29 Haziran 2015 Pazartesi

Biraz Konuşmasak 10

Nerede kalmıştık;

Yemek, içmek, her neyse…

Çok fazla ilgimi çekmedi ama yinede onun ne kadar güzel olduğunu söyleyip duruyorum.

Çünkü bu doğru…

Bütün kadınlar güzel, öyle ya da böyle. Her zaman lanet bir şeyleri var. Gülümseme, saçlar, gözler, bir sır. Siz hanımlar gerçekten de inanılmaz varlıklarsınız.

Hayatımızın izi.

Ama birde ertesi sabahı var. Akşamdan kalma. Ve önceki gece düşündüğüm kadar müsait olmadığımın farkına varma.

Ve o gitmiştir…

Bana da başka bir gidilmeyen yol musallat olmuştur.

İyi geceler, sayın dinleyen ve kentin kötü çocukları…

27 Haziran 2015 Cumartesi

Biraz Konuşmasak 9

Bazen,

Bazen üzerinize siner...

Eve döndüğünüzde koklar durursunuz hatta. Kazak, gömlek, tişört, hırka her ne ise onu gördüğünüzde üzerinizde olan şey, yani bu “koku”nun sindiği şey; ona sarılıp uyudunuz zamanlar olur. Mutlu uyur, mutlu uyanırsınız. Hele bir de o sevgili rüyanıza teşrif etme zahmetine de girdiyse, işte şimdi değmeyin keyfinize... 

Kafanızda binlerce anıya, an-a çağrışım yapma gücüne sahip olan yegâne “koku”dur o. Sadece geçmişe değil, hayal kurup paylaşamadığınız, planlar yaptığınız geleceğe dair anlara da çağrışım yapar.

Hafızanızdaki “koku”dur. Onsuz geçirdiğiniz anlarda, içinizi kaplayıp her hücrenizin ürpermesine, yumuşamasına neden olan, ona kavuşmayı beklediğiniz anlarda burnunuzda özleme tüten ama sevdiğiniz insanı kucakladığınızda burnunuzdaki, hafızanızdaki “koku”dan binlerce kat güzel olan, geride kalan “koku” tazelenir... 

Nasıl en çok sevilen replik, şiir, şarkı unutulmazsa, o “koku” da unutulmaz. İşlemiştir o kalbe bir kere, kalpten beyine. Gözlerinizin önüne gelen sevimli yüz, kulaklarınızın hiç bıkmadan duymak isteyeceği sesi beraberinde getirir.

Zordur unutmak. İçine gömersin belki, dilinden de sökersin ama asla kalbinden sökemezsin. Eğer sevdiysen, eğer gerçekten sevdiysen, unutamazsın... 

Sonra bir süre dağıtırsın kendini, kilo alırsın, kilo verirsin, saçlarını kestirirsin, saçlarını uzatırsın, saçının rengini değiştirirsin, sakallarını uzatırsın. Yeni birilerini sevmeye çalışırsın, olmadık insanlarla tanışırsın, olmadık yerlere gidersin, eve kapanırsın ve sıkıştığın o an en yakın arkadaşına; “ya dosttum kafama sert bir darbe vursan da ben de her şeyi, hatta kendimi bile unutsam” dersin…

Ta ki akşam olup, başını yumuşak yastığa koyduğunda, en inatçı uykuya direnirken göz kapakların, o gül yüzlü meleğin sureti tavana vurana kadar, her şeyi unutuldu diye düşünürsün. Yutkunursun yeniden, aklından temizlemek için sevgiliyi.

İyi geceler, sayın dinleyen.

