26 Aralık 2018 Çarşamba

Yeniden Doğmak Mümkün Mü?

Belkide en büyük hatamız, 
şu koskaca yeryüzünde küçücük bir dünya kurmamız.
Her şey ama aklınıza gelebilecek her şey 
bu küçücük dünyadan ibaret oluyor zaman ilerledikçe.
Kimse bir şey söylemiyor, 
kimse bir şey bilmiyor ve kimse anlatamıyor derdini.
Yönümüzü değiştirebilirsek belki, anlayan birileri olabilir mi?

Merhaba sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Tırnaklarını geçirmiş bedenimi çekiştiren, iliklerimde ki sonsuz inancı büzen, kimliğimi çekiştirdikçe yırtılan derimin parçalarıyla kaplayan bir varlığın kimsesizliğime sahip çıkmasını beklerken, kan dökülüyor etrafa. Seyreliyorum git gide, hafifliyorum, acının verdiği tiksinti bulantıya sebep oluyor, kusmadan önce. İrkiliyorum, her çekişinde derimden bir tutam daha. Bir daha parça tırnaklarına saplanan. Kendime geliyor baygınlığım. Parmak uçlarının derimin üzerinde bıraktığı lekenin belirginliğine takılıyor gözlerim, çok tanıdık. Her kendime gelişimde yaramdan çok yarımı düşünüyorum. Kim bu? Neden ben? Gördüğüm bir rüya olamaz... Hayır, hayır, hayır bu benim. Tanrım neredeyim? Seyreltik bir acıya bıraktıkça geçen saatler üşümeye başlamam çıplaklığımın belirtisi, bütün kaslarım, yağ tabakası ve kemiklerim ortada, bir ölü değilim, tam öldürmedi beni, nefes alırken acı çekmen dışında, kalbimin atıyor olması bir lütuf, bir hayat belirtisi. Zorda kaldığım dünyanın ortasında yeniden diriltilmiş gibi hissediyorum kendimi. Beni bu hale getiren, soran dirilten ne? Bedenim tüm lekelerden arınmış sanki. Duyuyorum, çocukların, sokaktan geçen arabaların egzoz seslerini. 

Rahatça doğruluyorum, etrafıma bakıyorum, kimse yok. Nereye gitti? Nasıl geldi? Bedenime dokunuyorum büyük bir parlaklık etrafa saçılan, taze bir his parmak uçlarımı dolaştırırken üzerimde. Ana rahminden yeniden düşmüş gibiyim, saf, temiz, kanlar içinde... 

come te...
  


3 Aralık 2018 Pazartesi

Yol, yolcu, yolculuk

Hep hiç bilmemiş gibi yapacağım, 
hep hiç gitmemiş gibi, 
senin yolun için hayatımı darağacına asardım

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

O zaman, bu zaman, ne istiyoruz, ne bekliyoruz. Bırak geçmişin derinliklerinde kalsın. Bırak sözcüklerimiz yeniden çoğalsın. Bırak kıpırdayamadığım bu çağda mutlu olman için neler yapıyorum gör. Senin yokluğunu, benim inancım bekliyor. Kırılmış bir kalp hala bütünlüğünü koruyor ve  ben özür diliyorum tüm dünyadan, seni avuçlarımın içinden bırakıp gittiğimden beri, savaşmadan. 

Oysa o kadar çok şey yapabilirdim ki, saçma hayallerim dikmeseydim kuru topraklara en umulmadık zamanlarda. Nihayetinde kabahatim büyük ve tek yapabildiğim susmanın yanı sıra; yazmak odalarca kağıtlara, okumadığın ölçüde, ulaşamadığım ölçüde yazmak bir hırçın deniz dalgası gibi, yıkarak tüm gemileri, yakarak tüm şairleri. Yinede daha çok yazmak düşünmekten iyi. Düşünmek kurutuyor tüm kimliğimi, gördüklerimi, beklentilerimi... 

İnan belki sana doğru yolu yeniden gösteririm. Şans getirir mi inanmak? Yinede mutluluktan ağzın kulaklarında delice güldürebilirim seni. 

Ne oldu da bu hale geldik?

Bir yandan düşünüyorum işte! "Kendi özüyle gelmez mi? İçini dökemez mi acısa da? Acıtsa da..." diye. Seni bir gün daha çağırıyorum, sağ gösterip sol vurma. Yolculuğun ortasında bıraktığımız kötülükte, yolculuğun geçen kilometrelerini sayma, sıfırdan yol alalım yeni rotalara, her güzellikte yine senle...


1 Aralık 2018 Cumartesi

Ne Dersin?

Islandıkça yüzüne yansır sokak lambalarının ışıkları
Bir küçük düşen yağmur damlası doldurdukça çukurlarını yolların
Kaygısı, umudu sırtında konuş onunla, konuşmayı öğret ona
Bu tapılmış gecenin sabaha kusuruna bakma
Yılların beklentisi, sıcağı özledi, doğsun güneş, doğ, parla
Serin çimlerde buluşmadıkça ayak izleri, öfkemsi
Bir tek sana gelmez sesi, değer biçilmiş sıfatların en güzeli
Korkun, kokun, toz bulutu olsa da, ne dersin
Tüm cevaplar suskun, yaşı otuz, yorgun ve bilirkişi değersizliğinde
Yerin altında başlayan, gökyüzüne ulaşacak mı kökleri

14 Kasım 2018 Çarşamba

Kromozom ve İnsan

Beni duyuyor musun? 
Ben neredeyim düşüncelerinde?
Her adımında hafızanda yer eden eski bir bilgi kirliliği miyim yoksa? 

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası...  

Güneş görücüye çıkana kadar yalnızlığım ağır gelmiyordu gece yarılarına. Belki de ana rahminde kaybetmiştim bu savaşı ve bunun sonucunda da çoktan geç kalmıştım barışa... Gerçi ciğerlerimin ilk kez oksijenin ağırlığından yandığı o an dışarıda insanı boğan bir şeyler olduğu belliydi, uzun uzun ağlattıklarından.

Bedenime sarılan yumuşak bir battaniyenin koruma duygusu, kirlenip sertleştiğinde zamanla geleceğe açılan acının gerçeğiydi.

Sustum. Tam olarak bilemiyorum zamanın nasıl geçtiğini, uyumakla büyümenin sadece ninni olmadığı keşfettim. Yürümek isyan çıkartmaktı toprağa. Yürüdüm. Konuşmak, baş kaldırmaktı yanlış sözler savuranlara. Konuştum. Düşünmek, sormak, yazmak güçlü bir eylemdi. Düşündüm, sordum, yazdım.

Neyse hatırladığım güzel şeylerde var aralarda. Mesela annemin patatesli gözlemeleri...

Dolasıyla uzatmaya gerek yok sayın dinleyen, insanların birbiriyle olan bağları, düşmanlıkları, kıskançlıkları, aşkları ve sayamayacağım onca şey varken. Ben anne rahminden çıkıp sadece patatesli gözlemesini çok sevdiğimi yazmak istedim annemin, hepsi bu...

Kapılar kapanıyor üzerime caddeler boyu, geceyi gri bulutlar sarmış gitmiyor, iki günlük beyazını görmek için Ankara ayazını çekiyorum ve adım gibi bildiğim herkes yabancı.

