Çoğu
zaman olduğu kadar yalnızdım, belki günlerdir hiç kimseyle konuşmuyorum.
Yürürken yağmurun sessini artırmasından dolayı gözüme kestirdiğim ilk yerden
birinden içeri girdim. En köşede, sol tarafım duvara yakın oturdum. Garson kız
gelip sordu;
“Kahve
içmek ister misiniz?” dedi.
Gözlerini
içine baktım, teklifini kafamın içinde değerlendirerek.
“Sadece
bir öneride bulunmak istemiştim” dedi cevabımı beklemeden, sorduğu sorunun
tereddüdü içinde.
“Elbette,
olabilir” dedim.
“Sade ve
şekersiz”
Çok
geçmeden elinde bir fincan kahveyle döndü. Titreyen elleri, fincanın ses
çıkartmasına neden oluyordu.
“Ayılmanız
için gerçekten doğru tercihi yaptınız. Karıştığım için fikrinize özür dilerim”
dedi.
Sarhoş
olduğum fikrine nereden kapıldığını bilmiyordum. Elbette içmeden sarhoş olmak
kolay değildir. Günlerdir uykusuzluk ve üstüne gelen yalnızlık saatlerimin
artması, en çokta beni dinleyen tek insanla konuşamamam beni sarhoş etmişti.
İki gecedir aynı duvara bakıp, odamda ki boş su şişeleri, ara ara ışığı yanan
telefonum ve dolmuş olan kül tablasından başka hiçbir şeyle gözgöze
gelmiyordum. Küçük bir tebessümle garson kıza baktım.
“Teşekkür
ederim” dedim.
Kahvem
epey sıcaktı. Buharı yüzümü ısıtıyor, hafiften ıslatıyordu. Yudumlamaya devam
ettim. Birkaç yudumdan sonra, garson kız yeniden yanıma yaklaştı.
“ilk defa
görüyorum sizi burada. Buralarda yabancı gibisiniz, genelde gelen müşterilerimiz
sabittir ve iyi giyimli insanlardan oluşmaktadır. Yanlış anlamayın giyiminizde
kötü bir vaziyet yok, sadece takım elbiseli insanlarla dolu içerisi
görüyorsunuz ya. Altı aydır burada çalışmama rağmen ilk kez sizin gibi
birisiyle karşılaşıyorum” dedi.
Etrafıma
bakındım. Doğru söylüyordu. Girerken böyle bir yer olduğunun farkında değildim.
Farkında olmamda bir şey değiştirmezdi aslında, insanlık kıyafetin altında nede
olsa diye düşündüm. Garson kız ilk geldiğinde siparişim için takındığım
gülümsememle dönüp, gözlerinin içine baktım ve bir süre mimikleriyle beni
incelemesini izledim.
“Özür
dilerim” dedi.
Sorusunu
anlamamış olacağım düşüncesiyle yineledi daha önce kurduğundan biraz devrik bir
halde cümlesini kurarak. Kahvemden büyük bir yudum alıp, gözlerimi yüzünden
çekerken gülümsememi kaybetmiş bir vaziyette,
“Özür
dileme, bundan hiç hoşlanmam. Hata yaptığını düşünüyorsan özür dilemelisin ve
senin bir hata yaptığını düşünmüyorum” dedim.
Usulca
başımı camdan dışarıya yönelttim, dışarıda yağan yağmurun görüntüsünü izlemeye
koyuldum.
“Bir
kahve daha” dedi.
Kahvemin bittiğin farkında değildim. Bir tane daha isteyip, bir süre beni rahat bırakmasını ve çok konuştuğunu söyledim. Alınmış olmalıydı böyle söylememe, gözlerinin dolduğunu tahmin edebiliyordum, ona bakarak konuşmasam da. Beş dakika sonra farklı bir garson çocuk kahvemi masama bıraktı ve gözlerinin içinde arkadaşını kırmış olduğumu bildiğini anlamam için yeterince kırmızılık vardı, kin kusuyordu. Hiçbir şey söylemedim. Bir kadını üzmek konusunda çok kötüyüm aslında. Buna önceleri olsa dayanamazdım. Beni kıran kadınların sayısının arttığını düşününce, yaptığımın aslında çok basit bir şey olduğunu anladım. Amacım bir kadının beni ilgi odağı haline getirmesini istemememdi. Yapabileceğim en iyi şey kendimi üzgün hissetmek. Bunu gerçekten çok iyi başarabiliyorum. Evde, kafede, parkta, alışveriş merkezinde, müzede, tiyatroda, sinemada, konser alanında, garda, hava alanında, sokakta, otobüs durağında, barda, tıklım tıklım kalabalığın içinde. Sonra bunun üzerine bir gün ‘insanların kalbini kırabilmeyi başarabiliyorum’ dedim. Hayatım böyle iyi mi? Hayır. İdare edebiliyor muyum? Evet. Aylarımı bu düşünce ile tükettim. Kendimi başarısız bir insan olarak nitelendirmekten utanç duymuyorum. İnsan iyi biliyor hangi duygunun yalancı, hangi duygunun gerçek olduğunu. Ne diye saklıyor bilmiyorum. Sanırım insan; herkesi kandırıp ikna edebiliyor da, konu kendisi olunca dilsiz, sağır ve anlamsız kalıyor.
Kahvemin bittiğin farkında değildim. Bir tane daha isteyip, bir süre beni rahat bırakmasını ve çok konuştuğunu söyledim. Alınmış olmalıydı böyle söylememe, gözlerinin dolduğunu tahmin edebiliyordum, ona bakarak konuşmasam da. Beş dakika sonra farklı bir garson çocuk kahvemi masama bıraktı ve gözlerinin içinde arkadaşını kırmış olduğumu bildiğini anlamam için yeterince kırmızılık vardı, kin kusuyordu. Hiçbir şey söylemedim. Bir kadını üzmek konusunda çok kötüyüm aslında. Buna önceleri olsa dayanamazdım. Beni kıran kadınların sayısının arttığını düşününce, yaptığımın aslında çok basit bir şey olduğunu anladım. Amacım bir kadının beni ilgi odağı haline getirmesini istemememdi. Yapabileceğim en iyi şey kendimi üzgün hissetmek. Bunu gerçekten çok iyi başarabiliyorum. Evde, kafede, parkta, alışveriş merkezinde, müzede, tiyatroda, sinemada, konser alanında, garda, hava alanında, sokakta, otobüs durağında, barda, tıklım tıklım kalabalığın içinde. Sonra bunun üzerine bir gün ‘insanların kalbini kırabilmeyi başarabiliyorum’ dedim. Hayatım böyle iyi mi? Hayır. İdare edebiliyor muyum? Evet. Aylarımı bu düşünce ile tükettim. Kendimi başarısız bir insan olarak nitelendirmekten utanç duymuyorum. İnsan iyi biliyor hangi duygunun yalancı, hangi duygunun gerçek olduğunu. Ne diye saklıyor bilmiyorum. Sanırım insan; herkesi kandırıp ikna edebiliyor da, konu kendisi olunca dilsiz, sağır ve anlamsız kalıyor.