Tabi, böyle bir şey mümkünse…

26 Haziran 2015 Cuma

Ayna

Gözleri aniden açıldı, hiç kımıldamadan sadece gözleriyle odayı dolaştı. Sonra güneşi perdenin hafif aralanmış kısmından fark etti. Sabah çoktan olmuştu ama orada, gökyüzünde, haddinden fazla güneş vardı ve her biri, bir diğerinden farklı, bir diğerinden parlaktı. Dayanamayıp saymaya başladı ve saydıkça onların tek bir güneşe bağlı olduklarını, duvarda kırıkları asılı kalarak parçalanmayı başarmış, kocaman aynadan yansıyarak kendisine gülümsedikleri fark etti. Her biri ayrı bir zevkle parıldıyor, kırılmış olmanın hüznünün taşımıyorlardı içlerinde. Kadın onları birbirine bağlayan ana güneşin kavurucu sıcaklığını bedeninde hissetmeye başladığında gerçekliğe döndü. Ensesine sıkıca tutunmuş olan elini yavaşça çekti ve yatakta yavaşça kalkarak, kendisini aynada izlemeye çalıştı. Yüzü ikiye bölünmüştü ve birbirinden olması gerekenden çok daha uzak görünen ellerinden biri tuz buz olmuştu aynayla birlikte. Bütün bedeni de ruhu gibi parçalanmıştı ve bedeninin her bir parçası, kırılan güneşle birlikte sıkıştığı aynada, kendini yansımaların sessizliğine bırakmıştı. Kadın, sevinçle baktığı güneşler için üzüldü, güneşler yerine üzüldü, onların dağınıklığına ve sıkışmış olmalarına üzüldü.

Kadın aynada kendini izlemeye devam ederken, gözüne güneşlerden ve kendi bedeninden farklı bir şey ilişti. Kendi bedenine ait olmayan, uzun parmaklı bir el güneşle birlikte sıkışıp kalmıştı, asılı duran ayna parçalarından birinin içine. Başka bir parçada, bu elin devamı olan ince bir koy ve gene başka bir parçada kendisine ait olmayan yeşil bir göz, gözü biraz kapatarak görüşü engelleyen bir tutam saç… Parça parça koyu kumral, kısa saçları, minik burnu, ince dudakları ve bir kadını uğruna sürgüne gönderebilecek yemyeşil gözleriyle bir adam... Adam, o parçalanmış haliyle, kadına bildiği, tanıdığı arsız gülümsemesiyle gülümsüyor, incecik dudakları gülümsemesiyle birlikte yokluğa ulaşıyordu. Gülümsemesiyle birlikte kısılan gözleri, kadını kendisiyle birlikte paramparça olması için yanına çağırıyordu. Onu kendine tutsak ediyordu. Kadın arkasına dönüp, adamı yok etmektense, aynanın içine girip onunla parçalanmayı tercih ediyordu. Biliyordu ki arkasına dönerse adamı öldürecekti, çünkü biliyordu arkasını döndüğü anda adamla birlikte kendisi de ölecekti. Adamı uzun uzun parça parça izledi, tek tek birleştirdi aynaları zihninde, tamamladı ve adamın güzelliğiyle birlikte eridi.

Görüşü tekrar normale döndü, odadaki yabancı bedenin, tanıdık kokusunu aldı ve içine çekti. Kendini, kokunun; zihninde, bedeninde ve ruhunda yarattığı mutluluğa bıraktı. Tekrar tekrar içine çekti adamın odaya yayılmış kokusunu bitirene kadar ve kokuyla birlikte dudaklarını yokluğa ulaştıran gülümsemesi de kayboldu…

Mutfaktan gelen sesle irkildi ama acele etmedi. Yavaş yavaş attı adımlarını ve her adımında kendini izledi. Önce yerlerde, sonra tavanda ve en nihayetinde duvarlarda. Duvarlarda asılı duran aynalara her baktığında farklı birini görüyordu. Her bir aynada, ayrı bir yüz buldu, her birinde kendi bedenine gizlenmiş ayrı bir adam gördü. Gördüğü adamların hepsi birbirinden farklı bakıyordu kendisine aynanın içinden. Mutlu, dalgın, heyecanlı, üzgün ve en sonunda öfkeli… Gözleri saf öfke doluydu ve ince dudakları kıskançlıkla büzülmüştü.

Kadın ne çok yıprattı, parçaladı kendini aynalarda. Bedenine uygulamaktan çekindiği her türlü işkenceyi aynadaki adamlara uyguladı. O adamların yüzlerine, ellerine, ellerini taşıyan vücutlarına kustu, tüm öfkesini. O dokundukça ince ince süzülüyordu parçaları, kendi bedeninden oluk oluk akıyordu yerlere...

