16 Aralık 2012 Pazar

Başkalaşan Aşk


Bu kez kararlıydı genç adam. Kendinden sürekli bir şeyler çalan, hazzı bu çaldıklarıyla tamamlayan kadından uzak duracaktı, aramayacaktı onu. Yapamayacağını biliyordu, içinde ki aşk göründüğü gibi değildi. Tüm vücuduyla sadece o kadına aitti. Bedeni sefalet içinde, ruhu alev alev yanıyordu...
Uzaktı, çoktandır görmüyordu bakışlarını üzerinde... Bedeniyle en son aylar önce birlikte olmuştu. Yasaktı aşkları evren içinde. Kadın teslimiyetini, değer verdiği bir adama sunmuştu, genç adamı sevdiği onu arzuladığı halde, yıllar önce. Genç adam sadece aşkını söyleyen kadını istiyordu. Evet, birine aitti kadın ama genç adamı sevdiğini biliyordu. Öyle görüyordu genç adamda, beraberken yaşanılanları düşününce. Kusursuz bir sevgi vardı aralarında, göz göze bakarken bedenleri, hissediliyordu.
En son o gece konuşmuşlardı, sabaha karşı bitmişti sözleri aynı yatakta. Kadın bir süre görüşmemeyi talep etmişti genç adamdan, gözlerini kaçırarak. Genç adam hayır diyemedi. Onu o kadar çok benimsemişti ki hücrelerinde, hayır diyemiyordu. Onun için ölümü göze alan bir beden, nasıl olur da hayır diyebilirdi yanındayken, onu delice severken, isterken. Beklemeyi göze aldı, usulca kısık bir ses tonuyla tamam diyerek.
Bu kez gelmemişti kadın, daha önce de aynı sözleri söylemişti, daha önce de bir süre görüşmemek isteği olmuştu. Fakat geldiğinde daha yakın olmuştu genç adama. Zaman haddini aşıyordu bu kez, genç adam dayanamıyor beklemeye, üzülüyordu bedeninin her parçası. Yanan yüreği ve ona ulaşmak isteği söz verdiği halde çaresiz bırakıyordu. Onu üzmemek için ona ulaşmanın en saf halini, az kırılgan halini arıyordu. Kendini sokaklara bıraktı o gece, uzun zamandır alkol almadığı aklına geldi. Önüne gelen ilk barın kapısından içeri adımını attı. İşte o an bakışlarını hırçın, suskun, mutlu, karşısın da yabancı bir erkeğin kollarında duran kadını gördü. Günlerdir aramak için bir yol bulma çabası sürdüren bedeni, onun bedenini karşılamaktaydı. Fakat rolde bir hata vardı. Kadın bu kez onun kollarının dışında başka bir dünya kurmuş mutluluk saçıyordu çevresine.
Kadın, adamı geç de olsa fark etti. Genç adam durumun şaşkınlığı içinde giriş kapısında kalakalmış öylece kadını izliyordu. Kadının yerini terk edişiyle seyir-i bozuldu genç adamın ve kendisine yaklaşan bir beden olduğunu fark etti. Kadın gözleri dolu ona geliyordu, anlatacak bir şeyleri var gibi… Genç adam kadının sıcaklığını hissetmeden, donukluğunu çözmüş bedenini döndü ve bir bira bile içmeden henüz ayrılmadığı ahşap bar kapısının önünden dışarı attı kendini.
Bara gireli çok olmamıştı. Dışarı çıktığında genç adam yağmur yağıyordu. Farkında bile değildi ilerlerken ara sokaklardan, yağmurun yağdığının. Ta ki bir sigara yakmak için duraksadığında, cebinden çıkan kibritin sırılsıklam olduğunu görene kadar. Tamamen ıslanmıştı üstü başı, kıyafetlerinden içeri sızıyordu yağmur damlaları ve bedeninde geziniyordu. Sonra genç adam, üşüdüğünün farkına vardı, üşümek titremesi neden oluyordu. Titreyen vücuduna aldırmadan, başını birden yukarı kaldırdı ve yağmurun yağmasını izledi. Yüzünde ki damlaların sayısı daha bir çoğaldı. Sanki bir şeylerin üstünü örtüyordu yağmur damlaları yüzüne düşerken. Tuzlu gözyaşları eşlik ediyordu yağmur damlalarına… Genç adamın yağan yağmura başını kaldırması bundandı. Kimse neden ağladığını sormasın diye yapıyordu, gizliyordu gözyaşların cevabını.
