindeki sıvı seviyesi azalınca yavaş yavaş yudumluyorum. Yanına babamdan yine afırdığım Samsun sigarasını meze ediyorum. Fıstığa para vermiyorum boşuna. Aslında babamla ne zaman Sakarya caddesinden geçsek, birahaneye girerdik. Biranın yanına fıstık yoksa kızarmış patates söylerdi. Annem babamın beni böyle yerlere sokmasına kızardı kızmasına da iyi bilirdim adabını böyle yerlerin. Babam o zaman hep söylerdi. Biranın mezesi tuzlu fıstıktır evlat. Tuzlu fıstık. Ne gerek var fazladan para harcamaya. Devir tasarruf devri. Amaç kafayı hafiften kıyak yapmak değilmi. Madem karnını doyuracaksın adam akıllı evinde otur ye yemeğini. Hem bizimkilerin durumu iyi değişmiş anladığım kadarıyla. Annemle babam geçen sabah mutfakta fısıldaşırken duydum. Babam "Tasarruf et hanım, fabrikanın durumu kötüye gidiyor, yakında grevde çıkar. Ne yaparız işsiz kalırsak" diyordu. Ne yalan söyleyeyim etkilenmiştim babamın bu sözlerinden. Onlara çaktırmadan geri dönüp odama girmiştim yorganı yüzüme kadar çekip yatağa. Haftalar geçmişti üzerinden ama babam yine her sabah aynı saatte kalkıp işe gitmeye devam ediyordu. İşten çıkarıldı mı. Başka iş mi buldu bilmiyorum ama ben duyduklarımı belli etmedim onlara.
     Bir kaç defa yine sensiz oturduğumda bizim duvara, senin kadar güzel olmasa da güzel kızlar geçmiyor değilmiş bu sokaktan. Sen varken hiç dikkat etmemiştim. Aldırma benimki boşlukta olan belki ufacık bir sevgi arayan basit bir bedenin 12 yaşındaki ruh hali. Ne yapabilirim ki. Hem sende yoksun suçu bende arama çok yalnızım sevgili dosttum. Birileri bilmesi gerekiyordu bunları bende sana anlatıyorum. Bak hala her yaşadığıma seni ortak ediyorum. İki gün önce birtanesini gözüme kestirdim hatta, en çok o geçtiğinden olacak yoksa emin ol ondan daha güzeli de geçti ama bir kez geçtiklerinde ben bu sarışını seçtim. Sarı dediğime bakma biz erkekler anlamayız esmer, kumral, sarışın farkını saç rengi neyse hatunu öyle sanarız. Yaşı 19 vardır diyorum. Hani boyalı olduğundan saçları sarışın olduğu kanısına da oradan vardım. Sen olsan sevgili dosttum şıpdanak söyleyiverirdin yaşını, başını, kaşını. Kevser ablanla yaşıttır taş çatlasa. Gözlerini bir görsen Kevser ablan gibi safça bakmıyor, hakiye yakın bir yeşili var Allah seni inandırsın ve bacakları da çarpık değil, çok uzunda değil arada ki farkı bir sene sonra bilemedin iki sene  sonra kapatırım. Kalan yıllarda da uzar geçerim hatta. Hem bilirsin erkeğin kadından biraz uzunu makbul.
     Son zamanlar bu yüzden büfenin köşede çok oturur oldum. Sen gittikten sonra bu kadar oturacağımı düşünmemiştim. Büfeci Ahmet abi bile bana alıştı artık ikram fıstıkta verir oldu biranın yanına çok içme uyarısı yaparak. Zaten ikinciyide vermiyordu deyyus bende yukarı bayırı tırmanıp topal deden alıyorum babama alıyorum diye. İnanmıyordu ama parayı görünce moruk hemen açıyordu dolabı sallıyordu siyah poşete. Ne diyordum benin sarışın alışmış olacak ki oturduğumda onu kesmeme karşılık veriyordu artık geçerken gülümseyerek bana bakıp. Kıskanma sende çok güzel gülümserdin sevgili dosttum. Hani ilkokul ikide okulda hastalanmış bahanesi yaparak öğretmenden izin aldığında seni evlerimiz yakın diye benimle beraber okuldan refakatçı olmam için gönderdiği gün yolda dersten kaçmak için yalan söylediğini söyleyince parka gidip salıncakta seni sallamıştım hatırlarsan. Salıncak itmem için her yanıma yaklaştığında başı geri çevirip gülümsemen gibiydi onun gülümsemedi. Yinede senin kadar demek istemem. Henüz süt dişlerinin bir kaçı yenilenmesede senin gülümsemen daha güzel geliyordu bana. İşte öyle gülümsüyordu geçerken beni gördüğünde. Bir kaç sefer böyle olunca dayanamadım, geçen gün biramı fondipleyip gittim yanına, tam gülümsediği an yerimden fırlayarak. Dedim ismin ne fıstık. Saime deyiverdi de ne gülmüştüm. İnsan bu kadar güzel kıza nine ismi verir mi sevgili dosttum. Bunun anasının babasının hiç mantığı olmadığını oracıkta anlayıverdim de kız güzel diye laf etmedim. Katlanacaz artık ne edeyim. Neden güldüğümü anlamadı bende çaktırmadım, ablan gibi saf bakmıyordu ama saflık beyninde vardı. Çakmada olsa sarışınlık beyin damarlarını tıkamış olsa gerek. O da bana sordu da ismimi biraz bozuldum  aslında sorduğunda. Ufaklık diye ekledi çünkü sorusunun sonuna. Ufaklık değil dedim artistliğimi elden bırakmadan ters bir edayla. Ufuk dedim. Ufuk Abanoz. Memnun oldum deyince bastı kahkahayı otuz iki dişini göstererek. Ufuk, ufaklık diye dalga geçti gülüşünün arasında kaba gelen sesiyle, sonra bastı gitti acele otobüse yetişmesi gerekiyormuş kahbenin. Ayıp yaptığın diye bağırdım arkasından ama duyuramadım kulaklık olduğundan kulağında. Kesin son model yeni hit olmuş pop müziği dinliyordu son ses. Kolay değil sarışın bomba olmak bu zamanda. Allah'ın tikisi ne olacak. Güzelim diye dalga geçeceğini zannediyor her önüne gelenle ama koymam sevgili dosttum bilirsin bu lafını yanına. Ertesi gün aldım ifadesini salağın. Pişman ettim yaptığına. Sonraki akşamlar hiç karşılaşmadım. Zaten bana göre değildi. Kadın dediğin zeki olur.
     Bir ay sonra öğrendim ki okula gitmek için kalktığım bir sabah. Evlenmiş bizim sarışın bomba, meğer 8-A daki Sümüklü Emrullah'ın ablasıymış. Kocaya kaçmış sonrada ev ahalisi bunu bir daha eve almamış. Benimle konuştuğunda yüz vermemesine gelince karnında çocuk varmış. Bakmış göbeği belli oluyor apar topar herifin evine yerleşmiş. Adamda üniversite öğrencisi garipte para ne gezer, basmış tokatı yollamış Saime'yi ana evine işte. Eve de giremeyince kötü yola düştü diye duydum ya aslı astarı ne bilemem. Ucuz yırttım ona seviniyorum. Beğendik diye maazallah kalırdı çocuk benim üzerime, babam öldürürdü bu kez imiğimi sıkıp bir köşede. Seni değişmem sevgili dosttum cidden kimsenin yerine. Hem namuslu, hem zeki, hem de esmersin tipime uygun rengin. Dostluğumuz ayrı kalsak da devam edebiliyor daimi. Birde ya sen anlasan ya da ben söyleyebilsem. Çocukluk aşkımsın benim itiraf edemediğim. Nergis'im ismini de ne çok severim.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Aydınlık ve Karanlık