Gözlerini bağladılar önce, sonra sessizce ellerine vurdular zincirleri, soğuk değildi, ılıktı, sevecendi, sessizci zincirler. Karanlığın içinde kadının bedenini bir o yana bir bu yana sürüklediler, dağıtmaya çalıştılar parçalarını. Kadının kulağına kime ait olduğunu bilmediği sesler geldi karanlığın içinden koşturarak, anlayamadı, algılayamadı ve arkasından ağır bir kapıyla birlikte açıldı gözleri. Kulağına gelen sesler kapının açılış sesiyle anlam kazandı. Sonra haince atıldı bulutların üzerine. Cam bir fanusta dolaşıp duran bedeni, her yanı köpük köpük bulutlarla kaplı olan bir fanusa tıkıldı. Güneşlere üzülmeyi bıraktı ve kendi yalnızlığına üzülmeye başladı. Ama sonra tekrar gördü onu, o yeşil gözlü adamı, dudaklarındaki arsız gülümsemesiyle, kendine gülümserken buldu. Kadın tıpkı adamın istediği gibi onun yanına girmeyi başarmıştı ve onun yanına giderek adamın tutsağı olmuştu, ellerine vurduğu ılık zincirlerle. Sonsuza kadar adamın tutsağı olarak kalacaktı, bulutların içinde. Sonsuza kadar onunla olacağını hissetti, adamı bütün ruhunda hissetti yeniden, yeniden parçalandı. Parçalandıkça anladı ki kadın, parçalanmayı onunla birlikte sürdürecek ve adamın her kendini parçaladığında, kadın adamı görmeye devam edecekti ve yeniden bir bütün olarak uyanacaktı uykusundan.

25 Haziran 2015 Perşembe

Biraz Konuşmasak 8

İyi akşamlar,

Ardımda bıraktıklarıma odaklanıp, önünde neler olduğunu bir süre görememişim. Kalan son kibritleri de tükettim, bir kıvılcıma hasret, görmeyi unutmuş gözlerim. Zifiri karanlık mabedinde ölümle yüz yüzeyim. Bedeni mi toprağa emanet etmeyecek kadar güvensizim. Gündüzü geride bıraktım. Kalanlar ise bir avuç kum tanesi. Konuşmayı unuttum, suskundu celladın ayak sesleri...

Bahsi geçen bir umut yoktu geleceğim de. Umutla ilgili bahsi geçen bir şey yoktu gündüzümde. Yıllarca, sele, çamura göğüs germiş, iti köpeği adam yerine koymuş, rüzgârı selamlayıp, güneşi ağırlamış ve koskoca bir çınar ağacının dalları altında mevsim değişimini izlemiştim. Artık çınar ağacından eser yok. Kurumuş ve kökleri bir uçurumun kenarında son buluyor.

Yıprandım, aldatıldım ve terk edildim. Oysa içimde korku bilmeyen bir çocuk kalbi, gözlerimin etrafında yetişkin birinin tecrübe çizgileri ve geçmişimde sevdiklerimin bıraktıkları izler vardı. Oysa daha yeni alışmıştım. Etrafımı çevreleyen kuru bir kalabalık, ikram edilmeyen demli bir çay eşliğinde adımı anarken, ben çoktan yolu yarılamıştım. Halbuki daha yeni yeni alışmıştım…

Sisli bir perde aralanıyor şimdi ve sahne alır gökte yıldızlar yerini ciddi çok ciddi. Bir kısmı bulutlar ardına gizli. Samanyolu ayağımın dibinden başlar, ufukta bulutlara karışır görünmez. Biraz üzgün, biraz da endişeli bir yürüyüşün beni götüreceği diyarı hayal etmeniz mümkün mü?

İyi akşamlar, sayın dinleyen.

Biraz Konuşmasak 7

Hey, merhaba,

Ödünç almam gereken biraz zamanınız varsa, kaybetmenin tek kişilik sanat olduğu hakkında bir şeylerden söz etmek istiyorum.

Küçük bir adamım, basit kelimelerle uzun paragraflar kurarak derdimin yahut söylemek istediklerimin bir parçası olup beni dinlemenizi istiyorum hepsi bu.

Yo ben delirmedim. Yanılıyorsunuz hepiniz. Yağmur sağ olsun, şu kapkara benliğimdeki neşeyi sağlıyor. Dünyanın en güzel kadınına her gece bir şeyler yazmak benim varlığımı ona hatırlatan en güzel eylem. Deli değilim ben, ne de şizofren, seviyor olabilirim. Yani sizde benim gibi bu duyguyu bir şekilde tanımışsınızdır ya da bir gün tanıyacak belki de tanımak üzerisiniz. Olayımız bu değil, benim söylemek istediğim birkaç şey daha kaldı.