Kimden gizliyordu genç adam gözyaşlarını. Oysa etraf o kadar boştu ki… Bunun bile farkında değildi. Sessizliği, sadece yağmurun apartman oluklarındaki akış sesi bozuyordu. Sessizliğin içinde bir melodi yankılandı birden. Telefonu çalıyordu genç adamın, rahatsız edici bu sesin kaynağının kendisi olduğunu fark etmesi çok zamanını almadı. Sırılsıklam olmuş kıyafetlerinin ceplerinde telefonunu aramaya koyuldu. Ses gittikçe can sıkıcı olmaya başlamıştı. Bir türlü lanet olası telefonunu bulamıyordu. Kimdi gecenin bu saatinde. Tam kendine gelmişken, tam huzuru bulmuşken, arayan kimdi. Kimdi. Birden farkına vardı, telefonunu çantasına bıraktığının. Çantasına yöneldi, o an yine sessizlik hakimiyetini sürmeye devam etti. Telefonu susmuştu genç adamın. Arayanın kim olduğunu merak bile etmedi, vazgeçti telefonunu çantasından çıkartmaktan. Etrafına bakındı ve yolun ortasında beklediğinin farkına vardı. Ne kadar zamanı geçmişti burada böyle düşüncesiyle saatine baktı. Saat sabaha karşı dördü gösteriyordu. Bir sorun vardı, hava aydınlanmak üzereyken saat bu kadar geri olamazdı. Birden saatinin yağmur sularına dayanamayıp çalışmasını durdurduğunu anladı. Oysa geçen hafta yeni almıştı saatini yaşlı bir seyyar satıcıdan. Üstüne üstelik su geçirmez olduğunu söylüyordu satıcı saatlerinin… Bir an bu duruma bozuldu, sinirlendi fakat umursamadı. Çünkü kafasını kurcalayan zaman değildi, artık zamanın bir önemi de yoktu. Hem nereden gelmişti saate bakmak aklına… Duraksadı. Yeniden, saatin aklına girdiği beyni bıraktığı geceye döndü, en son ona doğru yaklaştığını hissedip barda bıraktığı kadına. Sevdiği kadına. Şu an neredeydi, ne yapıyor düşüncesi sardı bu kez genç adamı. Bıraktığı yerde olmadığını kesindi, bu saatte çoktan kapanmış olmalıydı gittiği bar. Düşüncesi, kadını gördüğü erkeğin kolları arasına kaydı. Onu kollarıyla saran ve mutlu bir yüz ifadesi verebilmesine yardım eden adamla mı beraberdi kadın bunu bilmek istiyordu. Aynı yatakta başka bir erkekle bulunması düşüncesi beynini yiyordu. Belki de ayrı yataklarda olabilirlerdi diye düşündü. Biraz sakinleşti genç adam, yine de aklının bir köşesinde kuruntu yapıyordu. Çok yakın bir arkadaşı olabilir diye düşünmeye başladı genç adam. Bu durumda bu kadar yakın olmalarının bir anlamı vardı. Peki, madem çok yakın arkadaşı idi o adam neden gözleri dolu açıklama yapacak bir ruh halinde geliyordu barda genç adama doğru. Genç adam kafasında ki sorularla boğuşmaya başladı. Kendini mutlu edecek, kadını koruyacak düşünceler kurguluyordu kafasında. Bir türlü sonuç elde edemiyor git gide geriliyordu bedeni yoğunlaşan düşünceleriyle.
