28 Aralık 2012 Cuma

Bir Taksicinin LOS ANGELES Hikayeleri

      6.45 , Kadıköyün yağmurlu ve puslu sokaklarında Türkçe'ye çevrilmiş, DAN FANTE romanı.                                
'Babam John Fante için.                                                                  Teşekkürler, seni muhteşem orospu çocuğu.'
 




     "Bazen diyor Fante,
      Yaşamınızdaki her şey boka sarar.
      Tüm hayatınız bok çukuruna doğru sürüklenir ve
      farkına vardığınızda her şey için çok geçtir."

     "Seni, puşt herif...Cebinde bin dört yüz dolar taşıyan sensin. Ama sakıncası yoksa, yolda durup yine markete uğraya bilir miyiz? Sanırım alkol parasına sıkışığım. Çok şey istemiş olmam değil mi?"
     Bir taksi şoförünün tuhaf hikayelerini, yaşamın ilginç kesitlerini ve asalet, sex, para, aşk, gurur, ihanet, alkolizm. Aslında bir taksi şoförünün değil bir insanın yaşam mücadelesi içinde kaybolduğu anlatıyor Fante.
     Belki de. Sizden birini.
   

Sex, Rain, Road...

     Dudaklarında geceden kalma ruj kırıntıları, rimeli akmış yürüyordu. Gece bitmiş sayılmazdı. Saat 5.34. Pazar sabahı. Kimseler yoktu sokakta, caddeler bir kaç saat önce yağan yağmurdan arındırmıştı kirliliğini. Sadece kadın üzgün, ıslak, korunaksız ve hafif alkol kokan nefesiyle yürüyordu.
     Neler yaşamıştı bütün gece ve neden ağlamıştı. Yavaş adımlar atıyordu, sanki ayakları geldiği yöne geri dönmek istercesine. Bir an duraksadı, çantasını açtı, uzun süre bir şeyler aradı, aradı, aradı.
     Sinirlendiği belli oluyordu, aradığını bulduğu da, yüzünde ki ifade yerini tekrar almış, titreyen elleri sigara paketinden bir tane sigara çıkartıp, alevlerle ısınmıştı. Derin bir nefes alıp soğuk havanın etkisiyle yoğun bir duman bırakmıştı gerisinde.
     Beyaz bir tişört, yırtık ve dizlerinin üzerinde hatta sadece kalçasının bir kısmını kapatan biçimsiz bir kesilmeyle kendisi tarafından tasarlandığı çok bariz olan blue jean şort, bağcıkları açılmış deri yarım botlar ayağında. Epeydir sokaklarda gezdiğinin haberini veren ıslak sarı hafif dalgalı saçları ve beyaz bir teni vardı. Bir ara sokak lambasının verdiği aydınlık sayesinde gördüğüm kadarıyla.
     Yüzü çok fazla seçilmiyordu, saçları engel oluyordu ışığın yüzüne düşmesine. Sadece dudaklarını görebiliyordum. Gözlerinin yeşil olduğunu düşündüm. Gözlerinin yeşil ve dudaklarında ki rujun kırmızı olduğunu. Bütün geceyi sürekli pahalı bir koktyle içerek geçirdiği belli oluyordu. Sevişmenin doruklarında ki haz ruj kırıntılarının bozukluğu ve dudağının bir kaç saat önce patlamış kısımdan anlaşılıyordu.
     Yanlış yaptığı bir şeyler var gibi, sigarasından uzun uzun nefesler çekiyor ve arkasında bırakıyordu dumanı.  Onu izlediğimin farkında olmayacak kadar dalgın ilerliyordu. Gözlerimin önünden kayıp gidişini izliyordum. Güzeldi. Güzel olan sadece onu izlemek değildi. O güzeldi. Duraksadım, perdeyi biraz daha araladım, pencereyi açtım. Yağmurun getirdiği toprak kokusunu içime çektim, caddeye göz attım ve tam köşeyi dönerken seslendim.
     Durdu, arkasını döndü, başını çevirdi, yukarıya baktı.
     Baktım. Baktı. Baktım...

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...