Benim için Tanrı’nın hediye ettiği en güzel şey kısa bir, iki, üç, dört, beş… satır bir şeyler yazma yeteneği vermek. Neresi bir şizofrenlik belirtisi olabilir, kitapların varlığını göz önüne aldığımda.
Yorgunum. Dün çok keyifli bir akşam geçirdiğimi söyleyebilirim ve geç uyumamın da yorgunluğuma katkısı büyük. Bedensel yorgunluğum aslında bununla ilintili. Benim yorgunluğum bedenselliğin biraz önünde. Tek istediğim başımın onun tarafından bir kez okşanması. Saç tellerimin arasına giren parmakları hissetmek ve sonsuza dek öyle kalması.

İnsan, içinde yok edilemez bir varlığın, kendisini unutmasını kaldıramaz. Sanki hiç yaşanmamışçasına, hiç tanımamışçasına orada bir yerde olduğunu unutmasını kaldıramaz. Demem o ki zamanla unutulacağım ve unutulduğumu düşünüyorum.

Ve diyeceğim o ki,

Yağmur az önce yine başladı, hafif hafif atıştırdığı görebiliyorum pencereme vuran sokak lambasının ışığının altında düşününü. Vaktiyle, ‘Aşk’ güzel şeydi. Çok yanlış zamanda ya da hiç karşılaşması mümkün olmayan insanlardan olmasaydık keşke. Biz neydik bilmiyorum, biz olduğumuzu söyleyebilen sadece benim herhalde. Büyük bir rastlantının içinden öteye geçemediğimiz. Zaman ve mekan ayrımı bütün süreçlerin önüne geçmiş iki kişiydik, başından beri biz olmadığımız gerçeğini kabullenemediğim iki kişi.

Ben ve o.  

İçimde şu an kavga etmeyi bile beceremediğim.

İyi geceler, dinlediğiniz için teşekkürler…     

23 Haziran 2015 Salı

Biraz Konuşmasak 6

Adımla kurulmuş cümleler üzerinden çok geçilmiş ki son günlerde kulaklarımın çınlaması bir türlü dinmiyor. Sahte gülücükler hararetli tartışmaların içinde kalmış, karşımda oturan kadının tüm yüz hatları beynime kazınmış, hayatımın en kötü kahvesine menüde güvendiğim ücretine rağmen en yüksek ücreti bırakacak olmam bile moralimi bozamazdı. Fakat kahve gerçekten keyif kaçıracak nitelikte berbattı. İnsan nasıl olurda filtre kahveyi bu denli kötü demliye bilir?

Yan masada kafeinsiz kahve isteyen kadının seni kulaklarım da uğultu ve baş ağrısı yaratıyor. Kahrolsun… İnatla üzerinden tekrar tekrar geçip kafeinsiz kahve isteyenleri reddediyorum.  Saç tellerini sarının bin bir tonunda simsiyah dipleri olmasına rağmen değiştiren kadınları reddediyorum. Türk kahvesinin ardına içilen suyu reddediyorum. Kaliteli şarapları, lüks evleri, gri veya siyah Mercedes’i olan resmi plakalı araçları reddediyorum. Araçların içinde arka tarafta yayılmış, bok dolu işkembeli, ihtiyar, kaliteli takımların içindeki patronları reddediyorum.

Aç karına içilen Tanrı’nın bile kalitesine ödün veremeyeceği viskiyi kutsuyorum. Rock’n roll-u kutsuyorum, Yüksel caddesinde devrimci takılan gençleri kutsuyorum -bir gün doğru yolu bulacakları için- Ayaklarımın binlerce kilometre aralıksız beni taşımakta saygı duyduğu için, ayaklarımı kutsuyorum. İmlâ hatası yapılmış yazımları, tekrar tekrar okundukça güzelleşen şiirleri kutsuyorum.

Rol yok…

Tavır yok…

Beden var, ruh yok…

Yalnızca yağmur, içerisi gerçekten sıcak…

Midem bulanıyor ve bunun içerinin sıcak olmasıyla alakası yok. Sabah kahvaltı yapmadığım için çok yoğun sarılmış tütünler yüzünden biliyorum ve bu söz ettiğim berbat kahve üzerine piyango oldu.

Ve Tanrı bana bu kelimeleri yazmış olduğumdan dolayı hayran duyuyor.

Bunları yazdığım için kutsanıyorum…

20 Haziran 2015 Cumartesi

Biraz Konuşmasak 5

Uyku tutmadı,

Ailemle geçirdiğim çocukluk anılarım düştü aklıma. 