            Acıktığın ve titrediğin farkına vardı. Üstü sırılsıklam bütün geceyi dışarda geçirmişti. Uzun bir zamandır da bir şeyler yemediği aklına geldi. Toparladı kendini ve otobüs durağına doğru yöneldi. Fazla üşümeden gelmişti otobüsü evine götürmeye genç adamı. Bindi otobüse, bilet parasını ödedikten sonra boş otobüs koltuklarında yerini ayırttığını düşünerek cam kenarına geçti. Başını cama dayadı. Göz kapakları, güneşin doğuşuyla renklerine kavuşan doğayı izlemesine müsaade etmedi ve kapandı…
            Gözünü açtığında ineceği yeri bir iki durak geçmişti. Otobüsün inmek için ikaz düğmesine bastı ve önündeki ilk durakta indi. Eve doğru yürümeye başladı genç adam. Birden kar atıştırmaya başladı. Gece bardaktan boşalırcasına yağan yağmura inat sakin kar, genç adamı rahatlattı. Bir gülümseme aldı yüzünü. Karın yağmasına çocuk gibi sevindi. Adımlarını yavaşlattı karın altında üşümeyi göze alarak. Doğa bile bu kadar güzel ve mutlu iken neden kendisinin mutlu olamadığını düşündü. Kaybettiği bir aşk vardı. Kendi kaybetmeyi seçmişti belki de o gece tamam diyerek kadına. Genç adam mutsuzluğunun adımını kendi atmıştı. Mutluluğun da adımını atabilirdi oysa. Yapabileceğini biliyordu, onun gibi başka kollarda değil, kendi içinde mutlu olmanın yolunu bulabilirdi. İnanıyordu. Gerçekten hayatını adadığı o kadın mıydı mutluluk, kaybettiği hayatına kaldığı yerden başlamak mı? Düşüncelerinde ki soruların cevabını yüzlerce kez sordu kendine eve gelene kadar genç adam. Mutluluk, mutluluk, mutluluk… Sürekli aynı sözcüğü tekrarladığının farkında değildi. Kadın inandığı gibi mutlu olması için gerekli miydi? Takıntısı gitgide kadına karşı büyüyordu. Acı çekmeyi seviyor gibi görünüyordu. Yaşayacak, yapabileceği binlerce hata varken aynı hatayı tekrarlıyordu. Kadın düşüncesinde mutluluk rolünü değiştirmeye başlamıştı. Artık bir hata olduğunu kabulleniyordu. Değiştiremediği ve önünde saygı durup sürekli korumaya çalıştığı bir hata.
            Eve gelmişti sonunda. Kapıyı açtı ve sıcak evine girmek için adımını korkusuzca eşikten içeri bıraktı. Derin bir nefes aldı. Ayakkabılarını çıkarttı ve üstünde ki ıslaklığın sebebi olan kıyafetlerden kurtulmaya başladı. Çıplak bedenini sıcak bir duşla onurlandırdı. Uzun bir süre benini sıcak suda dinlendirdi. Uyku sarmıştı, yorgundu genç adam. Duştan çıkar çıkmaz doğruca yatağına yöneldi uyumak için. Başını yastığına koyar koymaz bütün yaşanılanları düşünmeye başladı. Yine kendi kendine aynı sözcüğü paylaşıyordu. Mutluluk, mutluluk, mut… Bir kez daha yinelemeden yorgun bedenini uyuyakaldı genç adamın.
            Uyandığında akşamüstü olmuştu. Kar yoğunluğunu azaltmış, ortalık bembeyaz görünüyordu. Güzel bir tablo, karşısında duruyordu genç adamın. Sıcak bir kahvenin kendisine iyi geleceğini düşündü. Tutkunu olduğu Chopin eşliğinde kahvesini hazırlamaya başladı. Bardağını hazırladı ve tablosunun karşına geçti. Bir yandan kahvesini yudumluyor, bir yandan da beyazın saflığını izliyordu. Sokaktan geçen insanlara ve karla iç içe olmuş çocuklara takıldı gözleri. Havanın soğukluğunu olduğu yerden insanların yüzündeki kırmızılıktan anlayabiliyordu. Kahvesini yudumlarken içinde ki sıcaklığı ve huzuru da anlayabiliyordu. Rahatlamıştı düşünceleri, yalnız kalmak, iyi bir uyku ve bir bardak kahve kendisine getirmişti genç adamı. Sanki özgürlüğünü yeniden eline almış gibi hissediyordu. Kadını düşünmüyor, onu aramanın sadece mutsuzluk olduğunun farkına iyice varıyordu. Belki içinde burukluk bırakmıştı, özleyecekti belki de kadını, ama aramayacaktı kesinlikle.