     Işıkları kapatın. Yalnızlığına gömülün bu gece. Sokağın seninin dışında soluklanırken çıkarttığınız hırıltınız olsun. Başka ses istemez. Işıkları kapatın. Bırakın gözbebekleriniz büyüsün iyice. Karanlığa alıştığınızda gözünüze çarpan ilk nesneye odaklanın ve bir süre izleyin. Hayal gücünüzde o nesneyi değişik kalıplara sokun. Düşünün iyice. Aklına gelenleri yerinizde usulca kalkıp unutmadan ışığı açıp bir kağıda not edin ve kalem ve kağıtla not tutma işleminiz sona erince yeniden ışığı kapatın ve aynı yere oturun. Gözbebekleriniz yeniden büyüsün bu kez yine farkettiğiniz bir nesneye yeniden odaklanın. Bir sürede onu izleyip hayallerinizde çeşitli şekillere koyun ve tekrar ışığı açacak düşüncelerinizi aynı kağıda bir paragraf başı yapıp ekleyin. Sonra yine ışığı kapatıp aynı şeyleri bir kaç kez daha yapın. Sonra yazdıklarınızı yırtıp atın. Karanlıkla düşünüp not aldığınız her şey sürekli hayal gücünüzün istedikleriydi sadece, ışığı açtığınızda gördüğünüz gerçeğin kendisiydi ve gerçekten karanlık ve aydınlık arasında bir farklılık görüyorsanız nerede yaşayacağınızı seçin ve artık öyle yaşayın!

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Gidecek bir yer yok

Bu zaman diliminde biliyorum ki
Gidebilmenin imkanı yok hissettiğinle
Gece yarısı düşen yapraklar
Kimbilir nereye kadar savrulurlar
Rüzgar kadar özgür, umarım öğreniyorlar
Neden denizlerde gelgit var
Oysa dönebilecek bir yer yok
Bundan daha da fazlası
Aslında bilirsin hiç bir şey yok
Daha da ötesi
Geldikten sonra gitmek yok 

21 Ağustos 2014 Perşembe

Kaybetmek

Seni özlemekten fırsat bulursam unutmaya da çalışacağım
Ama insan kokusunu göğsünde taşıdığı birini nasıl unutabilir ki 
Dualarında yer verdiği birini, 
Rüyalarında gördüğü birini, 
Nefes alır gibi düşündüğü birini, 
Nasıl unutabilir ki
Çünkü insan beklediği birini unutamaz
Ben seninle kalbimiz bir olsun istedim aklımız değil, olmadı. 
Her hikaye bitebilir ansızın, bazen tam alışmışken. Bu doğru.
Sen genel anlamda zekiydin, ben senin yanında aşık. 
Yani unutulduğum; 
Akıl kalbe değerse ayrılık olur, kalp akla değerse aşk...
Bilirsin. İyi bilirsin.
Her şeyi geçtim, en azından parmaklarımız biraz daha değseydi birbirine, en azından biraz daha çok baksaydın bana, en çoğundan biraz daha az sevseydin beni, olmadı...
Şimdi sen bende bir çilesin, eyvallah...
Ve yaşamaya devam edebiliyorum yinede. 
Biliyor musun dünya cehennemin en somut haliymiş.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir fincan kahve ve biraz umut. 