Gri havasında Ankara’nın Gençlik Parkı’nda çarpışan otolara bindiğimiz o günlerden biri. Değişik evlerde duvarlarını pastel boyalarımla boyadığım değişik odalarım. Sonra ilk sigara içişim, gizli gizli odanın penceresinden sarkarak… 

Anneme yakalanma korkusu içimde en büyük adrenali yaşanan. Duvarlarımda ki tanımadığım sadece hoşuma gittiği için aldığım ya da tanıdığım insanların posterleri. Dağınık masamda ki ders kitaplarım, ders notlarım, ilk sidi çalarım, rak müzik sidilerim, bas gitarım. İlk kaleme aldığım şiirim. İlk kez hoşuma giden bir kızın hayalime girdiğinde başımı koyduğum yastık kılıfımın üzerinde ki desen. 

Herkes yattıktan sonra sabah okula gidecek olmama rağmen inatla uyumamam ve sonunda farkına varmadan uyuya kalıp, annemin beni "hadi okula" diye uyandırması. Oysa sidi çalarım kulağımda yıldızları seyrediyordum, en son hatırladığım buydu uyandırıldığımda…

Çok geç kalmışım deyip fırlardım yataktan, şimdi öyle değil… 

Uyku tutmayan geceleri sabaha yakın tutuyorum. Sabah kaldığım yerden devam ederek. Yine de gözlerim kapanıp annemin uyandırmasını isterdim, okula gitmem için. Yıllarca sürsün isterdim bu sabah tragedyası.

İyi sabahlar…

18 Haziran 2015 Perşembe

Biraz Konuşmasak 4

Merhaba,

Mutfağa gittim, ona bir bardak su dolduruyor düşüncesi aklımı sardı... 

Siyah giyen, kırmızı süren, hayat kokan bir kadındı o. Ölümsüz. 

Nasıldım bir aşk mağduru olarak? 

Sizin kafanızı ağrıtmak istemem, anlatarak. Yinede onu bir şekilde kelimelere almak inanın çok iyi geliyor. Yalnızlığımla ben onu sımsıkı sardık. Öyle bağlandık ki birbirimize, yokluğu-yalnızlığım-ben üçümüz çok iyi dost olduk. Her yağmur yağdığında pencerenin önündeki fesleğenlere su verirken gülümsedik birbirimize. Sonra çay koyduk, devamında yağmuru izleyip iki satır muhabbet etmek için. Üçümüz çok alıştık birbirimize. Hep ondan söz eder olduk konuşmalarımız da. Konu --gidişine-- geldiğinde üçümüzde sustuk, yüzümüzü başka yöne çevirip gizli gizli ağlıyorduk. Sonra birimiz, birimiz dönüp anıları dile getiriyordu ve konu tamamen O'nlu geçen akşamlara, O'nlu gün doğumlarına, O'nlu gün batımlarına geliyordu. İçimizi huzur kaplıyordu. Onu anmanın neşesi boğazımda ki düğümü biraz olsun çözüyordu yeniden…

Akşam perdesini indirmiş, simsiyah olup yıldızlar hakim olduğunda geceye yalnızlığım ve yokluğu uykuya dalıyordu. Sonra ben, başımı tavana dikip ışığının tavandaki dağılışını izliyordum, eşyaların gölgesini izliyordum, sonra elime telefonu alıp ona yazıp yazmama arasında gidip geliyordum... 

Kendi kendime mırıldanırken, çıldırdığımı düşünüyor, tavukların dört ayaklı olabileceğini düşünüp gülüyordum. Kafayı yediğimi düşünmeyin sakın ha. Siz benim durumumda olsaydınız. Hüzünlü müzikler eşliğinde düşlerinizi tekrar tekrar anıp aynı durumda kalsaydınız. Sigarayı süngerine kadar çekip, parmaklarınızın sarmamasını seyretseydiniz eminim sizde benim gibi kuzuların nasıl ses çıkardığını deneye bilirdiniz… Pardon tavuklardan söz ediyordum. Ne fark eder sonuç olarak. Sonuç yok. Sonuç olsaydı eğer, acının gitmesi gerekirdi. Acından yoğunlaştıkça hissizleşen bedenin, uyanması gerekirdi. Olmayacak düşlere amin dememek gerekirdi.