10 Kasım 2018 Cumartesi

409

Tüm başlangıçlar gibi,
herkese sırtını dönmüş, acımasız
herkesden kötü, düş-kün
bir insan şimdilerde, çoğul düş kırıkları, yalnız
kilidini sertçe kapadığı 409 numaralı odada
bırakarak tüm acılarını, dağınık
nevresim, yerde üşümeye durmuş battaniye
topaklanmış
bir araya gelemeyen bir düş sancısı
kimse bilmez ama ezberinde durur
bazı adlar,
içki kokan nefesinde, aynada
yüzüne yapışmış sonlar gördüğünde
kıyamet erken gelir,
yorgun, biraz istekli ve acemi,
soluk bir yüz karşılar,
nefesi buğulandırır aynanın yüzünü,
olmasa bunlar, her mevsim bastırır tüm sesi
işte bunu bilmek çok kötü

7 Kasım 2018 Çarşamba

Bu Gemi Nereye Gider, Kimler İner, Kimler Biner

Ne kadar sessiz; odam, yollar, şehir ve sen

Günaydın sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Eskisinden yabancı gözlerin, gözlerimde hiç dinmeyen bir acı. Eskisi gibi değilim sanıyorsun ben, o ilk gün tanıdığın kadın değilim diyorsun. Seni bilmem ama hakkımda bildiğin ne varsa yanlış. Senin gözlerinde görüyorum gerçek kendimi. Saatler yürüsün, feda edelim anıları. El birliğiyle taşıyalım en ufak tortusunu da alıp bahara. Giden yazın ardında. Güneşi görürüz elbet, ısıtır da ışıkları. Kuş sürüleri gelir, şeffaf bavullarıyla. Isınmaya başlar yedi kıta, dört deniz. Yeşiline doğar ağaç dalları...

Bekle.

Duraksadım bir anda. Her şey normaldi. Oldukça normal bir gün doğumu... Sabah her zaman olduğu gibi erkenden kalktım, kahvaltımı yaptım, kahve içtim, sigaramı yaktım, usulca doğan güneşi izledim. Şehrin parlayan camlarına göz gezdirdim. Soğuktu epeyce... Evdekilerle konuştum. Uyanmışlardı. Normal bir gündü işte... Gerçekten normal. Bir gece yarısı saat 02.30 olduğunda aklıma yine düştüğünde birden durdum. Oysaki ne yalnızlık birikmiş içimde. Kendimden sakladığım çoğul bir yalnızlık. Onca şeyler yaşamış bir insan olmaktan yorulmuş. Kendine gücü yetmeyip sevdikleri için her şey yapan bir insan olduğumu fark ettim o an... Neden mutluluğumu kaybetmiş olduğumu düşündüm. Neden gece bana bu kadar sessizken, insanların çığlığını duyamadım. Sustum... Kendimle konuştum ve anladım ki koca bir yalnızlığın içinde ölmüşüm... Oysaki etrafımda konuşabileceğim birileri varken, neden böyle olur ki insan?

30 Ekim 2018 Salı

Nefes Alabildiğim Bir Aralıkta Kısacık Bir Yazı

İçiyorum, çokça, unutmak için yinede beceremiyorum...

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Duyuyor musun  beni? Yazdıklarım sana ne anlam ifade ediyor. Kimim sende ben. Kan, ter içinde sabahı zor eden bir bedenden söz ediyorum. Hiç bir zaman geceye teslim olmasa da gün boyunca acıyan bir beden. Gecelerce... Geceler çok karanlık. Duyuyor musun uzaklarda? Uzanmış boylu boyunca, sözcükler boğazımda düğümleniyor. Bağırmak istiyorum çoğu zaman, en çok metro altında, sırtımı dayamışken soğuk duvara. Gece eve dönüşlerimde yani. Dönmek istemiyorum. Başım dönüyor, sarhoşum belli. Kalabalığın hareketine katılıp ilerlemek istiyorum. Onlar durmasın ben yanlarında koşturayım istiyorum. Zamanı geldiği her vakit, cehennem kuyusuna düşüyorum. Ateşler içinde değil, kanlar içindeyim ve hiç umurunda değil...  

K(a)dına
Hayat senden kalanlar için pek zor şimdilerde
...

24 Ekim 2018 Çarşamba

Gece Kalabalıkmıydı Önce

"... sevmek kimi zaman rezilce korkuludur,
insan bir akşam üzeri ansızın yorulur..." 
                                                                                                 A. İlhan

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Işıklı bir akşamüstü, erken yağmaya başlamıştı yağmur. Erken yanmaya başlamıştı sokak lambaları... Cadde göz alıcı ışıklarla erken bir geceye sürükleniyordu. Adam başını kaldırdı, kül rengi gökyüzünden dökülen damlalar yüzünün bütün kirini temizledi. Başını eğdi. Göz ucuyla etrafına baktı usulca, utanarak, her şeyi kavramaya çalışarak. Bir gün hangi zaman aralığında, hangi kesitinde hayatın bilmeden, bir benzerini yaşamayacağını düşündü. Hiç bir ayrıntısını kaçırmadan uzun uzadıya izledi...

Paltosunun önünü usulca çekti. Hızla azalan kalabalığın ardında kocaman kaldırımın ortasında yalnız ve üşüdüğünü fark etti. Yağmurun kin güdercesine toprağa yağmasına dayanamayıp, beş altı adım attı. Arkasında göz alıcı ışıklarla süslenmiş bir kafenin kaldırıma uzanmış tentesinin altında bekleyen kalabalığın içine yerleştirdi kendini. Bir puzzle'ın son parçası gibi. Onlardan bir farkının olmadığını hissetti. Üşümesi hafifledi. Gözleri yine geniş kaldırımda hızla sığınmak için bir boşluk arayan insanlara yöneldi. Adımların hızına yetişemediği bir akış.

Saatine bakarken çok geç olmadığını fark ettiği bir yanılgı gökyüzünü iyice sarmıştı. Damlalar seyrekleşti, sığındığı tentenin altı gibi. Paltosunun önünü ne zaman açtığının farkında olmasını sağlayan üşümesi, olanca gürültüsüyle günlük yaşamını sürdüren şehrin geniş kaldırımına düşürmüştü yine kendisini.

geceye, kadına ve yağmura
yeniden gel bekliyorum
   

14 Ekim 2018 Pazar

BİR'de SIFIR

Yani geldik gidiyoruz,
Elde var sıfır,
Hem de bir sürü sıfır
Alt alta koy hepsi yine sıfır
Sıfıra sıfır elde var sıfır

İyi geceler sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Sıfır yalnız başına ne kötü bir şey öyle, yanına başı dik bir dikilmedikçe, hiçe dönüyor... 

Sen haklıydın, hep işe yaramaz'lardaydı benim gönlüm. İşin işine özlem eklerini soktun, kitapları, şarkıları, seni değil. Çok ağladım. Sorun değil. Çok özledim. Sorun değil. İşler yolunda... Yaşadıkça senden ayrı kalıyorum. Çocukluğumu buluyorum karşımda, aklımı kaybedecek kadar çok bilmişim her şeyi. Bu sabah aslında ayaklarımın ucunda ki soğuğu görünce anladım, büyümüşüm... 

Yalnızdım... Yanlıştım... 

"Nasılsın?"

Ben iyiyim...

Kendimi yolda görseydim mesela bugün; hani olur ya şu halimle karşılaşsaydık bir yerlerde... Derdim ki; hüznün rengi açmamış yüzünü, hiç yakışmamış. Mevsim sonbahar iken birde. Ellerini tutardım, derdim ki; biliyorum anlatma... Sarılırdım, derdim ki; üzülmeden, tedirgin olmadan, paniğe kapılmadan sabret, bekle. Koluna girerdim, derdim ki; gel yürüyelim biraz açılırsın, hava güzel. Bir banka otururduk sonra bir yerlerde. Pastahaneden sevdiği pastadan ve kahve alıp. Sırtını sıvazlardım, derdim ki; bu günlerde geçecek diğer zor günlerin geçtiği gibi. Üzülme... Derdim ki; güçlü ol, bedenin, renkli ruhun heba olsun diye doğmadı... 

