22 Ocak 2013 Salı

Tesadüfen

     Günaydın herkese... Bakkal Hüsnü Abi. Gazeteci Nuran Abla, Tatar Nuri. Günaydın. Bu gün yepyeni bir gün. Bir sigara ver, her zamankinden Hüsnü Abi. Yine eklerini eksik mi getirmişler Nuran Abla gazetelerin? Tatar Nuri, erkencisin bu sabah meyhaneden dönerken eve. Ayşe teyze yolunu gözlüyordu gördüm geçerken az önce.
     Günaydın. Bu gün yepyeni bir gün. Doğan güneş nasılda ışıldamış denizin üzerinden. Günaydın. Yosunlar, deniz anaları, envaye çeşit balık, en sevdiğimden çipura, günaydın sizlere de.
     Acıktırdı deniz havası beni. Sana da günaydın simitçi kardeş. Martılarla bana simit ver de yiyelim bir an önce... Sizlere de günaydın martılar. Aşık çiftleri, hüzünlü insanları, mutlulukları sessizce izleyen ve bu insanları karın tokluğuna dinleyerek yaşamını sürdüren martılar. Günaydın...
     Bak yine size daldım, saat epeyce ilerlemiş kalın sağlıcakla... Artık minibüse koşma vakti. Kalkmış mıdır? Bir günaydın ona sunmadan her gün bindiğim, ilk seferini atan Tophane'li Murat Abi'ye. Yok, görünüyor 'Al Yazmalım' yazan minibüsü uzaktan. Sever Kadir İnanır'ı Murat Abi. Al Yazmalım filmi ile tanımış matinede küçük yaşta gazoz satarken seyirciye. Sonradan, okuyamamış. Muavinlik falan derken, almış bir dolmuş, yazdırmış arka camına 'Al Yazmalım' çıkmış Beşiktaş hattına. Yıllardır burada. Ne günlerdi minibüsçülüğe başladığım ilk zamanlar diye anlatırdı gözleri dolu ara sıra önde oturduğum zamanlarda...
     Yetiştim kalkmadan Murat Abi. 'Al Yazmalım' günaydın. Murat Abi günaydın. Günaydın, her sabah evine bir parça ekmek götürmek için kalkan yurdum insanı...
     Her zaman olduğu gibi geçtim baş ucuna oturdum 'Al Yazmalım' ın. Murat Abi yine girdi söze; "Okul nasıl gidiyor evlat." İyi dedim abi sağolasın bitirmeye çalışıyoruz işte... İlk defa, her gün aynı soruyu soran Murat Abi'ye kızmadım. Bugün güzel bir gündü. Bugün kızamazdım. Bugün, herkesin bir 'Günaydın' ı hakkettiği muhteşem bir gündü.
     Bu gün seni gördüğüm ilk günü dokuzuncu yılıydı işte.Tam dokuz yıl olmuştu seni tanıyalı. Zaman hızla geçiyor inan. Sen yoksun biliyorum hayatımda ama dokuz yıl önce seni tanıyıp yeniden doğmuştum hayata. Her yılı aynı coşkuyla kutlamıştım. Bu güzel sabaha dokuz yıldan yıla geçerken, yıllar takviminde bu günün tarihi atılırken ben yine uyanacağım, bu mutlu güne 'Günaydın' nameleriyle. Herkese sunduğum ilk günkü halimle. Seni ilk gördüğümde yüzümün aldığı gülümsemeyle, yine bir günde olsa gülecektim canlı-cansız her şeye...
     Günaydın...
     Yokluğunun üzerinden belki uzun zaman geçti. O gün ki gibi duymasan da 'Günaydın' sana da. Biliyorum uyanmışsındır sende doğan sabaha Ankara'da; benim bıraktığım, bizi kutsal kılan, yeniden aşkı tanıtan o serin resmiyetin içinde...
     Şimdi, halen Ankara'da olduğunu düşünerek sadece. Belki değilsindir benim gibi sende. Fakat hep hayalimde yaşıyorum seni Ankara'da sadece. Belki bir gün tesadüf olur da karşılarız Güven Park'ta yürürken gün batımına ve ya doğan sabaha.
     Belki de karşıya geçerken İstanbul'da  bir vapur seferinde...
     Belki de İzmir'in Güzelyalı'sında farkında olmadan birbirimizin, yan yana durmuş denizi seyrederken.
     Kim bilir...
     Tesadüfler güzeldir. İnsana özgüdür. Umarım seni ilk gördüğüm sabahın içinde bulurum seni. Başım nasıl dik, nasıl gülüyor yüzüm görürsün sende ve en güzel 'Günaydın' ı onca yıl geçtiği halde sende sahiplenirsin...
     Kim bilir... Tesadüf... Günaydın.

Kimdi ?

Ben senin gibi değilim,
Unutamam yaşanılan gerçeği.
İçimde durur, sensiz.
Herkese anlatırım, usulca.
Seni, senle geçen günleri.
Üşüyorum ve güneş doğar...
Üşüyen bedenim de bir sıcaklık.
Sen kadar değil...