İnsan değişmiyor sadece biz çıkarlarımız için kullanamadığımız an değiştiğini düşünüyoruz hepsi bu. Yinede "değişim" adından bir kelime ile basitleştiriyoruz bu durumu. Olsun. Kelimeleri istediğimiz yerde kullanma hakkını beynimiz bize vermişti doğarken ve istediğimiz gibi savurabiliriz kemiği olmayan dilimizle.

O değilde... 

Gitmelerin gelmiş yine. Yahut ben gittin diye düşünüyorum. Bilmiyorum. Gittin. Gittim. Gittik. Ne önemi var ki gidenlerin. Gitmelerin. Gitmelerimizin. 

Bir başka akşam güneşin batışını daha geçe kalırken izlemek için gittin. Kuşkusuz en geç battığı an sabahın en geç olduğu an. Elbette bana göre ya da sana.

Dikkat et, insan unutabiliyor zamanla...

1 Ağustos 2014 Cuma

     İnsanların yalanlarından ve onlarının sahte gülüşlerinden sıkılmıştı adam. Elinde, avucunda, kalbinin içinde ne varsa mutlu olabilmeleri için vermişti hiç düşünmeden. Yorgunluğuna, genç yaşında olduğundan aldırış etmiyordu. Yoruluyordu ve yorulduğu zamanlarda durmak bilmiyordu. Eğer ki insanlar için akan her gözyaşın da ömründen giden seneler olsaydı, çoktan son nefesini vermiş olurdu. Lakin korkmuyordu, mutlu etmek, yaşatmak için ağlamadan gülümsüyordu ve bu gerçekten inandırıcı oluyordu.

29 Temmuz 2014 Salı

Sıradan bir gün

Sıradan bir gün geçirelim. 

Basit bir şarap. Üç beş liralık. Sokağın sonundaki büfede bulunan en ucuzu. 

Alışıldık bir film. Yıllardır bir çok kez izlediğime şahit olduğumuz. Komik ama gülmeyip artık ezberlediğimiz bir film, birbirimizin bulaşıcı kahkahasına gülelim ve ben senin o gülüşüne kapılayım. 

Film sonunu getirmeyelim, şarabı yarım bırakıp, koynuma gömülüp uyu. Olsun bu. 

Sıradan günün aykırı insanları olmak lükstür. 

Avuç içinde ki sıcaklığı hissetmek, tutup ellerinle sardığında göğsümü. 

Kelimelerle anlatılacak bir duygu değil.

Sessizlik... Açık kalmış penceremden hafif bir esinti.

Sonra bir bakmışsın yine aynı film, aynı basit şarap, filmdeki en şapşal karakter sen, komik ama gülmüyorsun.

Neden? Neden? Neden?

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Aklımda mutlu geçmişim kadar...

        Gerçi hayatımın bir yerine doğru hiç bir zaman tam olarak netleşmeyen sebepler yüzünden benimle bağlantısını kesmişti. Fotoğraflarının dışında hayatına dair hiç bir şeyi hatırlayamıyorum.Onlarsa en son iki yıl öncesinin hatıraları idi. Hafızam silinmiş gibi, duygularım teselli edemiyordu beni. Özlediğim her an sanki telefonum yeniden çalacakmış gibi hissettiğim doğruydu. Yapacaklarımızı sıralamaya devam ediyordum her yaz geldiğinde yapacaklarım oluyordu. Sıradanlaşmaya başlamıştı ama zaten hayatta en üzücü şey, sıradanlıktı; her şeyi alteden ölüm gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Daha uzun yaşamalıydı, gerçekten daha uzun. Zaman geçtikçe, çöküşümü engellemek için tasarlanmış insan yapımı aletlerle dolu bir depoya dönüşüyordu ruhum. Yalnız sayılmazdım. Geceleri bile mesaj bırakabilen insanlar vardı. Cep telefonumun ışığının yandığını gördüğümde, onun yazdığı düşüncesi kadar heyecan vermeyen insanlar. Kendimi buna rağmen yalnız hissetmiyordum. Kelimeler boğazımda düğümleniyor, mevsimler acı çektiriyor ve umutlarımı tazeleyecek, anılarımı biriktirecek yeni resimlerimde yer edinmiyordu yalnızlığım. Görmek, konuşmak, hissetmek değil; dokunmak, koklamak istiyordum. Mesafelerin gidilebilecek ölçüde olmadığını anladığımda yutkunuyordum, kurumuş dudaklarıma aldırmadan, acıyla. Bağırmak mı? Bağırabilseydim keşke... Susuyorum, sesimi duyabildiğini biliyordum. O geri dönmeli yeniden. Tanrı'dan rica ettiğim tek şey bu. Duâ ile karışık, dönmeyeceğini bildiğimde halde yalvarıyordum...