            Kahvesinin seviyesi gitgide bardağında azalıyordu. Birden genç adamın gözü masasının üzerinde ki uzun zaman önce okumak için eline aldığı kitaba takıldı. Kendi kendine içerlendi ve kitabı alıp koltuğuna yöneldi. Hayatına kaldığı en güzel yerden başlamıştı artık genç adam. Bu gece yarım bıraktığı her şeyi tamamlama kararıyla kitabını sonuna kadar okumak için yeniden açtı sayfalarını. Tam kitabın son sayfalarına gelmişken kapı çaldı. Kimdi bu saatte diyerek yerinden kalktı kapaya yöneldi yavaş adımlarla. Kapı inat edercesine birkaç kez daha çaldı. Geliyorum diye seslendi genç adam. Kapıyı açtı ve olduğu yerde donakaldı. Gelen kadındı. Yeniden hayatını toparlamak için içten içe savaş verirken nerden çıkmıştı, neden gelmişti şimdi buraya diye düşündü genç adam. İkisi de sessiz kapının önünde gözlerini dikmiş birbirine bakıyordu. Kadın, beni içeri davet etmeyecek misin diye söze girdi. Genç adam şaşkınlığını üstünden atamadığından başını girebilirsin der gibi salladı. Kadın içeri girdi genç adamın odasına yöneldi ve oradan genç adama hadi kapat kapıyı gel diye seslendi. Kadının sesiyle kendisine gelen genç adam kapıyı kapattı ve odasına gitti kadının peşinden. Kadın genç adamın en son oturduğu koltuğa oturmuş, genç adamda karşısında ki koltukta yerini almıştı. Yine sessizlik koruyordu kendisini. İkisi de konuşmuyorlardı. Sadece birbirini izlemeye devam ettiler. Kahve içermişin diye sordu genç adam. Kadın kısık bir sesle evet, mümkünse dedi. Mutfağa gidip kahveleri hazırlayıp geldi genç adam. Kadına kahvesini uzatırken neden buradasın dedi sesi gergin huzursuz. Kadın genç adamının sesinde ki gerginliğin kendisinden kaynaklı olduğu biliyordu bu yüzden onun bu tavrına ses etmedi. Genç adam kadının içini acıttığını düşünüyordu ve onun burada olmaması doğru olan şey diye düşündü. Öfkeli bir ses tonuyla kadına döndü hayatından defolup gitmesini söyledi. Kendini daha fazla düşürmeden gözünde çekip gitmesini söyledi. Kadının ayağa kalktı, gözleri doldu, genç adama döndü kollarını uzattı ve dudaklarına son bir öpücük bıraktı, seni seviyorum diyerek artan gözyaşlarıyla genç adamın evini terk etti. Genç adam kapanan kapının sesiyle olduğu yere çöktü ve elveda sevgilim diyerek sessizce ağlamaya başladı. Elveda sevgilim. Artık genç adam içindeki her şeyi acıtmış, yok etmişti kadına olan tutkusunu. İlk kez kadına bu kadar sert olmuştu. Geri dönüşü olmayan bir yolu seçerek kadını hayatından tamamen çıkarttı. Yaptığını düşündükçe kahrolmaya başladı, ayağa kalktı dolabından içkisini çıkarttı, kahvesine her zaman olduğundan daha fazla ekledi, kaldığı yerden kahvesini yudumlamaya devam etti. Ağlıyordu, gözyaşlarına engel olamıyordu. Onu o kadar çok seviyordu ki kendini hiçbir zaman affetmeyeceğini düşünerek, kahrediyordu. Özgür olduğu yerde bitmişti her şey. Hayatında ki en kötü an tek mutlu olduğu yerde yaşanmıştı. Kadını düşündü, onu sevdiğini haykırmaya başladı. Durmak bilmeyen gözyaşlarını sildi. Pencereyi açtı kadının sokaktaki gidişini izledi. Arkasından seni seviyorum dile seslendi ama sesi o kadar yorgundu ki kendi bile söylediği duymadı. Sevgisini sonsuzluğa bırakmak istedi. Pencereyi kapattı çalışma masasına yöneldi genç adam. Kadına son bir not yazdı. Çalışmasa masasından tabancasını çıkarttı ve başına dayayıp yorgun, titrek ve kısık bir ses tonuyla elveda sevgilim diyerek tetiği çekti. Kanlar içinde yerle düştü genç adam.
