27 Şubat 2018 Salı

Bir hüzün toparlanmış üstüme gitmiyor, 
Öyle başımda bekliyor gri bulutlar
Kimsenin duymadığı bir şarkı kulaklarımda
Usulca bir rüzgar yalıyor ensemi
Durma göğe bakalım, ağlamakta

İyi akşamlar sayın dinleyenler! İnsandan Öte burası...

Bazen günün yorgunluğunu hissetmiyorum. Aklımdan seninle yaşadığımız o güzel zamanlar geçiyor. Sorma bir gülümseme tutuyor beni, alıp götürüyor geri... O zamandan kalan fotoğraflara bakıyorum. Yalnızlık kolay değil... Nasıl diyordu Turgut Uyar, "Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım. Tuttukça güçleniyorum, kalabalık oluyorum." Nerede ellerin, gelsen yeniden, kalabalık olsak ve çekip gitsek... Baksana yağmur yağıyor, gittiğin günde olduğu gibi. 

Bekliyorum ve sonra? Sonra değişmiyor... Yüreğinin yetemeyeceği şeyler istiyorum belkide. Biliyorum insanın kalbi kötü değil, yalnızca küçük, küçücük. İçine fazla bir şey almıyor. Bir de çıkartmışken yeniden ağırlaştırmak istemiyor. Yinede insan düşündükçe düşünüyor, beynini kemiriyor fikirler, olmuşlar, olanlar, olamayanlar, olacaklar, sen, vesaire. Geceleri uyutmuyorlar... İki muhabbetin belini kırabileceği senli zaman aralığı arıyorlar. Bir düşünmek seni, almış başıma gidiyor. Sonra? Sonra? Aklım hür, yüreğim gür, sevgim sonsuz, bir. 

Var ol!

26 Şubat 2018 Pazartesi

İnsan izlediği filmlere, dinlediği müziklere, gezdiği yerlere, yediklerine birde sevdiklerine dönüşüyor... Zamanla bunu da öğrendim.

İyi pazartesiler sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası...

Sıcakla soğuğu ayırt edemediğimiz zaman aralıklarından geçiyoruz. Yoğun bir iş temposu, kimileri için okul zamanı, kimisi uykusunda, kimisi çocuk; büyüyor ekran başında... Kışı henüz tam anlamıyla yaşamamışken baharın gelmesine şaşıran bedenlerimiz, başını çıkarttığında bugün dışarı Ankara dolaylarında "Nereye gitti o bahar havası" diye geçirmiştir içinden ya da küfür savurmuştur. Tabiata duyulan sevginin açısından durum böyledir.

Aslında her şey birazda kontrolsüzce olduğundan. Olmuştan yana mutlu, olandan hoşnut, olacak başıyla beraber. 

Öğle vakti yaklaşıyor. Birkaç seçeneğim vardı. Her şeyi bırakıp başka şehre kaçmak ya da yapılacak işlerimi listeleyip, akşam yaptığım planım; Giacomo Puccini tarafından yazılan dört perdelik, ilk perdesi 1 Şubat 1896 tarihinde, İtalya'nın Torino kentinde açılan ve devlet opera balesi tarafından günümüzde yeniden uyarlanan  "La Boheme" operasındaki koltuğuma oturmaktı. 

Yazıma bir süre ara verip bir duble kahve ve büyükçe bir sandviç hazırladım kendime.  On beş dakika sonra sonuncu seçenekte mutabık oldum, çok ağırdan yakarak sigaramı. Bir de çay demledim evden çıkana kadar geçen zaman aralığının uzunca bir vakit olduğuna güvenerek, tam tamına yarım demlik. Aslında erken çıkabilirdim evden. Biraz hava almak; soğuğa aldırış etmeden, birkaç kitap bakmak veya fakültedeki arkadaşlarla biraz vakit geçirmek için. Uzun zamandır uğramıyordum yanlarına... Kararımı henüz vermiş değilim. Plan listemde yeri yoktu ne de olsa bunların.