Merhaba tavan. Yine ben. Bugün nasılsın? Bu sabah geç uyandım iklimimden. Dün gece nerede kalmıştık. Hatırlıyorsan eğer bende arkadaşlarıma ondan bahsediyordum. Hatırlamıyorsan da boş ver sohbet edelim. Konumuz uzay olsun, orman olsun, deniz olsun, gece olsun, "O" olsun.

Ne uykun mu geldi senin? Daha erken, konuşalım, sıkıldıysan son olsun. Sonra mı? İyilik sağlık, iyi geceler madem öyle olsun…

İyi geceler.   

14 Haziran 2015 Pazar

Biraz Konuşmasak 3

“Her şey buraya kadarmış” dedi, siyah kareli gri ceketinden çıkardığı içki matarasından bir yudum daha alırken, “yinede ben buradayım, dizlerime kadar bataklığa batmış bir şekilde…” diye devam etti.

“İşte geliyor” diye düşündüm. Bir başka bencil, geçmişte her şeyine kadar mükemmel olduğuyla ilgili viskiyle ıslanmış eleştirileri olan adam.

“Ve biz diğer tüm zavallı ruhların nasıl geç doğduklarını ya da alt sınıf rock barların bir köşesinde esrar çekmeleri, biz hepimiz uğruna yaşanabilecek her şeyimizi kaybettik” dedi. Ve işin en kötüsü, onunla aynı fikirdeydim.

“İşte geldik” diye düşündüm…

“Dünyanın başka bir yerindeyiz. Batı kültürünün biraz daha yoğunlaştığı sınırlardan birinde ve hepimiz herhangi bir şey hissedebilmek için umutsuz bir haldeyiz. Günün sonunda biri yaşadığım şeyleri bok etmeye aday, birbirimizi kolayca elde edebileceğimiz herhangi bir şeyleri…”dedi.

“Biliyorum güzellikler sonsuza kadar sürmez, ne yaparsak yapalım boka sarar” dedim.

“Bir şeyin kasvetli olması, o şeyin gerçek olmamasını sağlamaz” dedi.
Yerinden yavaşça doğruldu, yan cebinden tütünü çıkardı, kabini araladı, usulca kirli elleriyle yuvarladığı çarşafı dudağına götürdü ve yaladı. “Ateşin var mı?” dedi. Sigarayı çoktan bırakmış olduğumun farkında bile değildi. Oysa uzun bir süredir tanışıyorduk ve birbirimizi çok iyi tanıdığımız kesindi. Cevap vermedim, başını çevirdi koridora çıktı, kabinin kapısını kapatmadan…

Tren yeniden hareket etmeye başlamıştı.  

Biraz Konuşmasak 2

Yüzümdeki hüznü saklayamıyorum... 

Bazen Tanrı’nın beni öldürdüğünü ve tekrar yazmam için dünyaya yeniden gönderdiğini düşünüyorum.

Dünyayı çekilmez bir yere soktuğumun farkındayım. Katılımcı değilim, umurumda da olduğunu sanmıyorum. Biraz cansızım öyle değil mi? Sizler harika görünüyorsunuz, bilirsiniz işte, yarı müstehcen. Bütün olanların ne anlama geldiğini sanan ucubelersiniz. İlk fırsatta “güven” diye nitelendirdiğiniz duygularınızı karşı konulmaz bir arzuya teslim edecek kadar mükemmelsiniz…

Benim sorunum değil. İyi veya kötü nedenlerle ilgilenmem. Kendime ait dünyamda en berbat hikâyelerimi kaleme alıyorum ve biliyorum ki kendimi daha yıllar boyunca bir kitapevinde adıma basılmış kitaplarla dolu bir rafta bulamayacağım. Gerçekten güzel hikâyelerin olduğunu bildiğimden o raflarda, güzel bir hikâyeyi ayırt edebileceğim kadar, güzel bir hikâye yazmanın formülünü henüz ispatlamış değilim. Neyse siz buna takılmayın...

Farklı dönemler ve bambaşka iktidarların devrinde işini yapmaya devam eden meçhul veya meşhur, bireysel ya da toplu yazıların olduğu yazıları okumaya devam edebilirsiniz.

En azından size karşı olan düşüncelerim biraz daha ılımlı olacaktır.  

Eğer kızgın değilseniz bir sigaranı alabilirim şimdi. Ben yazmak istediklerimin en azından bir kısmını yazabildim ve canım boş sigara paketimi gördükçe ve dışarı çıkıp almaya üşendikçe, deli gibi sigara istemeye devam edecek…

Sanırım benden hoşlanmadınız…


İyi günler.