            Ertesi gün bütün gazeteler ve haberler genç adamın ölüm ilanını yayınladı. Arkasında bıraktığı not günlük bir gazetede büyük puntolarla ölüm haberinin yer aldığı fotoğrafının altına yazılmıştı.
            Cennette seni bekliyorum sevgilim, dünyada sevgim sonsuza dek yaşayamazdı…

The Catcher in the Rye


     Yayın başlığı Adnan Benk'in İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "L'Attrape-cœurs" çevirisinden dolayı Türkçe'ye "gönül-çelen" diye giriş yapıp, daha sonra Çoşku Yerli tarfaında orjinal haline daha yakın bir halde "Çavdar Tarlasında Çocuklar" adıyla yeniden gönüllerde taht kuran bir J.D.Salinger ( 1 Ocak 1919, New York - 27 Ocak 2010, Cornish, New Hampshire ) romanıdır.
      Şimdi kitabın Yapı Kredi Yayınları ('Çavdar Tarlasındaki Çocuklar' çevirisi) elimde ve 'anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz' diye başlıyor ilk cümleleri. 17 yaşında ki  Holden Caulfield`ın üç gün içinde geçen öyküsünü ondan dinliyoruz ve bir çok insanı hayatını değiştirecek kelimeler nakış nakış dizilmiş ve topluyoruz birer birer her çevirdiğimiz sayfada. Holden belki de bir çok tanıyanı tarafından kibirli, başıboş ve keyfine göre yaşayan biri olarak görünse de olduğu durum, yeni bir dünyanın gerçek olduğunu gösteriyor. Düşününce genç yaşında bir insanın bile büyük hayatları kendi ergenliği içinde yaşayabilmesi yeni düşler kurmamıza neden oluyor. Gönül-çelen, hem kırıcı hem kırılgan işte. Okunduğunda sözcüklerinin yeniden hayat bulduğu bir kitap ve nerede bir okumayan insan görsem tanıştığım, en büyük tavsiyemdir... NewYork’lu bir burjuva ailesinin oğlu Holden Caulfield’in “büyümeye dair” keyifli ve hüzünlü üç günlük öyküsü.

Gerekçesi Neydi ?

     Gerekçesi neydi bir hayatı yaşamanın. İstediğimiz biraz huzur biraz mutluluk. Daha fazlasını hiç istemedik oysa... Bir sabah uyanmış elimizde sıcak bir çay bardağı güneşin doğuşuna biraz geç kalmış olsak da izliyorduk günün yeni ışıklarında ki Ankara'nın sesi boğuk sokaklarını. Elimizde bir bardak çay, çay yarım kalmış ılıklığı üzerinde demli hafiften. Şehre günaydın demeye bile korkardık... Belki bir hayat, bir gün daha alır götürür diye bizden. Bizi mutlu görmeyi istemediğini bildiğimizden.
     Gerekçesi neydi bir hayatı yaşamanın. Sevdiğimiz insanları tanıyamadığımız halde, onlarla vakit geçirmek, biraz gülmek ya da ağlamak gerekçeler sunmadan, kafamıza göre biraz yalandan da olsa ağlamak. Kim ne yalan söylesek kendimizin bile inanmadığı, sadece inandır için çaba gösterdiğimiz yalanlar ya da yalan sandığımız aslında olmak istediğimiz durum, ağlamaklı...
     Gerekçesi neydi bir hayatı yaşamanın. Sonunda sadece kendi kabuğunda kalacağını bilerek, neydi bir kadını anmanın güzel yanı. Sadece biz değil neydi bu hayatı anlamanın anlamı. Bir şehir binlerce insan, binlerce hayat yaşanırken her gün mutlu olamayacağımızı, mutluluğu bir anlık kendimizi kandırarak bulduğumuzu bilerek neydi bir yaşamı anlama kavramı, neydi, neydi, neydi...

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...