29 Mart 2018 Perşembe

Soğuktu, gerçekten çok soğuk. Sigarasını yakıp, hayli sert bir şekilde zipposunu kapatmıştı. Oldukça yüksek bir apartman dairesinin son katının balkonunda sigara dumanı oldukça hızlı dağılıyordu ve bulunduğu konumu bin yıl korusa, saati apartmanın en alt katındaki birinin saatine oranla saniyenin elli milyonda biri kadar ilerde olurdu. 

Yaşadıklarından öğrendiği hiçbir şey yoktu. Romanlarda anlatılanların, filmlerdeki öpüşme sahnelerinin gerçek olmadığını biliyordu. En çok güvendiği babanesinin anlattığı öyküler ve apartmanın önündeki otobüs durağına hiç gelmeyen otobüslerdi. Başkalarının seviştiği gece yarılarına uzattığı kulağı, soğuk duvara dayayıp, gıcırdayan yatak yaylarına kulak kabartması en çok yaptığı şeydi... Komik buluyordu belli ki! Birde  apartman önünde çekirdek kola ikilisinden vazgeçmeyen çocukları izlemek, tatlı bir gülümseme dökerdi yüzüne.

Hiç yüksek sesle konuşanları alçak sesle dinlememişti. Anlata anlata yalama olmuş anıları vardı. Başka hatıraların arasına karışıp ve hiç yaşanmamış olduğu halde bambaşka hallere dönmüş, keyifle anlattığı anıları, en çekicisi, en güzeli, en eğlencelisiydi... 

Kahve koydu kendine, gecenin ilerleyen saatlerinde içmesi bir alışkanlıktı sadece. Gitmek istemediği şehri izledi yine, gözleri kapalı sülietlerin içinde, kuruyan rüyalarının ilerisinde. Sonra bir kaplumbağanın kalbinin söküldüğünde bir saat daha atacağı geldi aklına. Gülümsedi... Bir derenin elli yıl sonra taşması, bir telefonun yüz yılardır çalması... Neyi değiştirebilirdi?

28 Mart 2018 Çarşamba

Her şeyin birbirine yaklaştığı, akıp giden zaman aralığında, kısa kısa kelimeler, uzun uzun cümleler kurmak istiyordu. Hava oldukça güzeldi. Aslında soğuk olan fakat güneşin parlaklığı nedeniyle sıcak bir gün muamelesi yapılan, yıllar öncesinde hüzünlü, yağmurlu bir günü hatırlatan bir tarihti oysa bugün... 

"Hoşçakal" ya da "Hoşgeldin" diyebildiği bir gündü bugün... Zaman kalıcı hafıza yarattığından beri tuttuğu takvimde, belki milyon yılda bir gelecek tesadüfün ortasında, tek anlam, tek başına kalakalmıştı. İki sözcüğün aynı güne denk geldiği bugün, iki sözcüğün yıllar sonra kesiştiği gün, tek bir nokta sağlardı doğru denklemini.

Emindi farkında değildi...

Farkında olmakla, olmamak arasında kalan iki kişiden, biriydi. İçi içine sığmaz, içinde içi pır pır dışına vurmuş mutlulukta...

Saçları zifiri gecede, boynuna dökülen kadın... Gözleri çimen yeşili adam. Sözler suskun şimdi, küçük bir kuruyemiş  tabağı yarenlik etmekte, bir bira daha, sigara paketinin yanına çekilmiş. Güzel anıları hatırlatan sıvı, dol, sar, dolaş kanına... Zamansız öldürülmüş bir ejderhanın kanı gibi hızla köpürüp yüksel. Yakıcı, yalnızlık kadar, bunca zamana dayanan, yakıcı, gözlerindeyse yaşlı bir ruhun renginin aydınlığı vardı. 

hoşgeldin diyebilmek adına...

" https://www.youtube.com/watch?v=b4K5od-uZEY "
Öyle ki,
gün ışığının hızla solduğu kış ortası günlerden biriydi, belki de dündü... Sokak gün ışığının sönükleşmesiyle yarışırcasına, tel örgünün arasından sızan ışık yüzünü ters dönmüş insanların sırtını aydınlatıyordu son kez. İçinde garip bir şey hissetti, ama sebebi etrafındaki huysuz ve çıkarcı çoğulluğun sahte telaşları ve tartışmasıydı. Elinde olmadan oturmuş, elindeki çayından bir yudum daha almıştı ve tüm görüş alanını kaplayan bir güzellikle karşısında yavaşça dikiliyordu.

Sonra,
çay içer misin dedi?