22 Haziran 2014 Pazar

Günah

Bu bir andır gezimizin tamamen hayali olduğu
Bu unutulur
Kendimi bir türlü öldüremedim
İçimde ki şiirselliği mahvettim
Kendine yakından bak dosttum
Ve ulaşmış olduğun çürümüşlüğün derecesine
Kanının günahını inkâr edemezsin
Bütün o yolları, şehri, kadını
Yolların genişliğini izleyen bütün o insanları
Belki sonradan adını bile unutacağın insanı sakın üzme
Çıplaklığından utanma, onlar;
Aramızda dolaşmak için giyiniyor, hem de iyi giyiniyor
İyi giyinene iyi değer verdikleri için

17 Haziran 2014 Salı

Delilik Öyküleri -Düş Sancıları-

     Kahretsin yalnızca işimde değil kadınlarla bile başarılı olamamıştım hayatta. Sayısını benim bile hala kesinleştiremediğim birçok sevgilim olmuştu. Ne zaman isimlerini sayacak olsam bir türlü dilimin ucundan ileriye gitmeyen. Her defasında çok iyi başlamıştık bu kez çok iyi olacak diğerlerinde yaptığım yanlışları yapmayacağım desem de öncekilerle neden ayrıldığımızı bile unuttuğum için ardı arkası kesilmeyen küçük tartışmalar zamanla her şeyi yiyip bitiriyordu. İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler derler ya o cinsten. Yine böyle bir durumdayım şu aralar. Birbirimize sayıp sövmüştük dün gece. Sebepli sebepsiz her şeye sinirlenmiştik. Gün be gün birbirimizi öğütmüştük. Dişlerimizi hiç korkmadan bastırıyorduk ikimizde derimize.  Karşılıklı yardımlaşma yerine birbirimize uzanan ellerimizi keskin bıçaklarla kesiyorduk. Konuşmalarımızın yerini iğneleme almıştı. Derler ya dilin kemiği yoktur diye öyle işte. Her şey ucuz bir rekabete dönüşmüştü. Kıskanıyorduk biraz biraz birbirimizi fakat birilerinden değil, kendimizden. Bir kere içine girdikten sonra artık alışkanlığa dönüşen bir rekabet olmuştu. Hatta bırakmak istemediğin bir yarış, bundan delice haz almaya başladığım bir yarış ve bir gün sona erdiğinde benim için her şey sona ermiş oluyordu. İşte şimdi oturmuş yağmuru dinliyordum. Son zamanlarda kavanozun dibini görmeye az kalmış aromalı kahvemden yapmış, çubuğuna yerleştirdiğim afyonun etkisiyle oturuyordum. Eğer şimdi ölüp gitsem, bir kişi bile benim için tek damla göz yaşı dökmezdi. Böyle bir şeyi istediğimden değil, ama garip bir durumdu yinede. Afyonun bile faydası yoktu bu durumdan kurtulmama. Benim gibi hayatta başarısız olmuş zavallı benden daha yalnız kaç beden daha olabilirdi? Yine de yalnız değildim, benim gibi zavallı insanlarla doluydu dünya. Bokunu ettiği yeri temizlemeye gücü olmayan zavallı moruklarla. Oturup yağmuru dinlerken hayatımı ne uğruna harcadığımı düşündüm. İnsan bu hüzünlü düşünceye kapıldığı an yaşlandığını da fark ediyor aslında...

12 Haziran 2014 Perşembe

Delilik Öyküleri -Kaçış-

     O an sanki sokak tamamen boşalmış gibiydi. Hava serin, hafiften üşüyordu. Başını kaldırdı, adamın ona baktığını fark etti. Gözlerini sanki bir sinema salonunda, filmin ortasında sıkılmış gibi etrafı izliyormuşçasına bakıyordu, göz ucuyla. Tek fark bunun sinema salonu olmaması. Akşamüstünden biraz önce adamın her zaman oturduğu bara belli günler gelen kadındı.  

     Dışarısı epey sisliydi. Limandan gelen gemilerin düdükleri duyulabiliyordu. İçeri girdi ve içerisi de sigara dumanının sayesinde aynı şekilde sisliydi. Aynada saçını düzeltti. Tekrar kadına baktı. Kadın ona. O kadına. Bara yönelip bir bira istedi, her zaman olduğu gibi siyah. Etrafın kalabalık olduğunu geç fark etti. Gözlerini kadından ayırmadan kadının arkasında duran masaya geçti. Yavaş, yavaş birasını yudumlayıp, loş ışıkların içine karışan müziğe eşlik ediyordu ayağını vurarak.

     Bu gece gelmeden önce bir biraz içeceğini söz verdiğinden her zamankinden daha yavaş yudum alıyordu bardağından. Daha doğrusu bakışlarını çevirdiği yönden alamadığı için, içemiyor olabilirdi. Aklını karıştıran cümlelerle dolu olduğunu fark etti. Kadınla tanışmak için yerinden kalktı, hava gerçekten soğuktu, yarım bira bardağının altına bol bahşişli hesabı bırakmış dışarı çıkmıştı.

     (K)adına...

11 Haziran 2014 Çarşamba

HİÇ

Nedir masum olan?

Yok mu? Senin de sıkıldığın günler... Yok mu? Senin de yorulduğun günler... Yok mu? Senin de bunaldığın günler... Hey! Nedir bu gerginlik? Neyin kaygısı bu? Var mı sonunda cevabı? Var mı sonunda gün ışığı?
Kaybolmuşum ben. Kaybolmuşum, zifiri karanlığın içerisinde. Kaybolmuşum, insan kalabalığında. Yardım et bana. Ya da etme, sen bilirsin. Derin düşünceler mi yoksa istenilenlerin olmaması mı? Beklenmedik tepkiler mi yoksa ok gibi sözler mi? Çok sevmekten mi yoksa yorulmuş olmaktan mı? Bir takım korkular mı yoksa patavatsız tartışmalar mı?