Neyse bir  bardak çay almaya gidiyorum, geri dönerim, bohemden uzak, mutlu kalın...

https://www.youtube.com/watch?v=nZvehG_Lgls "


21 Şubat 2018 Çarşamba

Yazmasaydım eğer çıldıracaktım!
İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası...

Bir şey söyle, kim susar bu şekilde. Savaş benimle, ağır gelsin sözlerin. Belki dirilirim yeniden. Bütün geceler, bir güneşin ağırlığına kadar yorgun geçerken. Yaşamak, sadece satırlarımda mümkün olan cümlelerde gelecek. Geri kalan ne varsa benimle değil! Bana ait değil! Ben susmayı beceremeyen biriyim, evet. Susmak bana göre değil. Yinede, sen sustukça tükenmeye başlıyorum. Tükenmek istemiyorum, susmak asla. Daha çok yazmak, parmaklarım kanarcasına yazmak, anlatmak istiyorum. Susturma beni, öyle özledim ki bana bir şeyler anlatmanı. Anlatırsan, anlatırsan geçer, anlatırsan daha büyür, anlatırsan daha yeşerir. Umut bulur, güç bulur kelimelerim, parmaklarımın arasından dökülürken yol bulur. Huzur olur, seni bulur, aşk olur, aşka meydan bile okur. Susma, sustuğun yerde buzulum ben. Sıcak bir nefesinle oysa suyum ben. Yeryüzünde ki çölleri bile deniz kılabilen.

Bu gece, bir soğuk, bir nefes sıcaklığına ait... Yoksun diye yok... Görmeden de seni, hayal kurmaya devam etmeli güneşin altında apaçık görünmeyenlerden de öte, çıkar gözetmeden sevebilmeli. Yok olup gideceğiz aksi halde. Var ol! Var olalım!

20 Şubat 2018 Salı

"İnsana değmeden yaşanmıyor, insanoğlu insansız bir hayat bulamadı." 
İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası!

Bir sabah hep birlikte insanca yaşamayı öğreneceğiz. Şairin dediği gibi, o gün ölmek yasak! Bazı vakitlerde insan yalnız bir dünya düşlüyor. Kötü insanların, kalbi kıranların, umudu çiğneyenlerin, dost görünenlerin, vesairelerin olmadığı, tek başına...

Çok yorgunum. Düşüncelerim bedensel yorgunluğumun tek sebebi. Bazen umut ikliminde ikilemde kalıyorum. Sevmek ya da sevilmek... Hayal ile gerçek arasında sıkıştım. Kimsesizim. Anlatacak onca şeyim olmasına rağmen, dile getirecek cesaretten öte gerçekten beni anlayabilecek biri olduğunu düşünmüyorum. Bol miktarda kahve tükettiğim gecelerde, okumak sıkıcı, yazmak sıkıcı, çalışmak sıkıcı, izlemek sıkıcı, beklemek sıkıcı. SIKICI olmayan şey ne diyorum kendi kendime. Bu durumu düzeltebileceğim bir sebep bulamıyorum yeryüzünde, çevremde, kendimde... 

Konu aynı, konular hep aynı
Yazık, çözülmüyor da
Bak biz bir zamanlar üzülmüştük, buralarda
Kalbimizi kanatan bir şehir artık bizim değil
Bu sesler trafiğin, nefesim kadar ağır
Ben taşıyorum kulaklarımda, o susuyor
Siyah sarılı torbada keskin ucuz şaraba
Bitmeyen durağan bir yolun ortasında hava kapkara
Geride ne acı bir kalp bırakmışız
Kırıp kırıp tadına bakınca, anlamışız

İyi akşamlar sayın dinleyenler, eğer böyle bir şey gerçekten mümkünse...

Dünyanın en felaket sözcüklerini sıralasak, "hiç" başı çeker. Manası bulunmayınca ne fenadır hiçlik. Yapılacak hiçbir şey, sevilecek hiç kimse, gidilecek hiçbir yer, vesaire. 

17 Şubat 2018 Cumartesi

Şiir olacak cümlelerde, son şairin elinde...
"Korkudan susar insanlar, halbuki sen garip Abdal 
Ruhundan kaçar insanlar, halbuki sen garip Hakan"
Günaydın sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası!

