8 Haziran 2013 Cumartesi

Hayatın anlamını arayan insanlar
İnançsızların sonsuz düşünceleri
Aptallarla dolu şehirler yaratır

Aşk Bir Tutunmadır Nereye Gidersen Seninle Gelir Sessizce

     Yüzümde hüzün tanesi, günler geçiyor bir şekilde. Seher vakti üşüyorum, yalnızlığıma bir sigara sarıp yakıyorum, kendimi avutabiliyorum ya da avuttuğumu sanırıyorum. Başımı henüz doğmaya çalışan güneşe kaldırıyorum. Hadi gel diyorum, gelmezsen ne olur diyorum. Gelmezsen olmaz diyorum. Süslü cümleler kurmayı daha kolay başarıyorum. Sen gittikten sonra, ayrılık. Ayrılık işte! İnsana yapamayacağı şeyleri yaptırıyor. Bazen kendimi dünyanın en büyük yazarı sanıyorum, bazen de en büyük şairi seni her satırında kelimelerin seni betimleyen. Sadece ben değilim seni anlatan, şarkılarda var elbet güzel olan. Yoksa bir hayat o kadar uzakken sen, nasıl geçer yalnız. Yalnızlığım, bedenimi bir bıçak darbesi kadar sarsıyor. Yalnızlığımı dolduracak tek şeyin biliyorum sen olduğunu. Çoğu zaman bir rüyada bırakmışım gibi geliyor ayrılığı. Her gün yeniden uyandığımda boşluğunu hissediyorum ama. Kalkıyorum yataktan elime telefonumu alıyorum, eski mesajları okuyorum. Bana 'Günaydın canım' dediğin mesajları. Kendimi avutmanın yolunu nasılda bulmuşum öyle değil mi? Keşke, keşke diyorum sensiz geçen günlerde yaşadıklarımı da avutmanın yolunu bulabilseydim. Aynı dünyanın farklı noktalarında birbirimizden uzak yaşamanın en kötü yanını öğrendim. Yanına gelememek değil üzen. Güldüğünü görüyorum resimlerde. Bu aslında gelmemem için en güzel sebep yanına. Zaten, senin hayatına gelirken, en çok istediğim senin gülmen iken. Neden şimdi öyle senden habersiz rotamı denizlere çevirip karaları yarıp gelmem. Gelip seni üzmeye değer mi? Değmez öyle, değmez...
     Bu sabah sana bırakılan bir yazıyı okudum. Gerçekten öyle derin duygularla yazılmış ki yaşanılamayan bir sevgi. Seni sevdiğini anlatmış genç adam, krizantem çiçeği. Bıkmadan yorulmadan onca zaman. Dedim kendi kendime seni sevmek yakışır herkese. Sonra gülmeye başladım. Ben sevildim de senin içinde... Halen seviliyor muyum bilseydim keşke. Eskiye dair ne varsa oradan öğreniyorum bu sorunun cevabını hala...
     Hayatımdayken, uzun bir zaman bile geçmemişken, yazdığın bir mesaj hala telefonumda yer ediyorken, açıp okudum. Evet okudum! Dün gece... Sonra gözlerim doldu, özür dilerim, ağlamama kıyamazsın öyle derdin. Ağlamadım, ağlayamadım. Sen sevmezsin diye, sen duyarsın, sen hissedersin diye ağlayamadım. Uyumaya bir daha uyanmamak için uyumaya karar verdim. Kapattım gözlerimi gecede. Sabah. Uyandığımda aklıma ne geldi biliyor musun? Hani o kadar zaman uyumayıp seninle konuşmak için uykusuz kaldığım, uykusuz kalmanın gerçekten mutlu ettiği, yorgunluğun ne olduğunu bilmediğim anlarım düştü. Güç veriyordun demek ki varlığınla. Anladım sonradan. Sormadın biliyorum, sorar mısın onuda bilmiyorum ama. Senden sonra gücüm kalmadı, kazansam da en büyük zaferi bir kral gibi en küçük ordumla. Mutlu edemedi senin gibi. Tekrar tuşuna basılmış bir teyp gibi hüznü her gün yeniden dinliyorum, damarlarımdan kalbime akan. Hele bir de seni tanıyan insanları gördükçe daha bir kahroluyorum. Benden önce seninle tanışanları. Hayat bu mu ya! Bir bakıyorsun kaderinin en kötü gittiği anlarda, karşında bir melek gülümsüyor, gizlice seni gözlerinin içinde görüyor ve gördükleriyle gerçeği buluyor. Sonra buyur ediyor hayallerini süslemen için bir bakıyorsun hayal hiç gerçek olmamış gibi. Anılarını, beraber el ele gezdiğin sokaklarda, öpüştüğün yollarda ve seni seviyorum dediğin duraklarda arıyorsun tek başına. Yine de sanki inat edercesine gülümsüyorsun, en güzel anlarda yaşandı o giderken bile. Boğazında düğümlenen ayrılık kelimesi geliyor aklına. Bedenin sarsıntı geçiriyor. Titriyorsun, bir kez daha yaşıyorsun o cümleleri beyninin her yerinde. Kalbin sızlıyor, kaçamıyorsun. Nefesin daralıyor, bitti diyorsun. Görüntüler hızlıca kayboluyor, şehir gizemli halini bozuyor ve gerçek haline dönüyor. Gürültüler sokakta artıyor. Boka batmış hayatını kurtarman için yalvarıyor aklın. Kendine gelmek için kendinle mücadele ediyorsun. Yine seni düşünüyor ve soğumaya çalışlıyorsun, senin başarabildiğin gibi, ısınan bedenini. Bunalıyorsun gitgide. Hüzne karışıp dönüyorsun evine. Uyumak uyumak için. Uyamak ve unutmak için. Henüz gece olmadan hemde. Yürümeye başlıyorsun, telefonu çıkartıp yazmak istiyorsun. Anlatmak nafile, rehberde bulmak zor değilken, gözünü bir arkadaşının numarasına çeviriyorsun. Seni aramaktan kaçıyorsun yine. Yabancı bir vücut ne kadar teselli eder bilmeden, sanki daha üç beş dakika önce yıkılmış olan halini belli etmeden, konuşmaya başlıyorsun rastgele çevirdiğin numara ile. Buluşmak istiyorsun, onu özlediğini söyleyerek hafifçe. Yalanların, kendini kandırman daha bir büyüyor içinde. O an yapabileceğin tek şey bu olmasa yapmazdın belkide. Yine karşıda ki ses seni kırmadan geliyor yanına hızlıca, çünkü sesin ele veriyor kalbinde ki acıyı ne kadar yalan söylesen de. Kaldığın yerden devam ediyorsun hayatına dosttunla bir iki bira içerken sahte gülümsemelerle.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...