Her neyse.

Sorular sordukça, içinde kayboluyorum. Yanıtsızlık, üstüme geliyor. Bir durgunluk çöküyor sonra. Dalıyor gözlerim. Karanlığın içindeki gün ışığını arıyorum. Umut var, ışık yok. İstediğim her şeyi hayal edebilir miyim?
- Küçük çocuklar gibi gülmek, balık tutmak, resim yapmak bütün renkleri kullanarak, seninle –  

Her neyse.

Cevabı olmayacak düşünceler içinde,
Söyleyecek çok bir şey yok...
Her şey değişir, virgülden öncesi de.


- Her sabah olduğu gibi bu sabah ve bundan sonraki diğer bütün sabahlar için Günaydın. -

10 Haziran 2014 Salı

Yalınayak

Beni ancak bir yağmurun altında yanarken anlayacaksın
Dudaklarından içeri sigara dumanını çekercesine
Günaydın deyişimden bir nefes öncesinde
Yalnız sende var yüreğimin nefesi
Nokta kadar kararlı, virgül kadar asil olmak
Sen hiçbir virgülü atlamadın dudaklarında
Öpüşmek, sarılmak falan değil, papatyalar toplayalım
Kâğıttan gemiler yapıp yüzdürelim
Birlikte gülmeyelim, gemilerimiz birbirine gülümsesin
Papatyalarımız solsun yan yana olmadığımızda
Evet, yine doğuyor güneş
Gece yine sabah oldu ve yalnızım
Vurgulayarak, üstüne basa basa söylüyorum
Sonu gelmek bilmeyen, ismini bile bilmediğim sancı’m
Saçlarınla başlayan bu aşk,
Başı eğri, kalbi kırık, yalınayak...

9 Haziran 2014 Pazartesi

Ve

Benimkisi üşümenin Moskova hali
Soğuk çay bardaklarında
Buharında demlenmiş iki şekerli çay
Boşuna heveslendiğim,
O bir dakikalık zamanın ardından
Uçabilirdim,
Koşabilirdim,
Başka bir dilde doğabilirdim.
Ömrünü sana adamış Attilâ olabilirdim
Suçsuz çarmıha gerilmiş İsa yahut
Glaukos olmak istedim Kirke’ye koşan
Ve ben
Senin sesinden
Günaydınlarla uyanmak isterdim
Sabah karşı, gün aydınlanmadan

8 Haziran 2014 Pazar

Nereye

İyi şeyler birdenbire olur bekletmez insanı.
Bambaşka bir yere gidiyorken, kalktım sana geldim.
Farkında değildim gelirken, seni karşılayacağımı.
Arkadaş olamıyoruz, sevgili asla.
Biz seninle birbirini tanımayan, tek taraflı tanımak isteyen,
İki insanız sadece, hepsi bu.
Bu çağın fiyakalı kaybedenleriyiz yani.
Ya da kaybeden, sadece benim.
Nereye gitmek istediğim,
Nerede olmak istediğim,
Olabilmek istediğim yer nerede...
Sana göre hiçbir yerdeyim,
Bana göre imkânsız sendeyim...

6 Haziran 2014 Cuma

Başım Üstüne

Bugün daha durgun ve solgunum.
Bir adım atsam, düşmenin korkusu.
Yerimde kalsam çürümenin, sessiz bir çığlığım.
Dönüyor söylediklerim kendime,
Birden oturduğum yerde donakalıyorum.
Gözlerin geliyor aklıma,
Gülüşünün önüne, perde gibi inen...
Kendinden emin tavırların, dik duruşun,
Biraz küstah, bir o kadarda çekici tavırların.
Can alıcı bakışların ve yandan gülümsemen,
Sıra sıra diziliyor gözümün önüne.
Alışkanlığım oluyor birden...
Durdurmaya çalışıyorum kendimi,
Başkalarına odaklanmak,
Mesela kapının önüne çıkıp bir sigara yakmak,
Yoldan gelip geçenleri izlemek istiyorum,
Her geçen insanda benzetmeler çıkarıyorum, sana ait.
Onlarca insan arasında, bir şeyler bulabiliyorum sana benzeyen.
Vazgeçersem bu sevgi olmaz,
Kavuşamayacağımı bilsem de yaşamalıyım diyorum.
Varsın kanım çekilsin acıdan korkmuyorum,
Senin verdiğin acı, benim başım üstüme.

5 Haziran 2014 Perşembe

24 Saat

Seni gördüğümde, tek düşünebildiğim saçlarının kıvrımıydı.
Ya da yanağına düşen kirpiğin
Seninle konuşmam gerektiğini biliyordum.
Fakat cümleye nereden başlayacağımı kestiremedim.
O yüzden böyle devam etmek zorunda hissettim.
Bunu sevdin mi bilmiyorum.
Günde seksen altı bin dört yüz saniyeyi seni düşünerek geçiriyorum.
Sen o gün konuşurken dudaklarını izledim.
Konuşurken-
Gülerken-
Konuşurken-
Gülerken.
Gözlerimi kapatıp gece ve gündüzün önünden geçtiğini hayal ettim.
Aşk bir hata değil,
Senin bundan kaçabilmen, benim kaçamamam beni üzen.
Gidip yeni birini bulamam, bulmakta istemem zaten.
Çünkü tek düşünebildiğim sensin...
Dedim ya günde bin dört yüz kırk dakika.
Genelde takıntılı olduğum söylenmez.
Kafama taktığım tek güzel şey, sen olana kadar.
Garip, ilginç ya da komik geliyor olabilir yazdıklarım sana.
Benim sorunumda tam bu işte.
Kendimi bu anlamda ifade edemem.
Neyse unut gitsin, hepsi benim suçum.
Her şeyi seni severek başlattım çünkü.
Yinede güzel bir şey olduğu kesin,

