“Her şey buraya
kadarmış” dedi, siyah kareli gri ceketinden çıkardığı içki matarasından bir
yudum daha alırken, “yinede ben buradayım, dizlerime kadar bataklığa batmış bir
şekilde…” diye devam etti.
“İşte geliyor” diye
düşündüm. Bir başka bencil, geçmişte her şeyine kadar mükemmel olduğuyla ilgili
viskiyle ıslanmış eleştirileri olan adam.
“Ve biz diğer tüm
zavallı ruhların nasıl geç doğduklarını ya da alt sınıf rock barların bir
köşesinde esrar çekmeleri, biz hepimiz uğruna yaşanabilecek her şeyimizi kaybettik”
dedi. Ve işin en kötüsü, onunla aynı fikirdeydim.
“İşte geldik” diye
düşündüm…
“Dünyanın başka bir
yerindeyiz. Batı kültürünün biraz daha yoğunlaştığı sınırlardan birinde ve
hepimiz herhangi bir şey hissedebilmek için umutsuz bir haldeyiz. Günün sonunda
biri yaşadığım şeyleri bok etmeye aday, birbirimizi kolayca elde edebileceğimiz
herhangi bir şeyleri…”dedi.
“Biliyorum güzellikler
sonsuza kadar sürmez, ne yaparsak yapalım boka sarar” dedim.
“Bir şeyin kasvetli
olması, o şeyin gerçek olmamasını sağlamaz” dedi.
Yerinden yavaşça
doğruldu, yan cebinden tütünü çıkardı, kabini araladı, usulca kirli elleriyle
yuvarladığı çarşafı dudağına götürdü ve yaladı. “Ateşin var mı?” dedi. Sigarayı
çoktan bırakmış olduğumun farkında bile değildi. Oysa uzun bir süredir
tanışıyorduk ve birbirimizi çok iyi tanıdığımız kesindi. Cevap vermedim, başını
çevirdi koridora çıktı, kabinin kapısını kapatmadan…
Tren yeniden hareket
etmeye başlamıştı.