İçti, içtiler... Çoğulluğun kararsız dünyasına bu kez beraber daldılar. Uzun, uğultu sessiz... Gözleri tepeden tırnağa nezaket, tepeden tırnağa cesaret, tepeden tırnağa zarafet, tepeden tırnağa güzel duran kadına odaklanmış, kadın gülümsüyordu, gülümsüyordu sanki gözlerinde. Sanki çoğulluk yerini gizli bir anlaşmaya, gizli bir söyleşiye, gizli bir an'a bırakmışçasına, yalnız ve huzurlulardı, çoğunluğunun sesinin artan, sesin artık kalan zaman aralığında.

Epey sonra,
kalktılar, ayrı yöne ayrılan adımlarının, sözleşmişcesine, herkese inat buluşacağını bilerek, bir yerde...

M.
haklısınız her şey çok güzeldi, her şey ayrı yazılır, 
   sizde güzel insanlarsınız... 

 " https://www.youtube.com/watch?v=c5hmnvH6_j8 "

27 Mart 2018 Salı

Herşey yıllardır olduğu gibi. Gece geç saatlere kadar oturuyor, kitap okuyor, çokça sigara içiyor, arada bir kahvesini yeniliyor, sehpahada eski kahve fincanları arasında duran çukulatadan ufak bir parça koparıyor, kitaplığın arkasında gizlenmiş acil zaman şişesinden az vodka ekliyordu kahvesine... Tek fark uzanmak yerine battaniyesi üzerinde, koltukta oturuyor olmasıydı. Biraz yerinden kaydı, ayaklarını sehpanın ucuna aldığı kadar yerleştirdi, biraz daha kaydı yerinden, sonra biraz daha bu esnada uyuya kaldı.

Herşey ters görünüyordu, mavi bile. Bütün herşeylerin bitişik yazıldığını fark etmesi uzun zaman almadı. Hava -belki buna inanmayacaksınız ama- yitirilmiş sevgilinin, yıllar önce yine eski, sakin soğuk bir günde ilk kez tanıdığı gün, üzerindeki kazağı ile karşısına çıkması gibiydi.

Yerinden sıçradı. Sanırım bir kaç fincanda onunla birlikte sıçradı. Göğüs kafesinin genişlediğini hissetti. Kalp atışları ve nefes aralığı çok hızlı değişiyordu. Kulağına Yavuz Çetin'in "Benimle Uçmak İster misin?" parçası vurdu. Başını pencereye doğru kaldırdı. Sokak lambaları henüz sönmemişti, henüz sönmemişti çünkü sabah olmasına henüz iki saat kadar vardı -yine inanmayacaksınız ama- özlemişti. Özlediği ne varsa kendisini özlemediğini düşünerek, aklının her noktasını saran zararsız özlem düşüncesinin yer çekimine katkı yapıp ağırlığını artırması gerçekti.

Tek istediği biraz daha fazla görmek, el ele yürüyebilmekti yeniden...

hiçbir şey olmadığında olan binlerce şey adına...

" https://www.youtube.com/watch?v=bG4xZJiO8OE "  


22 Mart 2018 Perşembe

Öpersem Geçer Belki


Eriyorken altından teninde ince kolyen
Öpmek için seni sudan bahanelerle
Gıdım gıdım inceden yaklaştırırsın
Gözlerin bırakırken yerini o derin yağmurlara
Gidersin bilmem daha kaçın kez
Geçiyorken gece sanki saçlarındaki renk
Belli ki takas etmiş yıldızlarla kendini, pırıltılı
Öpsem geçer baş ağrın uzan, anlat sen kimsin
Senden bahsettiğim kitabın on dokuzuncu sayfasında
Öyle ya beni öpmeye niyet eden dudakların ne fena
Ne fena duruyorum toprak üstü dünya sıra

17 Mart 2018 Cumartesi

Sonbahar Umutları


Bir yaprağın ucunda

Bazen yeşerip bazen solan

Sonbahar ile uçuşan

Yükselen, yükselen

Sonsuza kadar, sonra durulan,

Sıkılan,

Bunalan,

Akıtan tüm zehrini…

Çürüyen

Yavaşça çürüyen…

Azalan umutlarım,

Yorgun ruhum,

Haykıran sessiz çığlıklarım

Yarına çıkar mı?

Bilinmez!

Sussurrò Di Notte


Gecenin sessizliği çok şey anlatır

Yüreğine hasret kaldığım

Yıldızlar göz kırparken

O masum gülüşlerine

Güneşin hiç doğmayacağını düşünmek

Niye?

Elbette kasvetli gece

Dönecek, dönecek güne

Umutlar yeşerecek

Sadece biraz sebat eyle

Sonra;

Gün de gece de seninle

Geceye fısılda yine

Bello


Hayallerle yaşanmışlıklar arasında

Geçen her yıl uçurum derinleşirken

Hayaller umutsuzluğa

Yaşanmışlıklar yaşlandırmaya

yol almış

Alnımızdaki çizgiler değil miydi sanki

Uçurumdan atladıkça çentikleri artan

O çizgiler şimdi;

Üç noktadan önce son kez çoğalan

Kalp ritimlerimiz

Özledim seni diyebilmek için çırpınan

Bir bardak çay, biraz sohbet için beklenen an

Zaman; senin güzelliğini koruyan



Deryalara Gidelim Çocuk!