Ben sana şair, sen bana şiir oldun.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Umut

İçimde bir yerlerde, küçücük bir umut var,
Her gün sensizliğe direnen,
Yaşamın bir başka adı direnmektir.
Eğer bir dilek hakkım olsaydı,
Hayatıma girip mutlu etmeni,
Senin de aynı mutluluğu paylaşmanı isterdim.
Sevmenin, nasıl bir şey olduğunu hissetmeni
Bir yanlışlık var; Sen bu kadar güzel,
Ben bu denli sevdalı, olmayacaktık.
En üzücü olanda ne biliyor musun?
Bir deniz kenarında oturamayışımız,
Dalgaların çarpmayışı ayaklarımıza,
Rüzgârın vurmaması yüzümüze...
Tatlı hayalim benim,
Bu kadar umudu nerden buluyorum,
Bende anlamıyorum...

3 Haziran 2014 Salı

Sevebilmek

Toprağın seni sevdiği kadar yeşilsin
Ağacın uzadığı kadar mavi
Köklerini saldığın kadar siyah
Ritüellerin olduğu kadar ciddisin
Mevsimin kış olduğu kadar soğuk
Düşünebildiğin kadar varsın
Düşüncelerinde o kadar varırsın
Sevdiğin kadar yakınsın

Sevebildiğin kadar uzak

2 Haziran 2014 Pazartesi

İstersen

İnsanlar, evler, sesler aramızda duvarlar gibi...
Yalnız senin gözlerin, sen,
İnsan her gün anımsar mı aynı şeyleri.
Hele bir gülüşün var,
Kelebek görse ömrü uzar.
Tek yanlı aşk nasıl da aptallaştırıyor insanı...
Zaten iki kişinin aynı anda birbirini sevmesi mucizedir.
Bütün çabalarım sana ulaşmak için,
Bütün mesajlarım, yazmalarım, şiirlerim.
Yanında olsam sesim kısılır, konuşamam.
Çocukça girişimlerim bu yüzden,
Öyle ama en saf çocuklar sever birini...
İstersen, rastlaşmak için elimden geleni yaparım.
İstemezsen, bir daha tekrarlanmaz hiç birisi.
Çıkar giderim olmazsa bu şehirden, sensizliğe.
İnan belli etmem, çıkar giderim sessizce,

Olmadı, birkaç sigara fazla yakarım.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Günaydın

Sanki o an bütün şairler seni sevmiş,
Bütün şiirler seni anlatmaktaydı.
Saçlarının denize inat dalga dalga duruşu,
Karşımda, yabancı bakışın.
Bakışlarım, bakışlarını hissedince,
Beynimde hiçbir şeyin izini bırakmayışı...
Uzun, soluksuz, içimi heyecanlandıran bir an.
Umrunda olabileceğimi düşünmek benim hatamdı.
Sonra, hissettiklerimi anlatmaya çalışmak.
Ne yani sevemez miyim seni?
İnsanlar hiç görmediği Tanrı’yı sevebiliyorlarken.
Uzaktan kurulmuş cümlelerim acemi.
Yine de,
Bir sabah seni görebileceğim güne kadar,

Günaydın demeye devam edeceğim...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Düşünüyorum

Oturdum düşündüm öyle,
İnsan mutluluğu nereden anlıyor.
Gülünce mi?
Yalnızım çocuk, bunalıyorum.
Önemi yok, o beni sevmedi.
Netice en iyi bildiğim, onun kokusuydu.
Biliyorsun değil mi? 
Ne kadar umutsuz arayıştır o.
Şu an başkasının koynunda diye
Paranoyalar yaşamak ne zordur değil mi?
Ona söyleyemiyorum, sana söyleyeyim özlüyorum.
En çok da sahilde bankta oturup,
Kağıt helva yemeği özlüyorum,
Gözleri denize bakarken...
Geçmişi unut, koy bir kenara,
Yeni bir sayfa aç diyorum arada.
Kader deyip geçemiyorum,
Ben kendim ettim.
En azından yinede düşünüyorum,

Bu da mutluluk verici.

Beklemek

Sen.
Her
Köşe
Başı.
Seni.
Çin lokantasında bekliyorum.

25 Mayıs 2014 Pazar

Gülüşünden Öperim Seni

Belki tavırların beni en ağır küfürlerden daha çok üzer.
Yinede;
Artık ağlamıyorum,
İçimi görsen bi tuhaf olursun.
Yitirmek bombok bir şey...
Bir parçası dünde kalıyor insanın.
İçinde bulunduğum zaman, benimkisi değil.
Benim zamanım parçalanmış zaten.
İncitmeden seven insanlardandım ben.
Bir zamanlar...
Sen dünden kalan, yenik düştüğüm bir savaş.
Unutmamak için bir an bile uyumadığım.
Yanımda olduğunda çayı sıcak hiç içemediğim.
Seni nasıl sevdiğimi söylememe gerek yok.
Soran olursa anlatırım.
Beni, sana soran olursa;
Kışı ve şiiri severdi dersin...
Sonra kaç kış sevgisiz gelip geçti, bilemezsin.
Çok anlatmaya da gerek yok, bu kadarı kafi!
Olur da bir gün bensiz gülersen,
Gülüşünden öperim seni.