13 Haziran 2015 Cumartesi

Biraz Konuşmasak 1

Merhaba,

Canı ne isterse yapan insanların memleketinde, boktan tartışmalar yapan
insanlar arasında, zaman bazılarına kurnaz oyunlar oynar... 

Bir gün hayal kurarsınız,

Ertesi gün, gerçek olur...

Geçirdiğim en iyi zamanlardan arta kalanlarla, gün batıyor...

Keşke biri beni uyarsaydı, bunun için. En azından boktan olacağını 
söyleyebilirlerdi... 

Hatalar yapıldı, kalpler kırıldı, acı dersler alındı. Tanrım unutmadan
biraz daha olgunlaştık elbette.

Ben acımasızca alkol denizinde boğulurken, insanlar yoluna devam ediyor.

Ama işte buradayım, ılık güney güneşinde çürüyorum. Ayaklarım beton
düzlüklerin üzerinde tüm gün biriken sıcaklığı, vücuduma çekiyorum...

Çözmem gereken şeyler var, en azından onun iyiliği için...

Vakit işliyor. Yelkovanın aynı daire etrafında döndüğü gerçeğini, güne 
vurursak. Takvimde bir sayı daha yerini değiştiriyor. Boşluk büyüyor.

Bu yüzden, beni her zaman koşulsuz sevmeyecek olmasına şaşırmıyorum.

Bir şey

bir şey gibi

sessiz, değişken, uzak

suskunluğun modası geçmiş, geç saat konuşmalar serbest

cümleler daha çok bana ait, yazılmakta

-günahkârsak, olabiliriz korkma-

az çok döküldük, şöyle böyle

yaşadık ve bitmeyen veya biten

bir şey gibi

özenle saklıyoruz birbirimizden

ne olduğuna dair bir fikri beyan yok, cesur değiliz

ortada, asık yüz, ara ara hüzün kaplamış

vardır bir bildiğimiz güldüğümüz anlarda

taze demlikte çay, ayrı semtlerde ince belli bardakta

yinede

bir şey gibi

-bir şeyler hep eksik kalıyor, ufalanıp-

bir şey dilimizin ucunda gelip anlatamadığımız

karıştırıp kelimeleri düzensiz kurduğumuz

bir şey

baktım da

bana ya da sana ait, değil, ya da öyle

karşımda kırık bir ayna

bir şey anlamadım, ne zaman kırıldı

ellerim kırmızı, kırmızı bir şey

kırmızı bir şey sarmakta parmaklarımı

kan, ruj lekesi, göz yaşı

kırmızıya ait ne varsa

5 Haziran 2015 Cuma

Hiçbir Şey Bana Ait Değil

Titreyen ellerimin kalemle yazdığı her cümlede

Paramparça olmuş içimin, sessizce intihar edişini izliyorum

Bana göre değildi (u)mutsuzluğun can alması

Yağmurlu bir günde gözyaşlarımın ıslattığı yüzümün

Yağmurdan kaynaklı olduğunu söyleyememek, korkakça

Karanlıklar içinde kaybolmuş cehennemimden

Uyandır beni, ait olduğumuz cennete dönelim

Çünkü günahkâr değiliz, yasak meyveyi biz yemedik

Umudum ufuklarda yine gece vurmadan duvarıma

Gel, seninle bir olup, sensiz kaybolan akşamlara

Kadeh kaldıralım, yalnızlığımla yokluğuna zaten çok içtim

Sokak serserileri gibi kalabalıkların arasında çok ge(n)çtim

Tahsili yüksek acılarımı tekrar tekrar umuda bağlayıp

Aforoz edilmiş bir Katolik kaygısıyla aykırı sevdim

Kimliği belirsiz suretlerin oradasın, iki kişi arasında

Güler yüzlü maskeler takmış, konu hep bir bahane, ya aşk?

Nüshalarını beyaz kâğıtlara çıktı aldığım şiirlerimi

Islak kaldırımlara saçarak, topluma basılmamış

Kitaplar armağan ediyorum, içinde senden söz ettiğim

İşte! Aşk. İnanmayanlara...

Son sayfada ellerimden düşerken, sonbahar yaprakları gibi

Sömürülen ülkeler kadar kederliyim, hiçbir şey bana ait değil

Buluştuğumuz yerlerde ki bıraktığın kokun dâhil

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...