Buzulların varlığına uzak bir coğrafyanın, orta yerinde bir ülkenin, kalabalık bir şehrinin, en kalabalık yerinde, en yalnız haliyle oturuyordu adam. Az önce okuduğu kitabın sayfasından başını kaldırmış göz göze gelmiştik kısa bir süre. Sakin birine benziyordu. Sakin fakat yorgun. Yorgunluğu gece ile gündüz arasına sıkışmış gibiydi. Gülümsedim. Buna tepki vermesini istemedim. Zaten tepki vermemişti de. Başını tekrardan kitabına eğdi. Hafifçe parmağının ucunu, ıslatarak dudaklarının arasında, bir sayfa daha ilerisine odaklandı. Oldukça yavaş geçiyordu sayfaları. Uzun uzun kelimeleri süzüyordu gözleri. Cümlelerin ağırlığına yenik düşmüş değildi. Cümlelerde belli ki kendince çıkarımlar yapıyor. Kafasında kurguluyor. Hazmediyor. Altını çiziyordu... Sonra aklıma bir şiir kazınıverdi istemsizce. Çantamdan defterimi çıkardım. Yazmalıydım. Yazmaya gerçekten ihtiyacım vardı;


Bir de

Mavi gökyüzünün yansıması

Deryalara gidelim çocuk!

Çok bunalttı beni

Bu kasvetli topraklar

Çok

12 Mart 2018 Pazartesi

Bu kadar uzakken seni, sen umursamazsın?

Yaşayamadıklarıma mahkum ettin beni

Seni öptükten sonra en güzel şiiri ben yazdım. İçime attıkça büyüyen, sonra da ağlamayı öğreten o ilk şiir, parmak uçlarımdan dökülen mürekkepte... Kan kızılı, kan kırmızı... Sen benim deli çağım, aklı yarım, şiire merakım, şarkılarda, meyhane masasında ilk ağlayışım, boğazımı düğüm eden, yakıp geçen, yakınken uzaklığın, uzakken yakınlığın, yani varlığın, yani sen, sen vardın...

İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan öte burası!

Özlemek, öyle bir şey var ki; boğazım düğüm düğüm. Yüreğim acıya acıya birini seviyorum. Öyle güzel biri... Her seferinde hayran olduğum, hayran olduğumu bilmeyen biri. En zoru da gidişini sürekli düşlemek. Gitmişti yani. Ben ona hazırlıksız yakalandım. O bana? İçim içimden gidiyor, içim kıtalar geçiyor, okyanuslar aşıyor, özlüyorum. 

Yalnızlık; yok olma, kaybolma benden sevgilim. Benimle misin? İliklerimde esiyorsun, işleyerek fısıltını... İşleyerek soğukluğunu her uzvuma... Yaşayamadıklarımıza mahkum edip suskun, gerçekten yaşadın mı sen? Ama sustun, bir şey var, sen, sensizlik, sessizlik ve ben...

7 Mart 2018 Çarşamba

Yıprandıysa eğer bir parça içinde bulunan zaman dilimi yelkovanı yak, akrebi s.keyim!

İyi günler sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası.

Ben seni çok özlüyorum.

Ben seni çok özlerken, 

Herkes el birliği yapmış bu kentte, herkes ağız birliği yapmış gibi, ölmemi bekliyorlarcasına konuşuyorlar... Şehirlerarası otobüs firmaları, havalanı, bu kentin sokakları, bu galaksinin yıldızları ve tanrının onca insanı. 

Ağzımdan burnumdan yalnızlık akıyor geceleri ve seni özlerken ben. İyisi mi, çık gel, benim elimi tut. Benim elimi tut ki bu şehrin tüm sokaklarında, tüm parklarında, akşamlarında... Benim elimi tut Kızılay'da çıkan bir yangının ortasında... Sıcak. 

Ve beni öp, gece yarısı işlenmiş bir günahın tam ortasında.


5 Mart 2018 Pazartesi

Bu akşam dinlenin, dinleyin... Belki bir kadeh bir şeyler içebilirsiniz. Sırtınızı sert bir yere dayayın, biraz müzik iyi gelebilir... Yudumlarken kadehinizi, kapayın gözlerinizi ve bütün yaşamınızı gözünüzün önüne getirin. Acısıyla, tatlısıyla...
Biz büyüdük, kirlendi dünya!

İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası...





İyi akşamlar...