20 Mayıs 2014 Salı

Sen Yalnızda Güzelsin

Sana çok uzun bir hikaye anlayacağım şimdi;
Aklımdan geçenler işte,
Kalbime sığmayan, 
Göğsüme baskı kuran her kelime...
Nefes alırken acıdı mı canın hiç?
Unutmuyorum seni... 
Neden unutayım ki!
Aklımdaki o küçük ses, 
Kalbimde bağırmaktan yorulmadı.
İmkansızlığın bile güzeldi senin.
Olmayacaktı biliyordum ama oldurmanı istiyordum.
Bazen çok komik, 
Bazense hiç komik olmadığı halde,
Sırf sen yaptın diye komik.
Ve aklıma gelmeyen, 
Sana ait daha birçok özellik.
Kelimelerden korkup ‘boşver’ lere sığınıyorum aslında
Bırak gitsin...
Kağıttan uçaklar yap kendine.
Bir kahve koyarsın,
Güneşin batmasına yakın.
Yarım bıraktığın bir kitap ilişir gözüne.
Bir dize dolandırırsın diline.
Belki bir kedi beslersin.
Bırak, giden şiir olsun.
Sen yalnız da güzelsin...

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Sadece İnsan

Sadece insanlar görüyorum, ya insanlık?
Büyüyorum ve hayat ilk gördüğüm insanların
İlk gördüğüm gibi olmadığını gösteriyor
Birtakım hikayeler ve hafif müzik üzerine icraatlar kuruyorum
‘Ben sana mecburum’ diyor şairin biri
Oysa rafta açılmamış ne çok kitap duruyor, tozlu
Çok mutlu olduk diye mi oldu bu?
Bilmiyorum...
Birisi geçmiş karşıma;
‘Kendine çok dikkat diyor’
Önceleri yokluğunun farkında olmadan,
Dudaktan atılmış son sözcükler işte
Gazetede ölüm haberleri
Terk edilmiş sigara kutusu
Sadece insan görmek istiyorum
İnsan, sadece insan
Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen,

Korkan, bir insan

13 Mayıs 2014 Salı

Bi 'şey' diyecem.

Kaç insan benim görmediğim sabahı,
Seninle başladı.
Yüreğim buruk, üzmeyin beni.
Bana en acı kader...
Kiminlesin?
Bahtını, içimden hala silmedim.
Hayat bu mu?
Kalp acı, dünya hüzün dolu.
İşte sana konuşan biri,
Dilsiz ve dudaksız.
Durmadan konuşan,
Durmadan koşan biri,
Elsiz ve ayaksız.
Durmadan yazan,
Mürekkebi olmayan kalemiyle...
Yazıyorum, yaşamak için,
Anı yaşıyorum hepsi bu.
Ha bir de gerçeklere inanmıyorum,
Duyduğun kadardır hepsi.
İçinde, oysa neler var...
Hepiniz iyi insanlarsınız,
Masalda kötü adam benim.
Kader yolunda yerleşik bir yabancı.
Ihlamurları da severim,
Papatya mevsimi olsa da...
Hepimiz kilitlerimizi takmış,
Açacak kişiyi bekliyoruz.
Biliyorum, unutmadan...
Bir dahakine seversen,
Beni sev.

1 Mayıs 2014 Perşembe

Yeniden

En yoğun tutkuların kadınıyım ben,
Elbisemde çiçek deseni, mercan kolyem.
Bir kez daha sinema salonunda...
Çifte kumrular gibi fısıldaşırken,
Etrafımda ki erkek ve kadın.
Elimde ki mısır kutusunu düşürüp,
Öpmüştü dudaklarımdan, birden.
Yalnız bir kadın olma arzumu,
Yalnız bir adamın kollarına bıraktım.
O gece...
Serin sinema salonunda,
Fransız filminin en heyecanlı sahnesinde,
Dudaklarından dudaklarıma, 
Kuru bir tesellinin yerine,
Islak bir hal aldım.

25 Nisan 2014 Cuma

Uçak!

Uçak, çoktan kalkmıştı...

Giden gitmişti çoktan. Bir umuttu benimki...

Uçak, çoktan kalkmıştı...

Acemi bekleyişlerin içinde çürürken yüreğim. Daha seni anlattığım kitabımı bitirmemişken, sonunu hiç tahmin edemediğim bir uçuruma gelmiştim...

Uçak, çoktan kalkmıştı...

Onun adına sevindiğim halde, hüznüm kipriklerimi ıslatmaktan kaçınmamıştı. İnanmayacaksınız ama hırçın bir denizken sevmiştim onu. Dalgalarımın en şiddetli olduğu rüzgarlı bir gecede, düşmüştü içime yüreği. Sırılsıklam olmuştu birden. Üşüyordu. Sabahı bekleyememiştim bile, kurutmak için güneşte. Durgunlaştığım ilk anda çıkartıp, beni yoran rüzgara arkamı dönmüş, üflüyordum titreyerek yüreğini kuruması için...