Bir gece, biraz soğuk, biraz ayaz ilerleyen saatlerde. Bir sebep, o doğar, güneş doğar, bir maraz tutar günü, çoğalır tükenen zaman, düşüncen düşlerinde bile anlam bulamaz. Nedir harcanan, güne doğmayan?

Yani demem o ki, uyku hali insanın, tek kişilik; ölüm gibi ve her insan ölecek yaştadır. Bir hikayeyi tekrar tekrar anlatmadan başka bir hikayeye dönüşebilmesi kötü. 

İnsanlık tarihinde gerçekten kazanan biri var mı? 

Size desem ki; bir şeyin terk etmesi ona değer vermekse, verilen değerin çokluğu ağır geldiğindendir, gidene... Oysa giden çoktan gitmiştir, ardına bakmadan. O an gökten yağmur damlası inse yüzüne, ağlamanı gizleyebilecek güçte... Bu iyidir.

Bir gece değdiğinde cana, bir güneş doğduğunda sabaha, ağır gelir. Göğe küser bahar, kışı getirir. Yine dalar aklım, son şairim yazan, olduğu gibi uzaktan uzağa öyle dünü. Yani seni. Bir gerçek, gerçek bir hatıradır kelimeleri büktüğüm...

Bir gün yolculuk sesi duyarsan yüreğinde aynı bilete yer ayıralım, savaş benimle, kaçarsan aşkım daha da büyür, yarım kalsa bile aklım. Dön bir bak, göz göze kalalım. Tıpkı o geceler gibi. 

Yokluğun susmaz, korkularını getirir, geçer ömür yahut böyle bir gözyaşı tenimde yalnızlık...





14 Şubat 2018 Çarşamba

"Aşkta her ders öğrendiklerini biraz daha unutmak içindir."
İyi akşamlar sayın dinleyenler! İnsandan Öte burası...

Tek başınadır aşk, meydanları dolduran kalabalık gibi. Konuşacak o kadar çok şey var ki! Şiirler soğuk yabancılara benzerken, kelimeler boğazında yutkunmaktan öteye geçmez. 

Ayın 14'ü, ya ilahi aşk, Aziz Vanlentinus kutsasın sizleri...

Böyle uzun, upuzun; böyle geniş, gepgeniş bir gecedeyim. Ucu bucağı olmayan yalnızlık. Yalnız; ne önümde, ne arkamda, ne sağımda ne de solumda izi var. Sanki yokmuşum gibi. Sessiz, suskun, yapayalnız. Radyonun sesini biraz daha açtım. J. Sebastian Bach - Air on the G String. Ruhumu dinginleştiren keman sesi, başımı arkaya doğru yasladım. Bir süre gözlerim kapalı, ahenkle dans edişini izledim kulaklarımda...

Sonra, gözlerimi açtığımda huzur, çırılçıplak yatıyordu karşımda. Masanın üzerinde ki kitaplara gözüm takıldı. Çok birikmişler, haber vermeden. Öylece kendime gelmem, sayfalarını yontmam için üst üste beklemekten başka bir şey yapmamışlar. Oysa hepsini nasıl bir merak, nasıl heyecanlı indirmiştim, kitabevinin rafından. Küsmüş olmalılar diye düşündüm. Küsmüş. Tozlarını üfledim, sımsıcak avuçlarımın arasına sardım, tekrar sıraya getirdim. Önceliğimi seçtim. Seçtim. Seçtim. Seçti... Seç...

Adını anıyorum diye kızma, elimde değil.

10 Şubat 2018 Cumartesi

Vücudunu keşfe çıkmayı isteyenlerle aynı kapsüldeyiz biz!
İyi akşamlar sayın dinleyenler! İnsandan Öte burası

Ve hızla kapıyı çarptım. Yağmur vardı. Sonra yoktu. Sonra Yağmur vardır. Uzunca bir süre yağdıktan sonra inceden azalıyor sonra yeniden yağıyordu. Kaldırdım başımı saçımı tarayan rüzgar, yanaklarımdan süzülen yağmur damlaları... Yağmur vardı. Rüzgar da vardı.

