26 Ağustos 2017 Cumartesi

Her şey gitmek için zamanını ve sırasını bekliyordu

Gençlik parkına kıvrılan yolları geçtikten sonra, yıllardır birilerinin önce terk ettiği, sonra geldiği garın içine girdim. Epeydir fotoğraf çekmiyordum burada. Tren yolları hüzün kadar huzurdur. Yanımdaydı bu sefer makinem. Sabahın çok erken saatleriydi. Burada rahatlık verici bir tenhalık, uzayan demiryolları, peronlarda bir sessizlik vardı. Daha gelecek çok tren ve gidecek bir o kadar tren vardı. Hiç bir şey geldiği yerde kalmıyordu. Her şey gitmek için zamanını ve sırasını bekliyordu. 

Oldukça sakindi. Bir kişi yasak olmasına rağmen köşede sigarasını tüttürüyor, bir kaç görevli memur sakinlikten olduğu yerde yarı uykulu bekliyordu. Belki de yeni gar bölmesinin (daha modern bir topluma açılan, kayıp, her şeyin göz büyülediği bir yer) yapılması ve sabahın erken saatlerinde olması en çok bu sessizliği sağlayandı.  Pazar gününe uygun düşen bir sakinlik diye düşündüm. Cumartesiydi oysa. Saat 6.15. Avluda yitirdiğim Ankara'dan bir parça. Güzel anılar. Güzeldi anılar. Anılar hep güzeldir. Yinede…

Günler sadece güzel şeyleri taşıyıp getirmiyordu. Zaten mutluluk duyulan şeyler de, bir süre geçtikten sonra yerini yine o kıpırtısızlığa bırakıyordu. Kıpırtısızlık. Sessizlik, özlem, acı… İnsanı her yanını saran düşünceler.

Devam eden sadece çürümeydi. Ağır ağır, ağrılı bir çürüme. Sonrasında bir kokuşma. Kimsenin tanıyamadığı bir beden haline bürünen dek. Zaman geçtikçe, tecrübe kazandıkça insan ruhu denilen şey katılaşmaya başlar benden. Yeni doğan bebeğin yumuşaklığından bir iz kalmamıştır artık. Amaçsız neşe, hisleri en saf şekilde belli etme, doğal dürtülerini açıkça açığa vurma artık yoktur. Bunların yerini bu dürtüleri saklamak gerekliliği almıştır. İşte bu doğal dürtüler engellendikçe katılaşma ve yaşlılık başlar. Ölüm huzur diye düşünülebilir, sonunda bu da gerçekleşecektir.



Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...