Kendimi yolda görseydim bugün, ayrılırken arkasından uzun uzun bakar; içimden mutlu olmasını dilerdim, hatta dayanamaz bağırırdım arkasından. Derdim ki; sırtını dik tut, bütün ağrıların dinecek, derin bir nefes al,  bütün varlığınla sarıl bana ve yeniden başla. Seviyorum seni, arayı fazla açma, yine gel!

Sende öyle!

Yine gel! 

Bu gidiş sana göre değil...

K(a)dına
Sıkışıklık içinde parça parça eziliyorum
Ruhuma çarpa çarpa derin yaralar açıyor yokluğun
vücudumda
Ruhsuz kentlilerin arasında öyle bir kaldım ki;
kendimi sarıyorum

30 Eylül 2018 Pazar

Düşünce

Birden ama gerçekten birden, döküldü yağmur...

İyi geceler sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Aradan aylar geçti. Hiç bir şey olmamış gibi adam kırmızı ışığın durdurduğu arabaların önünden, yaya şerit çizgilerine basmamaya özen göstererek, karşı kaldırıma geçti. Arkasından trafik yavaşça hareket etmeye başlarken, aklından alt alta dizsen, muhteşem bir şiir olacak sözcükler geçiyordu. 

"Seni tanıdığımdan beri içimde sönmeyen bir yangın var!

Önce derin bir nefes aldı. Eylül ayının bitişine sevindi. Artık yorulmuştu, en çokta düşünmekten. "Halkalı Şeker"i kim söylüyordu diye geçirdi aklından. Düşündü, aklının ucundan şarkının komik ismi dışında hiç bir şey geçmedi. 

Düşündüğü her şey! Her yaptığı şey, sanki bir gerçeği yüzüne vuruyor gibiydi. "Düşünme, düşünme, düşünme" diye ikaz ediyordu kendini. İnsan bu, düşünmemek, hayvandan ayıran tek şeydi. Yinede düşündükçe mantıklı gelmeyen şeylerin altında ezilmek, yürürken, uyurken, susarken, okurken huzur vermiyordu...

Hiçbir şey de huzur vermeyecekti adama, hiçbir şey olduğunu kabul edene değin. Adam hiçbir şeydi, kalabalığı derinlemesine yaran bir yabancı. Kökü olmayan, otsu bir gövdeden ibaretti. Yinede yaşayan her canlıya saygı duyarak, yeşil tutuyordu gövdesini... Yaşamın tek kuralı budur, saygı duymak. Olduğun şeye, olacaklara, farklı olana saygı duymak. Bilmediğin bir şeye saygı duymak. 

Memento mori!

27 Eylül 2018 Perşembe

Bizim Yalnızlığımız Güzeldir

Sessizce geçiriyorum zamanı son sözlerini yazdığından beri,
Okumadığın çokça satırlar yazıyorum, şehrimin sokaklarında,
Yağmurun tenhalaştırdığı günleri adımlıyorum,
Yorgun bedenim, uykulu gözlerim, yeşiline hasret
Gözlerime düşen bir hayale takılıyor aklım,
Gülmek istiyorum, içim izin vermiyor, kırık şerit
Bir gerçek dağılmış, sıkıntım baki, yol sessiz
Yüzümü yırtıp yakıyorum kederimden
Sessizce geçiyorum sokaklarından şehrin, hava kurşun gibi ağır
Yeni ve eskimiş bir hayat,
Soluğumu kesen yokuş, sigaramın ağırlığı, ölçülecek bir şey değil
Öldürecek bir şey bu
İnsan sayısına bakarsak ben yalnızım galiba,
Kendi fikirlerini taşıyan hastalıklı bir çocuk,
Süresini doldurmuş hayat, zırvalayıp duruyorum 
Üstüm başım sırılsıklam, başka bir zaman anlatırım
En baştan soruyorum, durakta sormadım say
Kal, kal, kal...
Ben bildiğim lisanda tarif etmeye çalışıyorum

26 Eylül 2018 Çarşamba

Adına Yakışır Her Şey

Bir şeyin ilk defa olmamasının ilk sonucu; 
hiçbir şeyin o andan sonra aynı kalmayacak olmasıdır.

Günaydın Sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Kent kadının gittiği gün gibi, gri gökyüzü altında besliyordu adamı. Yağmur ve kadını çok sevmişti. Belki de ikisi de uzak olduğundan, fakat bu durum bir cümle önceki gerçeği değiştirmeyecekti... 

Dünyanın başka yerinde, başka bir tarihte, başka bir iklimde, sıcak bir anda, içinde bulunduğu koşulların ötesinde, oturduğu masa da henüz sıcaktan soğumaya yüz tutamamış yarım bardak çayından bir yudum daha aldı. -tıpkı onun gibi- yağmuru ve kadını çok sevmişti. Çok kişilik masasına çoğul yalnızlıklar sıkıştırmış, sallanmasın diye, pes sesli bir kadının söylediği; içinde gökyüzü, yalnızlık ve umut geçen şarkıyı dinlemekteydi. 

Ağzının içindeki yükselen garip acı duygusu, bir asit duygusuyla gölgelenmeseydi daha iyi olabilirdi, ve bütünüyle iyi niyetliydi. 

En az yanlış kaderi kadar, en az yalnızlığı kadar.

Ve yağmur kendini hissettirmiş, şimdi ki zaman aralığında...

K(a)dına
Adı özgürlüktü, yalnız bıraktı sahip olmak için
adına yakışır her şeye

20 Eylül 2018 Perşembe

İyi Adamlar, Görünmez Kadınlar

Şimdi ben, 
Rakı şişesindeki melitim
Sende gelmezsen! 
Kim dünyaya getirir ki beni

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Artık her akşam üstü içiyorum ve her sabah daha çok okuyorum. Geceye düşüyorum. Gölgemi yırtıp içimin yollarında buluyorum kendimi. Bu hayat çok sıkıcı, bekledikçe daha bir kısaltıyorum ömrümü, dokunuyor bana bu yalnızlık...

Yol sessiz.

Çok bir şey istemedim aslında. Biraz kitap, biraz müzik, biraz kahve, bir kaç kelime yeterdi kırgınlığımı avutmaya. Yürüyorum saatlerdir, şehrin birikintileri üstünde... Islak. Yüreğimde iki damla kan, iki damla gözyaşı gözlerimde. Yol bitmedi. Sıkıldım. Oysa yol çizgilerini ne çok severim. Hiç bitmeyecek gibi gelirdi. Yol karanlık, ben yalnız. Şimdi bana puslu bir hava, yağmur, sessiz sokaklar ve kimselerin bilmediği şarkılar gerekli. 

Parmak uçlarımdan dökülen sözcükleri anla. Aklımın uzadıkça karaladığı kağıtları oku. Gözlerimden dökülen yaşlara sarıl. İnsanın kendini rezil ettiği o duygudan "Aşk"tan bahsedelim biraz. Milyarlarca insan, ağlayan, gülen, dünyaya gelen hiç birinin anlama veremediği, boşluğa düşüp yuvarladığı o dünyadan bahsedelim. "Dünya" kırgın bir hikaye; insan bu hikayenin tam orta yerinde... Boğaza takılan bir yudum su hayat. Yaşamak! Ekmek ve şarap şahit olsun; kalbini unutan bir insan, yüzü merhametsizlik lekesi. İşte tam da bu yüzden kimliksiz bir ötekiyim. Lisanını henüz tam kavrayamadığım bir ülkenin aylak, arsız, umarsız bir serserisiyim. Kırgın bir mevsimim var, yollarım uzun, saatim bozuk yelkovanı çalınmış bir zaman eskisiyim. Zamanın nasılda böyle insanı eksilttiğinin en güzel örneğiyim.

Azınlıktan, hiçlikten ve yalnızlıktan yana.

K(a)dına
Sesini başka lisanlarda dinleyemediğim

17 Eylül 2018 Pazartesi

Perşembe

İkince kez ayrıldık; uzun zaman sonra bunu dile getirebilsemde
Dediğin gibi bir gün yeniden karşılaşır mıyız sayın dinleyen?
Hoş kal
İnsandan öte burası!

Her şey tersi gibi görünüyordu. Yeşil bile, seni kaybetmiştim; hemde üstüne yeni bir yaşam dilerken, hoş geldin Eylül, epey zaman oldu. Zamanla epey kaybolmuştum. Zaman, zaman acının kendisi. İçimde ki kaosun tam ordasında, patlamak üzereyim. Soluğu sana yazmakta, yine sana anlatmakta buldum. 

O gece yazdıklarını tekrar, tekrar okudum. Tekrar tekrar okuyorum... İçimde büyüyen, ne olduğunu bilmediğim bir karamsarlık her tarafımı sarıyor; sonuna geldiğimde... Başı ve sonu birbirinden ayrık cümleler. Kaba ama insana ait kuşkusuz. Her şeyin sadece kendisiyle var olduğu ve yok olduğunu dile getiren. 

Sonrası... Sarhoşlukla karışık, mutant doğma sancıları. Tek anımsadığım yorgun olduğum, uyuyakaldığım ve günlerden Pazar gece iki buçuk civarları olduğu... 

Sonrası; yağmurlu bir Perşembe geride kalan, Kedi Seven sokağında bir kadını boğmaya yeltenmem (olmadı), üstüne bir şeyler daha yazdım ve artık Perşembe delisine çıkmıştı adım. Perşembe senin gitme adın...

Uzamayacak hikayeler eşliğinde, uzamaması gereken bir kaç kelimeyle...

Yıllar geçti, sanırım yaşlandık biraz. Her şey değişti mi? Yoksa her şey aynı mı? Bilmiyorum. İçimdeki sanıya takılıp kaldığım her an "bazen" diyorum. Bazen, insan sadece en derin acısının yansıması olan birini sevebilir.

Olsun, her zaman Rock'n Roll iyidir!

Kayıtsız bir ilgi ile hayatı yaşayan gözlerle, kaybetmenin O' tuhaf şaşkınlığı, kaybetmenin ikinci bilinci ile kuşanan, O' buruk ve ışıltısız fragmanlar olarak, gözlerimde yaşlı bir ruhun kayıklığıyla her şeyi kaosa iten hikayeleri, sadece anımsamaya bırakıyorum.

Bir iç ses, terbiye edilmemiş, sessiz bir düşünce eylemi olarak, an'ın anımsattıklarına sığınarak!

K(a)dına
İyi bak kendine

11 Eylül 2018 Salı

Onca Sen Ağrısı

Bir resmiyetimiz var bu şehirde, onu da yık artık!

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

"Orası sana bağlı dedim. Bu sensin, senin gösterdiğin ve gördüğün, çok daha fazlası belki de; kelimelere henüz dökemediğim." 

Kahvemi içerken, ışığın tersten vurduğu yüzündeki gölgeyi artıran kirpriklerinin arasındaki gözlerini izledim. Farkında değildi. Kahvesini yudumladı.

Bir şeyin sonunu bilmek için, kahine ihtiyacı yoktu artık. Ardına saklandığı duvara, kapıya ihtiyacı yoktu artık. Tanrılar katında hissetmek için, vücudunun en tepesinde taşıdığı şu beyni, eski anılarını parlatıp birer birer dile getirmeye başladı. Gülümsedim. Artık yorulduğumu söyledim, en çokta düşünmekten. 

"Düşünmeden, yaşamalı insan bazen" dedi. Nereye gittiğini bilmediğim düşüncelerimden sıyırıp, keyifli bir sohbeti bırakıyordu dudaklarından sızan nefesi, hava moleküllerinden sekerek kulaklarımda. Büyük bir ağacın en yeşil yaprağı gibiydi. Kusursuz. Düşünüyorum da yazılı bir metnin parçası olabilirdi o an, becerebildiğim ölçüde. Bu gezegende hiç tanımadığı birilerine yazılmış, okuduğu onca metni silebilecek kadar aklından, ona ait bir metin olsun istedim. 

Ve şimdi üstü üste eklediğim kelimeleri, külah yaptığım kağıtlara doldurup, kendi ellerimle sunuyorum. Kendi haline bıraktığım, hakkını vere vere yaşamaya çalıştığı hayatın içinde. Şimdi! Sönsün bütün ışıklar, güzelle çirkin eşitlensin. Herkes sussun! Gece yanan yıldızlara gözlerimizi dikip, huzura bırakalım endişelerimizi. Gölgelerin şatafatlı kahkahalarına aldırmadan, siyahı kazıyıp beyazı bulana kadar, zamanda yaşamaya devam edelim.

Zamanın uçurumunda durup, saat kuramayız. Düştüğünde her şey paramparça olur... 

6 Eylül 2018 Perşembe

DELİNİN GÜNCESİ

" https://www.youtube.com/watch?v=_OUnhXD_4Wk "

Her hangi bir masalda, yağmur yağan sabahlarımız...

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Sana dokunduğum andan beri içimde sönmeyen bir yangın var. Sen bu yangını büyüttün ve gittin, artık sonsuz bir ayrılık... 

Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum. Artık yorulmuştum. En çok da düşünmekten.

Kaderi sev,

Sessizliğinde yüzlerce yazılmış satır mı? Yoksa basit bir cümlemiydi son noktayı koyan?

Her şey senin kendini adamışlığınla, korkaklığınla ilgili...

Her yaptığın şey.

Gerçekle yüzleşmeye cesaretin olup olmadığıyla ilişkili.

Geçerken hayatıma uğramış yolcu, bak şu ağaçlara, ardından yere düşmüş yapraklara ve artık okuma yazılanları burada. Beni göremezsin, kaderimi belirledin. Gerçekle ilişkisi olmayan, hayatın akışına zerre dokunmayan takvimden bir gün seçip, öylece gittin. Öyle bir tarih ki, her başlangıcı gömüp, o sahte sayfaları çevirip, gittin.

Yine kelimelerim Everest oldu, kıvamında kararak koydum karşıma, izliyorum bütün tırmanışları. Evet, delirdim, isteklerim beklentilerim artık daha da fazla, kızgınlığım anlaşılmamaktan. Bütün etkini bir kenara bırakıp bir sorsan; "Nasıl delirdin?" Bunca sen ağrısını akılla çözemeyeceğimi anlayınca delirdim. Tek tip kalabalığa yabancı biriyim. Sende ki beni, bendeki seni dökmeden, öfkemdeki acıyı, korkumdaki anıyı, deliliğimdeki aklı anlamazsan yanından geçemem...

Muhabbet mi? Hep acemice, bilerek, isteyerek... 

k(a)dına
yola çıktı

2 Eylül 2018 Pazar

İnsan, İnsanın Yenilgisi

"ve bütün yapraklarımı döküyorken şimdi,
Eylül diyorsun, tam da orada başlıyor ayrılık"
                                                                                                        -Ahmet Telli

İyi günler sayın dinleyen, İnsandan Öte burası;

Pencerenin önünde durmuş kentin çatılarını seyrederken, çatlaklardan göğe uzanan yeşilin sararması, işte! Eylül başlangıcı.

Hoşgeldin sonbahar, neredeydin aklım sende kaldı, devingen, sıcak, kurak, kesik kesik, kırılgan, sıkılgan, terli ve yarı ıslak geçen yazdan sıkıldım... 

Birbirinden habersiz uçuşan kuşlar yol alıyor şimdi, ılıman rotalara... Bazen bir anafor sözcük yakalıyor belleğimi, yerle gök, ölümle yaşam arası savuruyor. İşte buradayım, kentin derinliklerine bakıyorum. Mesafeler aramızda kısalıyor, kuş bakışı. Sonbahar bulutları, doyuruyor maviyi, hafif bir esinti, güneş hala işliyor ince ince sıcaklığını, bir kaç haftası var onun da soğur; fakat soğumayan tek şey "özlem" insanın içini ömür boyu kurutur.

Daha iyi görüyor insan yaşlandıkça, hatlarını, ifadelerini, ayrıntılarını yitirmiş bir yüzün ovalliğiyle başka bir şeyin camdan yansımadığı, lekeler içindeki penceremde hikayesiz yüzüm. Daha yalın, yoksul ve sığ yaşadığım kentte, sen sanıp kimlere aşk dedim bir bilsen. İmgelerle, sözcüklerle, ışıkla dans eden gölgemle; kalan hayatımda bir mucize olur da gelirsen, çek al beni şu dipten.

Şimdi ufukta bir kırbaç izi gibi beliren kızıllığa doğru yürüyorum, henüz değil daha sonra -yarın- diyeceğim, gelecek; unuttuğum ne varsa yeniden ezberletecek, bilmediğim ne kaldıysa öğretecek. Son cümlemi ararken bitkin bir düşünce, hayata dair düşünemezken, taze bir esinti vuruyor yüzüme. Altuni kanatlarımı açıyorum dolduruyorum içini, hep aynı hikayeye uçuyorum... Kadehler doluyor, küllükler boşalıyor, tabaklar boşalıyor, sözcükler yavaşlıyor, başım dönüyor, son ve boş yudumlara kalıyor bir türlü söylenemeyenler... İnsan hep aynı hikayeyi anlatıyor, insanın yenilgisini. 

k(a)dına
giderken eğilen yüzüm
yokluğunda
bıraktığın yarım hayat tek tesellim, gözyaşlarımdan belli
gel
otur
yeniden
bir çay içelim

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Zamanın Sessizliğinden

Kızıyorum, kendime sadece...

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Yazmak, mürekkep lekesi, mürekkep kiri. Dağıldıkça beyaz sayfaların üzerine kirlenmiş düşüncelerim, tertemiz bir belleğe dönüşüyor. Umutlu, biraz da mutlu oluyorum. Biraz kızgın... 

Düştüğüm yerde tutunmak, durmak, susmak, konuşmaya lüzum yok, aslında duymak, her şeyi duymak, her şeyi duyamamak. En iyi konuşmak... 

Konuşayım mı?

Peki konuşayım, şimdi... Sana yaşamaktan söz edeceğim, zamanımız az. Bugün, işte bu gece, sayılamayacak denli çok sözcüğün arasından çıkıp, yığınla doğru sözcüğün arasından, yalnızca birini seçerek başlayacağım; DOĞMAK.

Aslında insan, bir konuda konuşmaya başlamak istiyorsa, mutlak bir sessizliğin içindedir, yalnızca sözcüklerin tınısını duymak için konuşmuyordur. Yoksa anlatacağı her şeyi zamanla anlatmış biri için neden bu denli sözcükleri ahenkle dans ettirme gereksimi duyayım ki.

Nasılsın? Bana bu soruyu sormayalı uzun zaman oldu. Hep bir "Nasılsın?" soruma karşılık olarak yer buldu. "Sen nasılsın?"

Hah!

Hayatında bir kez, ama tek bir kez duymuş olsaydım o soruyu kurumuş boğazında, bir solukla duyulan tınıyı, yerimden fırlarken bacaklarımın dağılıp çözüldüğünü hissetseydim, cam kırıkları gibi saçılan bedenimle koşarken, "İYİYİM" derdim. O bir tek sözcüğü kurabilseydin, bir bedeni yeniden doğurabilecek sözcüğü, o zaman anlardın. Anlardın bütün yazdıklarımı...



K(a)dına
İçinde kuru dallar, soluk altın rengi ay ve son sahipsiz çığlık olan
Beyaz kağıtları yüzdür, mürekkep lekesi kalmasın


27 Ağustos 2018 Pazartesi

Son Diyorum Ama, Sonra

Oysa sevmeyi bilmeyenlerin meyhanesinde çıraklık yapmıştım.
Gece uçan beyaz kuşları sende gördün mü?
Ne güzeller!

İyi akşamlar sayın dinleyen; İnsandan Öte burası!

Bir ses taşıyıp getirdi beni buraya, onca zamandır yazılan satırların arasına. Yalnızca üç-beş sözcükle başlamıştım, o kadar. Bende bu sözcükler kadar yorgunum. Bütün sözcüklerde sen varsın. Bütün sözcüklerde ve hiç birinde...

Belki ancak şimdi verebilirdim yokluğunu cümlelere, geceye, müziğe, şiire, hiç bir yerdeliğe, her şeye, mutlak bir başlangıç olurdu bu.

Her biri birbirinden farklı belki aralarında aynı isme sahip olan insanların arasında öylece oturuyorum. Otuz yılın birikimiyle dolu mazinin, aklımda bıraktığı gölgeye sığınmış, suspus. Aç karnına fincan fincan kahve, sonrasında bira içiyor, inatla bir şeyler yemiyordum. Herkesi rahatsız edecek kadar sigara tüttürüyor, tek bir cümle kuramıyordum... 

Hala tek bir söz edemedim. 

Ayrıntıların farkında olsam da herhangi bir bütünü tamamlamış değilim. Suskunluğum uzun koridorlar gibi, bitmiyor... Gece ilerliyor, içtiğim bira midemi bulandırıyor, çözülüp dağılmaz, keçeleşmiş bir yalnızlık, iki sözcüğün ortasında sıkışmış virgül gibiyim. "Zaman" ve "Sen" aynı anlama gelen iki sözcük oluveriyor. 

Vakti geldi. Kendimi dışarı atmanın, yalnızlığımı kabullenmenin, yalnızlığımla yüzleşmenin. Sözcüklendirerek hayatıma ne yaptığımı görmemin. Saatler boyunca yürümek, kan ter içinde, hava sıcak, kaldırım sıcak, bir süre oturmak. Sende bütün gülümsemeleri hatırlamak, sende kendi hayatımı, sende hayatı sevmek... Yorgun adımlarımda ki kararlılığı ayrı ayrı algılayıp, benimsediğim asla benim olmayacak sana, sonsuz, sonsuz bir an yaratma isteği ile yaşamak. 

Sonra... 

Sayfalardan, saatlerden, duraksamalardan, noktalardan, korkulardan sonra... Asıl şimdi başlıyor. Bir sürü şimdi, bir sürü yarın, bir sürü sonra. Susmak, sonra susmak tamamlayamayacağım yüzlerce yazının geleceğini yaşatmak için, susmak, bir süre daha...


K(a)dına
Adını hep anıyorum
Sözcükler ise; çıplak, kırılgan ve bir soluğun gölgeleri,
Sözcükler; birer yankı, suskunlukla mayalanmış, yeni bir sen doğurmak için

22 Ağustos 2018 Çarşamba

Delinin Yıldızı

Bazen bir meselede ısrarcı olmak sonucu değiştirmez. Bazen de ilk denemede olmaz, daha çok, çok daha çok denemek gerekir. İnsanın talihi de ekseriyetle tuhaftır, denemesi gerektiğinde pes eder; vazgeçmesi gerektiğinde ısrar. Bir Japon atasözü der ki; "Yedi kez düş, sekiz kez kalk." Düşmeyi bilmeyen kalkıp yol almayı öğrenemez... Bu yönüyle düşmek ve tekrar denemek, belki de ihtiyacımız olan tek şeydir. 

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Düşmek ve kalkmak ayrımında olmadığımız yerdeyiz. Yanlış ve doğrunun ne olduğunu bilmediğimiz bir kaosun ortasında. Elime klavyenin tuşları takılmış aklıma geleni yazıyorum. Ben bir ayyaşım, deli, dertli... Hüzün kapısından çıkamam, işte öyle kederli. Kaybettiklerim, eksilttiklerimle ölçülü. Bu değişmeyen ben. Bu kaosun merkeziyim. Yine de yazmayı ve yaşamayı seviyorum. Bu yol nereye kadar gidecek bilmiyorum, ne var yani gerçekten korkuyorum, yinede geçecek bir gün biliyorum! 

İnsan tuhaftır. Hem unutmak istediğini söyler, hem unutmak istediği meseleyi, kişiyi -her neyse- sabahtan akşama cümlelerinde taşır. Bu bir unutma değil unutmama çabasıdır ve herkes farkındadır. Kierkegaard, "Fakat unutmak gerçekten sessiz sakin bir iştir." der. Hiçbir hatırayı ve hiçbir insanı bağırıp çağırarak unutamaz insan; maalesef...

Var ol.

K(a)dına
Tadımlık
O kadar güzel bakıyordun ki, aşık olmamak mümkün değildi

19 Ağustos 2018 Pazar

Uyandım Bir Sabah

Kafamın içinde ona söylenecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu biliyorum, senelerce söylesem bitmeyecek şeyler. Fakat, o bunu duyamayacak kadar uzak iken, geçen zamanda söylemek istediklerimi sadece yazabilmek beni az da olsa rahatlatıyor. Yoksa kafayı yememem içten bile değil. Susmak bir insanın içinde yanan en büyük cehennemdir. 

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Seni sevdim, seni birden bire değil usul usul, bekleye bekleye, çoğala çoğala sevdim "Uyandım bir sabah..." gibi değil, öyle değil. Şimdi bir otogar kalabalığı yaşıyorken yalnızlığım. Soğuk ve beceriksiz. Terli ve ıslak. Yoğun ve güçsüz. Birazda yorgunluk, zamanda o da birikmiş. Yaşlanıyor olmalıyım. Eskiden daha mı güzel anlatıyordum seni diye şüphe duymuyor değilim yazmalarımda. Sen yazdıklarımı çoğu zaman okuyorsun, en iyi sen anlarsın. Bana anlatır mısın? Bende gördüğünü, yazdıklarımda hissettiğini. Eksik bıraktığım, eksik hissettiğin ayrıntıları...

Bugün sana o kadar benzeyen bir kadın gördüm. İnanılmaz derece sendin. Alnın, gözlerin, konuşurken duraksamaların. Adamın biriyle konuşuyordu tam karşımda. Gözlerimi kaçıramadım. İzledim bir süre, şaşkın şaşkın. Geçmişe uzandım birden, geçmişte seninle olan konuşmalarımıza. Adam bana benzemiyordu. Kadın sen. Senin kadına bu denli benziyor olmanın beynimin DNM bölümünün bir oyunu olduğunu biliyordum. Olsun ben bu halimi de seviyorum. Hayalci, hayalinde tutkulu ve gerçekçi...

Gece artık, tahta masamda bilgisayarın ucunda şarkılarımı açmış yine yazıyorum. Belki, tahta masam da bir gün şarap içeriz.

K(a)dına
Mevsim değişiyor, yeniden
Geç değil,
Bizi yağmurlar sever

12 Ağustos 2018 Pazar

İz

Kadın saatine baktı... 

Zaman bileğinin üzerinden hiç düşmeden yelkovanın akrebi kovalaması kadar, kararlıydı.

İlerlemekte.

Bir de sigarası vardı. Hep vardı. Dolmuş kül tablaları ve soğuk sabahların kahveleri, akşam üstü içilen bira. Bazen yorgunluk üzerine. Tütün ve alkol yani ve uykusuz gece mesaileri. 

Sormadım, soramadım. 

Gerçeğin ne olduğunu bilmeden yaşamaya devam ettim. Bana dönük fısıltılarını izledim. 

Hala onun peşindeyim. 

Şehirdeki diğer kadınlar gibi olmadı hiç. Onun söylemediklerine hiç inanmıyordum.

Ben, anlamadan sustum,

O, genellikle konuşmadı.

Ve bitti...

Bugün

Bir gün elbet gidilecekti

Mutlaka, bir şekilde ayrı yollara

Bunu yaşamak hiç iyi gelmedi,

Yokluğunu sen sanıp beklerken

Üstelik bunu bildiğini bile bilmeden

Zamanla yarışıyorduk, beceremeden

Aslında "zaman" sakindi, olmayan biz

Olan o gece, o tek gece, 

Başlamak; son öpücük

Belkide, 

Kaç kere tekrarladım yalnızlığımla

Gece, keş ve keşke...


Mi sei mancato, benvenuto!

9 Ağustos 2018 Perşembe

Kaygılarım var benim; hep bir mahcup olma korkusu...

Yaşamak böyle bir şey değil. Ruhla yaşamıyoruz. Bir ritmi yok yaptıklarımızın boş boş gidip geliyoruz,

ve çok sıcak, sıcak gerçekten, Ağustos hep böyle sıcak,

iyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası! 

Hep başkaları var, ben yokum. Yalnız ölmeyeceğim değil mi? Bir kuytuda kaybolmuş biri olmayacağım değil mi? Onlar ne derse kabul etme. O zaman söyle; "Her geçen gün saplansa da ruhuna bir bedene bürünmüş bensizlik, henüz sıcaktır yarası. Böyle gitmez merak etmeyin, benimde onsuz sancılı zamanlarım oldu, beni de yara bere içinde bıraktı hayat, yinede geride bıraktığım kalbini düşlerim, o ben ve ben o olmayı çok önce seçtim."

Fakat sen bu sözcükleri bir araya getirip kurabildiğin bir an, benim duyumsayamadığım gerçeğiyle yaşamak, takatim kalmadı, kalemim hayallerime sarılıp merdivenler boyu sana varış hikayeleri yazmaya, kağıdın başında soluk soluğa duruyorum. Buraya artık seni eklemeli... Gülümsemeni mesela, gözlerinde titreyen ışığı, ne güzel olurdu yeniden seni görmesi soluk soluğa...

Şunu bil ki yaşamak.... Fazlasıyla ince ayar gerektirir.

Şu an burada yeni doğan bir fil dans ediyor ve dünya bir dakikalığına güzelleşiyor.
K(a)dına

"https://www.youtube.com/watch?v=EA8ln_j_UPg&list=RD0SNoGld-P5M&index=33"


21 Temmuz 2018 Cumartesi

Yani hiç bir şey bilmiyorum, koşulsuz inandığım ne varsa hepsi gitti. Yalnızım diyemiyorum, yalnız olamadım hiç. Etrafımı dolduran çoğul, boş, yalancı bir kalabalık hep oldu. Hep olacak... Sonra ben bir gün, bir gün gerçekten hepsinden gitmek için daha çok içmek yerine, ayık bir kafada geceyi sonlandırıp sabaha uyanacağım. Bunu bir şekilde yapacağım. Bunu yapmalıyım... Sonra değiştiğimi anladığım da o zaman kaybettiklerimde olmayacak, yalnız kalmamam için çırpınan o kuru kalabalıkta.  İşte o zaman gerçekten yalnız kalacağım. Ağır olan sanırım bu. Buna dayanacak kadar gücüm olamayabilir. 

İyi akşamlar sayın dinleyen; İnsandan Öte burası!

Hep ben konuştum, hep ben bahsettim kelimelerim de benden başkası, bunca zaman, bu kadar çok bekleyemezdi. Neden mi bekledim? O gözlerin bir kere baktı ya, bir kere çektim ya dudaklarından nefesini, o bana öleceğim güne kadar yeterdi. Evet insanlar oldu, hepsi eskiden daha yabancı olan bir çok insan... Senin de oldu, seninde var. Fakat ben dindiremedim acımı, sana gelen, bana yabancı o insanlar senin yüreğinde ki o dürüstlüğü tanıdıkça nasıl kopar senden. Nasıl çekip alırım sen istemeden ellerinden... Ruhumu saran gecem, ben başka birine bağlanamam, o gözler benim; ağlıyorum içten içe, kimsesiz bir karanlıkta, gönlümdeki bu sevda, derdime şifa veren olmayacak, kalbimde ki en büyük yara senin, daha çok, daha da derin... 

Mi manchi!

18 Temmuz 2018 Çarşamba

Beklemek;


Yıkık dökük bir şehir var içimde. Bir zamanlar çok daha mutlu olduğum bir şehir. Şimdi caddelerinde adımların yok, yüzünü gören olmamış epeydir, sesine herkes sağır. Terk edilmiş olsa bütün şehir, ben o ağaç altındaki banka ağlar, beklerim…

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası....


Durup düşünmeye epey zamanım oldu. Elimde kalan son umuda bile razıyım aslında.

Kaybettiğim yıllarda öylece kalsın, ellerini tutabileceksem bir daha. Ellerin, hani o baş parmaklarının tırnak kenarlarının etini sürekli yediğin...

Senden sonra hiç bir şeyi çıkaramıyorum aklımdan; gülümsediğinde kısılan gözlerini, güneşi hapseden belli belirsiz gamzelerini, rüzgarın bana kilometrelerce öteden getirdiği kokunu...



Koca bir şehri unutabilirmişim denesem ama güneşin bile bizim olduğumuz ana şahit olmadığı o bankta ömrüm geçse unutamam ben. Unutamam o ilk uzun gece yarısını... O gitmeye yakın duran bakışını, o gitme dememi beklediğin anı...


Bir solukta sarf edilecek sözleri, arkandan söyleyememek, aylarca aynalarla konuşmak demekti benim için. Çok sustum, çok konuştum kendi kendime, bir damla yaşı “ağlamıyorum işte bak” diyebilmek için göz pınarlarıma hapsetmekti. Biraz da yukarı bakmak.

Bedenimi yerle bir eden acıyı, lûgatımdaki tek bir kelimeyle tarif edememek bile ağır değildi, beni yalnızlığımla baş başa bırakırken. 

Küçük bir çocuk gibi, dudaklarının arasından süzülecek tek bir söze tabi olmam mıydı beni aptal eden? Yoksa sen miydin benim çocuk yönümü mahveden? 

Aslında artık pek de önemi yok. Bedenimdeki acının kaynağını arıyordum yıllardır. Beni kırık camların üstünde yürüten deliliğin sebebini… Ucunda tek bir ışık bile göremediğim o tenha sokaklarda, senden sonra hiç kimsenin uğramadığı kuytularda buldum cevabı...

Seni severken kendini heba eden kalbim, sen yokken bıraktığın acıya tutunmuş. Senden hariç seni sevebilmek adına. Ben seni sensiz sevmişken. Seni sevmeyi severken... Aklıma gelecekse, aklıma sen geliyor, bindiğimiz otobüsler artık o banktan geçmiyor. 

17 Temmuz 2018 Salı

Aynadaki Yüzler


Tüm yaşamı boyunca sadece doğduğu ve öldüğü anda masum olur insan. Arada kalan, yaşam adını verdiğimiz hayatında ise kötülüğün içindeki iyiliği ararken, iyiliğin içindeki kötülükle yüzleşmekten başka gerçek olan nedir ki... İşte bu yüzden doğduğu ana aittir insan. İşte bu yüzden doğmak ölmektir aynı anda. Çünkü her canlı ölmeye doğar.

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası...

Yine uzun bir süredir yazmıyorum, yazamıyorum, kelimelere dökemiyorum düşüncelerimi, anlamsız bir karşıtlık oluşturuyor birleşince kelimeler cümleye. Hiçbir şeyin değişmediği günlerin birbirini takip etmesinin verdiği huzur, hiçbir şeyin değişmediği anlarda bile değişen binlerce şeyin farkında olmayanların yaşadığı hayat biçimleri. Şimdi anlatmak istediğim bunların olması, oturmama neden olan kağıdın başına, mürekkebin hayran olduğum kokusunu hissettiren, gece yarısına saatin yaklaştığı şu son iki saat kırk yedi dakika ve ilerisi; on ikiye yol alan akrebe yardımcı olan yelkovana bakmak... 

Bakmak bazen yaşamı reddettirecek kertede acı... Öyle ya! Bakmak aynadaki görüntünün onayını almaktan başka nedir ki? İzdüşümün; izi düşeni onaylaması, işte hayatınızın üstüne kurduğunuz budur. Bunu böyle söylemek istiyorum, çünkü; aynaya baktığınızda orada olmayanı görenlerimiz çoktur. Ve bu yüzdendir ki, baktığınızda, nereye olursa olsun, orada olmayanı görmemeye çalışın, sizi kendinizin izdüşümü olmaktan öteye götürecek olan budur. Bu sizi kendinizle tanıştıracak olandır. Biliniz ki, aynaya çarpan nefesiniz yaşamın ılıklığını barındıran buğusundan arınmış olarak yüzünüze geri döndüğünde hissettiğiniz ölümün nefesidir. İşte tam o anda, aynadaki, bir izdüşümün değil, ölümün gözleriyle bakandır. Ne mutludur ki ölümüyle tanışmış olanlarınıza; ki sadece onlar kendi olanlardır.

Şunu da aklınızdan çıkarmayın, sahip olduğunuz tek şey sahip olamayacaklarınızdır. 
Sadece onlar terk etmez sizi...

 " https://www.youtube.com/watch?v=_SBoYajdSFQ&list=RD0SNoGld-P5M&index=25 "

7 Temmuz 2018 Cumartesi

Mevsim

Ne sabahı, ne akşamı farkeder bu şehrin. 
Aslında her şey kontrolsüzce olduğunda bir iz bırakır insanın damağında, 
İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Not 1: Sonbaharda sevsen beni sevgili, şemsiyemizi açmasak inatla ıslanarak uzansak kaldırımlarında şehrin,

Not 2: Beni kışın sevsen keşke sevgili; Karışsak bir vücutta, soğuğuna aldırmadığımızı göstersek, fırlatsak bir kenara "ben"lerimizi, biz olarak,

Not 3: İlkbaharda sevsen sevgili keşke beni, az bulutlu mavilikte, yeşile çalan ağaçlara dayasak sırtımızı,

Not 4: Sevsen beni sevgili yazın; sabahını serinlikle karşılasak, akşamına mumları yaksak...

Ümitli şeydir notlarım, tutup yalnızca beni sevsen. Ne sabahı, ne akşamı farkeder bu mevsimlerin

5 Temmuz 2018 Perşembe

bi' kahve, bi' söylem

Hayatımda birçok sevinçli günüm olmuştur. Fakat hepsinden güzel, hepsinden unutulmaz, hepsinden sevinçli olabileceğini umduğum bir tek gün daha olabilir. O gün seninle ve hiç ayrılmamacasına yaşayacağıma inandığım gündür.

İyi akşamlar sayın dinleyen, güneş az sonra tamamen batmış olacak, İnsandan Öte burası!

Sen böyle bir günün, böyle bir anın, bu denli rüzgarın uğultusuyla güneşin batışı arasındaki sıcak bir akşamın gelebileceğini pek tahmin etmezsin. Doğrusu bende edemiyorum. Ama hayattan da başka hiçbir beklediğim yok. Bugün için sana da bana da bu kadar imkansız görülen bir saadet, günün birinde gerçek olabilirse, bütün ömrüm içerisindeki kayıplarımdan hiçbirine üzülmeyeceğim. Yalnız o sevinç bana kâfi derecede yaşamış olmak için yetecek...

ve

Şehir, ben olmaktan vazgeçerek biz olmaya razı olmanın yeri olacak. Ben ilgisi olmayan yere sığınacağım şimdilik; yazmaya. Seni aldılar çünkü, kalın parlak kapaklı bir kitabın içine anısı çoktan unutulmuş bir çiçek gibi sıkıştırdılar ve kapağını üstüne kapadılar. Korkma, hiç unutmam, orada bırakmam seni... Sana yazmaya devam!


"https://www.youtube.com/watch?v=PYF8Y47qZQY&index=6&list=RDMMBbRVk6Dq9hU"

(k)adına
paraşüt kulesinden atlayamayana kız verilmiyor! :) 

2 Temmuz 2018 Pazartesi

28 Haziran 2018 Perşembe

bu; çok uzun, derin, karanlık, yağmurlu gecelere ait bir şey...
                                                   iyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!


26 Haziran 2018 Salı

Şimdi Uçmak Ne Zordur

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası....


Belki bir süredir yazdıklarımın farkında değilsin. Okumuyorsun belkide. Zamanın sana bıraktığı ağır bir yolculuk içinde, yorulduğun her dakikanın ne kadar berbat geçtiğinin farkındayım. Sana kelimeler kuramam fakat, ne demek istediğini, neler yaşadığını, ne kadar uzak olursan ol hissederim. Üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm, yaşadığın onca şeyin bir tanesini bile kaldıramam ben, eminim. Hayatın sana getirdiği ne varsa... Nasıl kelimelerim de boğulup anlatamıyorsam. Aslında...

Aslında her şey değişir, ışıktan ve karanlıktan bağımsız olarak. Senden, benden insanlardan bağımsız olarak. Rollerimiz bunlara asla engel olamaz. Hüzün, sevinç bir arada ansızın gelip giden bir eylemdir. Ama bu dünyanın üzerinde ışıktan ve karanlıktan bağımsız bir şey varsa...

O da ölümdür. Ölüm var. Ölüm her yerde var. Ölüm karanlık, ölüm acı, ölüm üzücü...

Ölüm nefesin göğüs kafesini zorladığı andan itibaren, ilk oksijenin ciğerlerini yakıp, seni ağlattığı ilk andan itibaren var. Ölüm, hiç istemediğin bir an çok sevdiğin bir insanın yüzünde. Orada kendine ait ne varsa gördüğün... O an kalabalık, gözyaşı var. Yutkunursun, o an konuşmak istediğin çok sözcük var, susarsın.

Ölüm kenar sever, köşe bucak arar. Ölüm kenar keser. Çünkü ölüm kenarda bir şeydir, bir şeyin kenarında bulunur ve bekler. Bence hayatta ki en büyük sancıda beklemektir. Dolayısıyla ölümün ardındaki sancı çok büyüktür. 

O esnada kim doğru yerde, kim yanlış yerde, bilemezsin. Yutkunursun daha da zorlanarak ve daha ciddi ne olabilir diye düşünürsün. İşte özlemek sonrasında en ağır yükü bindirir omuzlarına, ellerini tutmak, bakmak istersin, hissedersin yanında gibi. Uzanılmaz, tutamazsın ellerini, tutulmaz...

Sonra en ağır yerinde büyürsün yaşamın. Daha güçlüsün unutma, hiç bir şeyi ve kendini asla bırakma, bir nefes öncesinden, bir nefes sonrasına sen varsın ve seni hiç biri böyle hüzün içinde görmek istemez. Unutma...

17 Haziran 2018 Pazar

Büyümek

Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır. İyi anılar nadiren, kötü anılar sıklıkla hatırlanır.

İyi akşamlar sayın dinleyen, İnsandan Öte burası!

Dilimin kahreden şenliği ya da şiir... Onu kaç kere yitirdim, kaç kere boğdum, kaç kere buldum. Olmadı bir vapur yolculuğunda, martılara simit yetiştiremediğim bir zaman aralığında, usulca esen rüzgar ensemi üşütürken, sadece bir ihtimalle, her gün iki simit fazladan alıp bekleyebilirim. Martıların gelmesini. Her gün bir otobüs daha gönderirim, bir sonrakine binmek için... Bir gün elbet denk geliriz.

İyi ya da kötü biraz daha büyüdük. Sen bana yakın bir zaman diliminde doğdun, bende bir kaç gün sonra doğacağım. Telaşlı ve birazda heyecanlıyım. O gün bir meyhanenin --uzun zamandır oturmamıştım-- bir köşesinde oturup, dışarıyı izleyeceğim. Belki yağmur yağar insanların sokağı hızla terk edişini izlerim. Yalnız olurum, elbette. İnsanların hızla kaçıştığı sokağı da saran bir yalnızlık. Bir, iki kadehten sonra fotoğraflarına bakarım. Huzurlu, meraklı, sürekli gülümseyerek bazı bazı hayaller kurarak. Rakı içime romantik bir hikaye gibi yerleşir. Kavuşmayı beklediğim yazılar kaleme alırım ve bilinmeyen dakikalardan bahsederim, gözlerim biraz puslu. Mürekkebim çoğul. Ben yorgun... Çalarlar herhalde o sırada Müzeyyen Senar, der; "benzemez kimse sana", deriz kalabalıkla; usulca "benzemez kimse sana"... 

Bıraktığın/Bıraktığım yerden devam ederim, biraz sallanarak kalktığım masadan. Konuşamam belki bir süre sonra. Dilim daha bir peltekleşir... Tatlı bir huzur dökülüverir içime, soğuktur yinede ellerim. Soğuk kalır. Yağmur yağıyorsa hala, biraz da ıslak. Islak yanımda bir zamanlar yeşeren sen, kanıyor artık bir diken. 

5 Haziran 2018 Salı

Cevabı müsvedde bir kağıda yazılmış yaşama manifestosu

Biliyordum. Biliyorum işte! Kimse gelmiyorsa gelmiyordur. Konuşmak istemiyorsa konuşmuyordur. Duymak istemiyorsa duymuyordur. Görmek istemiyorsa görmüyordur. Hiç kimseye kötülük yapmadım, hiç kimseninde bana kötülük yaptığını düşünmüyorum, fakat kimse bana yardım etmek istemiyor. Duymak istemiyor, görmek istemiyor, konuşmak istemiyor. Gerçekten hiç kimse. İçimde bir sürü hiç kimsenin bulunduğu bir yaşam sancısı var. Yürüyorum onlarla, çoğalıyorum, çoğaldıkça daralıyorum, yoruluyorum, yorgunum... Öylece gidiyorum, herkes gider mi? Koşuyorum ben, rüzgar vücudumu kurutuyor, kaçmak özgürlük mü? Şarkı söylemememiz şaşılacak şey doğrusu.

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...