İyi olan tek şey hüznümü anlatan Evgeny Grinko bestesiydi. Bir de balığın yanına bol roka, közlenmiş mantar ve ufak rakı... Üşüyordum, daha doğrusu titriyordum. Yağmurun getirdiği onca güzel şey varken artık üşüyordum. İyi bir gün batımından beklenecek her şey vardı. Masadaki bardak garson tarafında çevrilmiş dolmaktayken, tüm o sıcak renkler, samimi konuşmalar, ayak seslerinin yükselişi, koşuşturmacalar, kutlamalar, hoşgeldinler, güle güleler, hafif bir esinti ve Müzeyyen Senar. Hiç güldürmedi, çünkü hiç biri benzemedi... 

Sana! 

Eski bir hikayeydi tam olarak, anlatmak istediğimde aslında, ayağımın altına yağmurdan ıslanan pabucumdan dökülen sular birikti. Sustum. Yarıdan biraz daha fazla bardağa rakı koyması gerekirdi.

Gerçekten öyleydi. İnanın.  

Üzerine konuşulamayan üzerine, içmek lazım…

9 Şubat 2018 Cuma

Aslında her şey birazda kontrolsüzce olduğunda bir iz bırakır insanın damağında...
İyi akşamlar sayın dinleyenler! İnsandan Öte burası...

Uzun zamandır bir şeyler yazmadığımı düşündü. Bazen cümleler başlar sonra biter, arası uzun bir boşluk... Uzuvlarımın yorgunluğundan dolayı yeterince vakit ayıramıyorum buraya. Hepsi kağıtlarda biriken on binlerce kelime mevcut, hazır, tutkulu ve hırslı bir şekilde bekliyor.

Gereğinden fazla bir şeyler anlatma çabası içinde bir araya gelen yüzlerce kelimeden oluşmuş paragraflar.

... Hayat bazen iyi bir zamanın sonu gelmeyen parçası kadar ağır, gerçekten ağır. Ritimsiz, geçekten ritimsiz ve bazen hiç olmak istemediğin bir şehirde sığınmak zorunda bırakacak kadar imkansız, şüpheli. Seni hatırlatan bir şehir belirtisi. Bir karşılaşma. Bellek kırılgan, geçen zamanla. Zaman tıpkı terk edilmiş bir ahşap kulübenin imgesi gibi, hayatından ilk sevginin yitişi gibi, sanki ilk şarabın tadını boğazında hissedip sevmemesi gibi, istemsiz bir acı, kekre, belliğin üzerine yüklenmiş zorlanma duygusu ve bir yudum daha arkasından, daha yumuşak, daha hoş, bellek daha kaygan, daha dağınık... Kırılganlık bitmiş, biten bir sertlik yüzüne vuran, sertleşmiş olanın inceliği...

Ve üşür insan, elindeki şarap şişesi o kadar uyumsuz ki, kimse fark edemez. Tıpkı dışından bakındığında şişenin içindeki acı, gerçek sıvının, tam renginin ne olduğunun fark edilmediği gibi. 

Bazen olur böyle... Geçen zamanın ve kurulan uzun cümlelerin kısaldığı bir dudak hareketinin yarattığı özlemin kokusunu çekerken, mırıldandığı insanın, belli belirsiz bir şarkı kadar hava dalgasının etkisiyle ısınmak için şişeyi diktiğinde kafasına, kırmızıya bulanmış dudaklarından inerken sıcaklık, daha net hisseder insan üşüdüğünü.

"Eğer bir adamın sevmesine müsaade etmezsen, bunun tek bir açıklaması vardır, çünkü bu onu öldürür."

Arka arkaya hızla şişenin dibine ulaşan yudumlar eşliğinde, başının döndüğünü hissettiğinde sert bir zemine oturursun. Sonra sıvılaşmış bir beden ve soğuk gece kadar yaşlı bir defterin, herhangi bir sayfasını, yazının berbatlığına aldırmadan doldurursun... İyi okunabilseydi şöyle yazılabilirdi;

Zaten, kim gerçekten bakabilmiş ki içine...

Çünkü ancak en masum olduğu anda vurabilirsin bir erkeği.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...