Uçak, çoktan kalkmıştı...

Geride bıraktığım her şeyi alıp uzaklaşmıştı. Konuşamamıştım gözlerinin içine bakarak. Uzaktan, güneşimi engelleyen bulutların arasından hayalini kurarak vedalaşmıştım. İlk kez değil. İlk kez olmadı. İlk gidişinin üstüne daha niceleri yerini almıştı ve yine başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Elveda diyemeden bir kez bile...

Uçak, çoktan kalmıştı.

20 Nisan 2014 Pazar

Gönül Şarkıları

Olmazdı zaten. Olmadı da... Başlangıçta her şey güzeldi. Aslında güzel geldiğini sanıyor insan. Bir anlık heyecan bu sadece. Bir damla gözyaşının seferber olmasından sonra, çok sonra gider gelmemek üzere tenine. Yani geçer zamanla. Geçer mi? Gönül yarasından bahsediyorum. Hani şu ah çekip, andığımız o güzel anlardan. Bir gençlik masasında iki kişi arasında geçen anlardan. Ey felek; sen ne kadar asi bir yarasın ki... Tadını aşk filmlerinin dokunaklı sahnelerinde resmedersin hep. Olur da sende seversen bir gün, doldur gönül tasını bir gençlik nasıl geçer gör halini, benim gibi. Bak ben inceden bir çay demledim, dumanı üstünde tüten. Yaprak yaprak dağılmış suyun içinde inceden. Şekeri bırakalı çok oldu, demli içerim bardağın en ince yerinden. Dünden kalma yağmurun izi penceremde. Rahmet işte! Şükür, epey yağdı gürleye gürleye... Penceremde ki sokak lambasının ışıltısı, buğulu bu yüzden. Dedim ya olmazdı zaten. Ayaklarımı diretircesine sabaha uyanmamaya başladığım günden beri, ona olan aşkımı anlatıyorum kendime, içimden tekrar ettiğim şairlerin şiirlerinde. Ara sıra rakıyı çok kaçırdığım gecelerde, o'na hatırlatıyorum sevgimi. Hem ayıkken, hemde sarhoşken oturtuyorum karşıma; gönül masasında kahverengi, hafif gıcırtı yapsa da bir tek ona ait olan sandalyeye. Şöyle bir bakıyorum gözlerine. Sevmek, ne biçim acıdır öyle. Feryat edersin, gönül taşır, bir kağıt kesiği gibi. Şarkılar radyoda değil, dilde bukle bukle söylenir. Hani demiş ya ozan 'ah bu şarkıların gözü kör olsun.' Olmasın be felek kardeş. Şarkılar olmazsa bu gönül yarasıyla, nasıl sabreder gönül? Ah bu gönül şarkıları, benim uzun hikayemi söyler? Söyler ya; hep söyler durur...

12 Nisan 2014 Cumartesi

Oda ve Şeylerin Kederi

Işıklar kapalıydı odanın karanlık görüntüsünü perdenin desenleri arasından sızan, sokak lambasının ışığı bozuyordu... Saat yaklaşık gece yarısıydı ve hala ışığımı açmamıştım. Susadım, içmek istediğim aptal bir kimyasal bilgiye dayalı sanayinin işlediği arpanın, basit bileşenlerle mucizevi kaynaşmasından oluşmuş koyu bir sıvıydı. Yani su değildi içmek için uzandığım. Dün içtiğim bira şişelerini atmasaydım bu susamışlıkla, diplerinde kalan kısımları bile yalayabilirdim.

Her an, her şey insana çok boş görünebilir. Yapman gereken ne varsa yapmak zorunda olduğun halde yapmadan oturursun. Herkese göre değişir bu düşünce, belki de kimilerine tamamen aptalca gelebilir. Hiçbir şeyden tat almadığınız bir dönemde, canınızın hala çektiği bir şey vardır yinede, aptalca bir anda aptalca bir şeyi aptal bir insan ile yapmak gibi. Pencere kenarına geçmiş, karşımda görünen parkta banka oturmuş insanları ve yoldan geçenleri izliyorduk. Gecenin bu saatine rağmen epey kalabalıktı şehir.

"İşte!" dedim.

"Şu yürüyen müzelere dön de bir bak."

İnsanlar çoğu zaman müze gibi gelirdi bana. Böyle bir çağda, ilkel düşüncelerini sergilenmek için sokakta yürüyorlar ya da oturuyorlardı. Tıpkı camekanlı dolapların içinde duran antikalar gibi gelirdi bana hep. Tam olarak kaç dakika önce susadım hatırlamıyorum, içkimin bittiği ve paramın kalmadığı herhangi bir zamandı...

"Tüm düşündükleri birini düzmek" dedi.

"Ama hayatlarındaki asıl trajedi birini düzememek" dedim.

Bir sigara çıkardı ve yaktı. Derin bir nefes çekip filtresini ıslattığı sigarayı, içmem için bana uzattı. Kendisi için de bir diğerini yavaşça paketten çıkarttım yaktı. Gecenin ilkel müzeleri sokakta yürürken, taze beyinleri ve sıkı kalçaları olan bayan okul öğrencileri de parkta oturuyordu ve her birinin göz bebeklerini kendi yansımalarımız olmuştu.

Hissedebiliyordum ve anlıyordum ki; bizde bu ilkel müzelere ters düşen ne varsa, onlara çekici geliyordu...

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...