13 Ağustos 2017 Pazar

İnsan Öldürür

Neden mi çok yazmaya başladım? Neden mi sen varken bu kadar yazmıyordum? Yazıyordum... Sadece yazdıklarımı sen görmüyordun. Haşere çocuklar gibi gizlediklerimi arasan da gözünün önüne koyduğum şeylere bakmadığını fark ettiğim günden beri saklamıyordum hiç birini. Sen hep aklından geçen yerlerin, aklından geçen düşüncelerin içinde dönüp durdukça, gözünün önünde olanları kaçırdın hepsi bu.

Neden okumak istediğinde göstermediğime gelince yazdıklarımı, onca zaman içinde... "Hani uzun ve soğuk gecen kış ayları vardır; bir karanlık dolar insanın içine, artık sıkılır soğuktan, üşümekten, ellerini cebine koysan bir dert koymasan, ne yapacağını bilemezsin ya. Sonra hani alışır o zamanlara, bir sabah birdenbire, bir sabah, deli dolu bir bahar gününü görmek şaşırtır ya insanı. Hem sevindirir hemde ne yapacağını bilemez." İşte bu yüzden istemedim yazdıklarımı okumanı...

Artık okuyorsun. Hiç merakta bırakmayacağım seni, beni aramasanda, beni hissetmesende, kumlu, çakıllı kıyı boyunca denizin hışırtısının içinde. Aklına gelmeyecek olsam da gün batımlarında, başını yastığa koyduğunda yazdıklarımı okuyacaksın... Belki bir süre. Olsun ben hep yazmaya devam edeceğim ve bildik bir söz bekleyeceğim, eskiden kalma... Yinede ben...   

Ben... Evet! Ben, bir gün canımı acıtan kelimeleri senden duyacağımı bilseydim. Belkide sana karşı bu kadar sade, sevgi dolu, çocuksu, içten, samimi, iyi niyetli ve yalansız olmazdım. Yine yalan söylemeyeyim seni severken ben hep böyleyim. Bu halimden vazgeçmeyeceğim, diplerim de cümleler saklamayacağım. Fakat bu kez ağır gelecek bu kez yazdıklarım sana. Çünkü, aç karnına bile tartıda epeyce haneyle yer eden sözleri yazıyorum bu kez sana. Kusura bakma, kibarlık bana göre mi?

Neyse... Diyeceğim şu ki,

Sen... Evet! Sen, haklı olduğun cümlelerle boğuşurken, sana yetemeyeceğim düşüncesi aklını her geçen gün çelerken... Evet! Ben, ben buymuşum meğer. Eski bir kafa, yaşlı bir beden, korkak bir akıl, günü geçmiş ufak ekose gömleklerim, kendine ait olmayan eşyalardan oluşmuş aşırı kalabalık bir yaşam alanım. "s" harfini hayatım boyunca düzeltemeyecek çocukluğum, zaman zaman aşırı Anadolu şivesine kayan kelimelerim... Evet! Bunlar benim. Ben, insanların özenle hazırladığı, pahalı bulduğum yerleri lükse vurarak, beğenmemezlik yapan. Demek ki alışmış olduğum bataklığın esaretinden kurtulamamışım. Belli ki rakımın yanında, ahtapot salatası, kalamar, topik, avakadolu karides, zeytinyağlı fava, tatlı niko yemeyeceğim ama rakımın yanında haydari, şakşuka, peynir, kavun ve taratordan vazgeçmeyeceğim.

İsmini saydığım diğer mezeler de ne? Aristokrat konuşmalar, edebi kelimeler, çok kültürlü olmak bana ait şeyler değilken, ben yazmayı da bırakmalıyım bence. Basit bir adamım ben çünkü. Konuşmayı beceremeyen, giyinmeyi bilmeyen, anın tadını çıkartamayan, her şeye laf eden, olur olmadık konularda direten. Patavatsız, ahlaksız, saygısız, anlayışsız... Ben buyum...

Ben yolları yalnızlığıma katıp devam etmeliyim sadece. Yolları, ıslak bir günden, soğuk bir geceye ayaklarımla eskitmeye devam etmeliyim. Eksik kalan bütün o yollarında çıkmaz sokağını, ters yönünü öğrenmeliyim. Birde korkularım. Korkularımı yenmeliyim... Kaybetmekten korktum, kaybettim. Sevmekten korktum, sevdim. Bu kadar gerçek korkularımı yenmişken, geride kalan zamanda ne kadar bedel bıraktıysam, yarınlarıma da o kadar sevdalı gitmeliyim. Artık yeni şeyler öğrenme vakti. Yazmayı, yüzmeyi, giyinmeyi, konuşmayı, yemeği, savaşmayı öğrenme vakti...

Son kez batsın güneş, hep hatalı olduğumu, bana verilmeyen şansları ve yalnızlığımı içine katıp, yeni doğan günle yeniden başlama vakti. Teşekkür ederim. Sana hep teşekkür edeceğim. Seni hep seveceğim. Sevdiğim için bazen çok sert sözler söyleyeceğim, çok ağlayacağım ama demişler ya sadece insan öldürür sevdiğini.

    

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...