Mahkum

Dört duvar, küçük bir pencere,
Hücremdir benim...
Bir sehpa 'Nazım Hikmet' kitaplarım.
Tek ışığım penceremden sızan güneş.

Arada canım sıkıldıkça volta atarım.
On bir adım sayarım,
İki duvar arası.

Küçüktür demir parmaklıklarım,
Ellerimin arasında tutarım.

Avazım çıktığı kadar nara;
Gardiyan! Açın kapıları...
Çıkarın beni buradan,
Nefes alamıyorum, yalnız.

Korkuyorum karanlıktan, korkuyorum.
Ben size ne yaptım;
Anlayamıyorum...

Olgular ve Kişilik Kavramı

     Kişi, varlığının korumacı olmasıyla yaşamını sürdürür. Oysa hayat her anlamda onun gardını kırar ve yaşama iradesini artırır.
     Bilindiği üzere insan neyi kolay elde ederse o kadar çabuk sıkılır elde ettiklerinden...
     Süre gelen zaman zarfı içerisinde her an daha da zorluk çekmemize neden olur. Hayat kolay değildir. Her anında insan ders verir. Sadece yaşadıklarıyla değil gözlemleriyle de.
     Bir insan kısacası sadece kendi hayatında sorumlu olamaz. Onun varlığını ortaya koyan ne varsa olgu ve ya varlık. Her ne ise ondan da sorumlu bir halde yaşar.
     Kendini kaybetmek pahasından çok onları kaybetmekten korkar. Çünkü kendini kaybetmek acı vermez. Onları kaybetmek ise ızdıraptır. Her gün beynini kemiren bir olay ve ya olgudur.
     Bu yüzden insan istediğini yaşadığı süreç içinde elde edebileceğinin farkında olmalıdır. Kısacası beklemek kaybetmenin en kesin halidir. Düşünceler, istediği olgu ve ya olayı elde etme düşüncesi ne kadar zamanın içine bırakılırsa kişi o kadar fazla acı çeker. Bedenen olduğundan çok ruhen bu acı gitgide artar.
     Bu kişinin istediği olgu ve ya olay içinde kendini kaybetme yetisidir. Yani kişi aslında mutlu olmak için seçtiği, istediği olgu ve ya olayı kendini üzmek için kullanır. Aslında, başlamak elde etmek için attığı adımdan çok kişiyi bu halde yani ne yapacağını düşünerek beklemesi daha fazla incitir.
     Ruh bedenden daha fazla acı çekmeyi sever. Çünkü beden acı çektiğinde beyin nöronları bunu dayanılmaz bir hale sokar ki, kişi yardım almayı kolayca kabul eder. İyi bir durumdur bu. Beden iyileşmesi doktor ve ya ilaçlar sayesinde mümkün kılınabilir.
     Fakat ruh bedenin aksine aldığı her darbeyle iyileşmesi her geçen gün daha da zor bir hal alan ve ne bir doktorun ne de kimyasal bir maddenin (ilaç,alkol,uyuşturucu v.s.) buna faydası olmaz.
     Ruh, insanın çözümü bulması için zorlandığı tek olgudur. Ruhun iyileşmesi ve ya kötü bir hal alıp baştan çıkması insanın kendi elinde mümkün olabilir.
     Her geçen saniye daha kötüye gitmemesi için doğru kararlar verilmeli ve kararlarını zaman da mümkün olduğunca kısa bir süre zarfında halletmesi gerekmektedir.
     Aksi taktirde ruh kendini kapana kısılmış bir av gibi, kurtarılması mümkün olmayan bir hale koyar. Yani zaman ruhun tamamen kendini kaybedip bedeni de öldürmesine  yol açar.
     Kısaca ölen bir beden, yara almış bir beden gibi iyileşmesi mümkün olmayan bir durumdur.
     Bu yüzden kişi bulunduğu an içerisinde ne düşünüyorsa ruhun rahatlaması ve dünyada ki varlığını sürdürebilmesi için düşündüğü olgu ve ya olayı açığa çıkartmalı. Gereken ne ise olgu ve ya olayı olduğu yerden kalkarak yaşamalıdır.
     Kişi kendi ruhunun ruh ilacıdır. Olgu ve ya olayları çözmek ve olgu ve ya olayı çözmeden yok olma tehlikesi sadece kendindedir.
     Bu konuda kişi ne yapılması gerekiyorsa onu bir önce uygulamalı ve süregelen (arta kalan) zamanı daha rahat yaşamalıdır. Sonuçları kötü olabilir elbette. Olgu ve olaylardan aldığı ders ile aslından kişi daha mantıklı davranıp kazancının farkına varmalıdır.
     Hayat her zaman insanı imtihan etmekle meşguldür. Kişi sadece gereken cevapları yaşadığı (nefes aldığı) süreç içerisinde doğru olarak (isteği doğrultusunda) özgür bir şekilde cevaplamalıdır.
     Sonuç olarak her şeyi ona öğreten olgu ve ya olaylardır.
     İyi ve ya kötü her ne öğrendiyse bulunduğu an içinde kişi her şekilde kazanır.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...