Dün gece masumiyeti
gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu
bünyem. “İyi değilim” diyordum
sürekli, beni teselli etmeye çalışıyorlardı, beceremediklerinin farkında olmadan.
Sanki yaşadığım otuz beş yıl bana tamamen yalan söylüyordu. Duvarlar,
pencereler, ışıklar color correction'a maruz kalmış gibi belirgin bir sahtelik
içeriyordu. Hava serin, yağmur hafif hafif atıştırıyordu. Nabzımın dakikada kaç
attığı umurumda değildi. Tek istediğim daha münzevi bir gerçeklik. Kafamın
içinde uçuşan sineklerin vızıltısı ve bıraktıkları larvaların kozasından
çıkması, zaman belirsizliği, karanlık…
Yastığa kaç defa başımı
uyumak için koyduğumu ve yataktan sıyrılma çabamın derinliğini hatırlamıyorum. Baş
ağrımı dindirecek hiçbir kimyasal vücuduma etki etmiyor aksine midemi
bulandırıyordu. Kusamamamın verdiği rahatsızlık, her öğürdüğümde gelen
rahatlama, ruhumla kemiğimi binlerce defa ayırıp birleştiren bir his, deliliğin
tinsel boyutunu yaşama zevki, bir yandan boyutsal kimliğimi açığa çıkarma arzum,
hırçın bir kavgaya tutuştuğu sırada bir ses duydum;
“Bir türlü kâbustan uyanamadın. Gerçek dünyayı istemediğimiz için bu
kafayı yaşıyoruz bırak kendini kısa bir süre de olsa burada yaşa. Var olmanın
ağırlığını sırtlanmaya cesaret edenlerin sayısı hayli az olsa da, ağırlığı
altında ezilmeden, içinde bulunduğun dünyayı anlamaya çalışma. Bu kendine yeni,
küçük ve umutsuz bir labirent yaratma durumudur. En azından ne istediğinin
kesinliği var, bırak artık kendini, geçecek ne de olsa bu yaşadıkların. Sessizce
çığlık atabiliyorsun, rahatsız etmeden, istediğin evren ayaklarının altında,
bırak kendini, olan oluyor, kanındaki arzuyu rahat bırak, yoksa acı çekmeye
devam edeceksin.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder