Dingin bir gece serinliği. Yolun iki yönlü boşluğu. Kediler uykulu, köpekler ulumakta, insanlar pısırık, kaybolmuşlar çocuklar. Sanırsın her şey bitti. Balkonda birinin açık unutulmuş lambası. "Sen kendi unutulmuşluğuna bak!" birazdan biri söndürür nasıl olsa o lambayı... Ağrıyla kamaşan gözlerini kapatmışsın sımsıkı, kıpırdamaktan korkarak kıvranıyorsun içten içe. Yaşamak, beni unutma diyor, yaşamak. Beni unutma.
Kahvenin tadını almak için önce kendinden kurtulman gerekiyor çünkü. Pek de biliyorsun ki göstermelik sevince dönüştürülen bir küçük gülümseyişin sabaha karşı seni ılık varlığına alıştıracak. Fakat yinede gönülden geçen düşünceleri bilince: Geçmiş gecenin derin sessizliği, -onsuz. Böylesi hiç de güzel değil. Böylesi...
O'dur...
O da aynen görüyor mu seni gözlerinde, sen öyle olduğunu düşledikçe...
Çünkü aynısınız... Her şey boyutunda hiç, yokluk boyutunda sessiz. O sessizlikte yağan muhteşem ezgiler boyutunda sonsuz ahenkli... Ayrı ayrı ama iç içe... Şah damarından daha yakın.
Aşk,
Bu mucize onun...
Aşk çoğalır sonsuzlukta...
Sürer.
Kuşkusuz....
Ve canının aşkı;
Milyarlarca düşünce ve sonsuz ihtimaller içinde o başka. O kendi düşlerini yaratır... Ve düşleri sonsuzluğun parçası ve bütünü olarak daha bir gerçektir. Hepsi "BİR", hepsi "SİZ" olmaya meyilli...
Yüzdüğü ve kanat çırptığı mavi gibi.