4 Mart 2018 Pazar

Bugün kendimi öldürdüğüm gün, yeniden doğmak için bazen gereklidir bu. Bu ölüm beni cennete mi götürür, cehenneme mi bilemem. Ama daha önce hissetmediğim bir huzur var içimde, büyük bir huzur.

İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası!

Geçmiş şimdiki zamandan arınıyor şimdi.

Hep yaptığım gibi değildi. Arka sokaktan geldim, eve bugün. Rüzgar daha sert hissediliyordu sokağın uzunluğu ve açısı altında derin. Eve gitmenin en uzun yolu buydu belkide. Elimde bitmiş kahvemi tazeleyici bir poşet. Hafif hafif atıştıran yağmur eşliğinde, cebimden sigara paketimi çıkarttım yavaş adımlarla yağmurun tadına vararak yürüyordum. Çakmak, ateş, derin bir nefes, bir nefes daha, usulca boğazımı acıtan bir dumanın gevşetmesi... 

Eve geldim. İştahım yoktu. Zaten yiyecek bir şeyler hazırlamakta içimden gelmiyordu. Sıcak suyun altını ve poşetteki kahve kavanozunu açtım. Bu sefer bolca döktüm bardağa granüllü kahveden, sıcak su; 90 dereceyi geçmeyecek şekilde...  

Sonra kitabımı çıkarttım çantadan. Bir süre okudum. Bir haftadır bu denli hiç okumamıştım. Akşam ezanı okunuyordu. Dışarıda yağmur daha şiddetlenmiş, zemin üzerinde oluşan su birikintisini gün boyu yağan yağmurdan dolayı kanalizasyon delikleri içine çekemiyordu. Toprak halen açtı. Bütün kışın kurak geçmesinden dolayı daha çok istiyordu. Daha çok. Çok... Yağ. Yağmur. Huzur. Bu kırkikindi değildi. Kırkbindi. Kırkbinkere maşallah... Şiddetli bir boşalma, grisi bol, hafiften esen rüzgar, siyahı doygun bir Bresson fotoğrafı gibi.

Sonra bir sürü şey oldu. Ağaçlar, yağmur, saçların, bir gecenin karanlığına dökülen. Uzak. Durgun. Bulanık...

Bellek kırılgan, bellek kırılganlaşıyor zamanla... Tıpkı terk edilmiş bir ahşap kulübenin imgesi gibi, hayatımdaki yitişin gibi, Ceşid'in şarabı sevmemesi gibi, istemsiz bir hırs gibi, ereksiyon olmamış bir bellek... Kırılgan ve yağmur, kristal ölçüde cama vuran damlalar. Ses, sessizlik ve hışırtı toprakta oluşan. Kimsecikler yok dışarıda, kitabın arasına bir ayraç.Vakit tamam...

" https://www.youtube.com/watch?v=HuBqE9xGtiQ "

3 Mart 2018 Cumartesi

Bilge; belli ki son nefesini verirken yutkunarak konuştu, bembeyaz olmuş teninin kıpkırmızı gösterdiği dudaklarının arasından...
İyi akşamlar sayın dinleyenler, İnsandan Öte burası!

Beni anlaman için, benim gibi düşünmen lazım. Benim gibi düşünmen için ben olman. İyi bak etrafına, iyi izle olup biteni, geçip giden mevsimlerin soğuk sıcak arası değiştirdiği alışkanlıklarına katılan insanları seyret. Sonra düşün, ben olabilir misin? Acele etme, belki yıllar sürecek bu sorunun cevabını bulman. 

Tüm ilişkiler böylece kuruldu işte! Her birimiz minik minik bedenlerimize kazıdık geçmişle geleceğin getirdiklerini, götürdüklerini. İçimizi kemiren böceklerin sırtına bırakıp yürüdüğümüz benliğimiz, gün gelecek geç de olsa anlayacak gerçeği...

Nadir bir manzaradır, Ankara'da soğuk bir günde kaldırımların kalabalık olması. İkindi vaktinden söz ediyorum. 9-10 saat kadar öncesinden. Bir kahve dükkanının balkonunda oturmuş, kahvemi yudumlarken, içimi ısıtan ne varsa, dışımda o kadar soğuk, sessiz. Gözlerim kaldırımdaki yüzlere takılmış, kahvemden bir yudum daha, bir adım daha, bir yüz daha. Yüzlerde dertler birikmiş. Düşüncelerde deniz manzarası, gökyüzü gri, yapraklarını dökmüş ağaçların dallarını kıpırdatan lodos, sıcak...

Yüzlerce yüz, yüzlerce duygu, buluğ çağı ülkenin. Binlerce karşılık beklentisi. Bunca karmaşa da aşk. Belli ki bir tek kişi! Kalbimden kim aldı, bir solukta...

Sende anladım. Senle...

" https://www.youtube.com/watch?v=cWGE9Gi0bB0 "   

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...