6 Ağustos 2013 Salı

Pazar Güncesi

     Telefonum çalıyordu... Uzun zamandır görüşmediğim arkadaşımdı arayan. Pek birilerini aramayı sevmeyen birinin beni aramasına şaşırmıştım o an. Telefonu açtım ve Ankara olduğunu, görüşmek istediğini söyledi. Haliyle kabul etmemem için bir sebebim yoktu. Bir saat sonra buluşmak için sözleştik ve dediğim yeri bilmediği için onu Kızılay'da ki yeni yapılan alışveriş merkezinin önünden alacağıma dair anlaşıp kapatmıştım telefonu. Ne kadar da görüşmesek de sıklıkla her görüştüğümüzde kaldığımız yerden hayatımıza devam ediyor ve keyifli uzun sohbetler yapabiliryorduk onunla. Birbirimize karşı anlaşılmaz bir bağ vardı aramızda, henüz bizim bile ne olduğunu bilmediğimiz. Bu yüzden çoğu zaman seni ne bir arkadaş ne sevgili ne dost olarak görebiliyorum dediğini çok duymuşumdur dilinden. Sonuç olarak birbirini anlayan iki insan Hakan ve Meltem'dik sadece birbirimiz için.
     Bunları düşünürken zamanın büyük bir kısmını Karanfil Sokak, Konur Sokak, Selanik Sokak derken geçirmiştim. buluşma saatimize kısa bir süre olduğundan bu kez ben onu aramak için telefonun tuşlarına yönelttim parmaklarımı. Kısa süre geçmeden yanıtlamıştı telefonumu beş dakikaya orada olacağını şaka ile karışık beklemem gerektiğini söylemişti Meltem telefonu kapatırken. Biraz daha hızlı adımlarla en son bulunduğum Selanik Sokak'tan çıkıp Yüksel Caddesi ve Kızılay metrosunun içinden geçerek alışveriş merkezinin önünde ki çıkıştan çıktım. Biraz zamanla hatası yapmış olacaktım ki gözlerim kalabalığın içinde ya onu ayırt edemiyordu ya da henüz benim kadar hızlı olamamıştı halen.
     'Hakan. Hakan.' diye sesleniyordu Sıhhıye yönünden Atatürk Bulvarı boyunca hızlı adımlarla çıkarken. Sesinin geldiği yöne doğru bende onun hızlı adımlarına karşı daha yavaş adımlarla karşılık vererek yaklaşmıştım. Her zaman olduğu gibi değişmeyen şey o an yine olmuştu. İki insanın kavuşması ve aralarında geçen o uzun sarılma sahnesi. Özlemiştim... Özlemişti. yanlış hatırlamıyorsam en son şubat gibi görüşmüştük ve üzerinden geçen beş ay olmasına karşın kurduğu ilk cümle 'biraz kilomu verdin sen' diye olmuştu. Gülümsedim o an. Hoşuma gitmişti bu iltifatı. Saçlarının bu renginin ona yakıştığını söylemek büyük bir incelik olmuştu onun iltifatı üzerine. Onu gülümsetip mutlu etmemi sağlamıştı, biraz olsun dalgın görünen haline, iyi gelmişti.
     Yol boyu yazın başında yaşadığı olaylardan bahsedip kazandığı üniversitesinden söz etmişti. Yolumuz çokta uzun değildi Yüksel Caddesi ile Konuk Sokağın köşesinde kalan Turhan Kitapevi'nin olduğu binanın ikinci katında ki Ardıç Kitap ve Kültür Evine gidecektik. Daha önce gelmediğini zaten onu aldığımda fark etmiştim. Benimde aslında ara sıra yalnız kalıp bir şeyler yazmak kalemime biraz olsun daha sıkı sarılmak için geldiğim ve nadir bir başkasını getirdiğim aslında toplum içinde gayet bilinen benimse saklanabileceğim bana gizli gelen sakin ahşap sandalyeleri ile duvarlarda bir çok kitabın olduğu Yüksel Caddesinin o devrimci havasını ahşap penceresinden sızdırıp burnuma getiren yerdi.
     Oturmak için her zaman yerim olmasa da bir yanında ki çiçekli pencerenin önünde ki masaya oturduk. Yoldan geldiğini ve aç olduğunu söyleyerek çay sohbet işini on on beş dakika erteleyeceğini belirtmişti. Tavuklu kaşarlı gözleme ve soğuk bir limonata bense demli bir çay rica etmiştim. Çok geçmeden siparişlerimiz gelmişti ve Meltem hızla yemeğini büyük bir iştahla yeyip bir yandan da benim ağzımın içine de zorla gözlemesinden parçalar kopartarak sokuşturuyordu. Daha önce yememiştim ama tadı gerçekten güzeldi, Meltem çok fazla beğenmediğini söylese de. Farklı bir lezzet peynir ve tavuk.
    Levent'le neden kavga edip dostluğumuzun bittiğini sordu o an. Ağzında ki lokmayı yutarken. Sanki çok acelesi varmış gibi konunun. Yemeği bitmeden konuyu açtığına göre ya çok merak ediyor olmalıydı ya da yavaş yavaş açlığını gidermişti artık. Kavga etmediğimizi sadece ona insanlara çok çabuk güvendiği için gerçekleri göstermek için yıllanmış dostluğumuzu göze aldığımı söyledim. Yani o an 'Ateşi yakmayı göze alıyorsan eğer yanmayı da bileceksin' dedim. Sustu... Uzun bir sessizlik içinde gözlemesini yemeğe devam etmişti.
     Sessizliği yemeğinin bitmesi ve demli çayların söylenmesi bozmuştu. Sigara uzandım o an tam çıkartırken gözleri Meltem'in paketime takılmıştı. 'Sigarayı bıraktığını sanıyordum' dedim. Hiç bir şey söylemeden yavaşça çantasına uzandı ve her zaman ki gibi Marlboro Light sigarası ve pembe zipposunu paketten bir sigara alıp yaktıktan sonra masaya bıraktı. Gözlerine baktım ve aynı cümlemi yeniden tekrar ettim. Sessizlik o an 'ara sıra içiyorum' diye konuşmasıyla eski sohbetine yeniden dönmüştü. Sonunda Levent ile ilgili konuşmayacağımı anlamış olsa gerekti. Yeni bir erkek arkadaşı olduğu hayatında uzun zaman sonra yeniden mutluluğu ve birine değer verip sevdiğini anlatmaya başladı. Konu konuyu açıyor eski günler, hatıralar, biraz araya koyulan laf çabaları, siyaset, edebiyat, güncel olaylar derken uzayıp gitmişti. Sigara izmaritleri değişen küllükler sayesinde artmıyor, sanki hiç içilmemiş havası sunarken, biten paketler yenileriyle değişiyordu. Vakit epey olmuş ayrılma vakti gelmişti havanın iyice kararmasıyla. Sokağa daha iyi bakmak için başımı pencereye doğru çevirmiştim. Günlerden pazardı ve hayat olduğu gibi akıyordu...
   

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...