31 Mart 2015 Salı

Nasıl Yaşanacak

Sen ve ben ve bize verilen haller,
Çirkinlik saydık bir yenilgiyi,
Oysa…
Şairim, tıkanmam burada başlar;
Senin bırakıp, bıktığın yerde…
Seninle başladı, sürgününle sürüyor şimdi.
Buluşuyorduk ya ağaçlı yolda,
Gün soğuyor, ellerine bakıyordum kaçak.
Gecenin birleştiği gökyüzü, büsbütün kısık gözlerimizle,
Tüm melekler izlemeye hazırlanıyordu bizi, uyumadan.
Biz seninle hayatın kirli kaldırımlarında durmuş,
Oturuyoruz ya pis bir istinat duvarının üstünde el ele
Dudaklarımızın arası gidip geliyordu ya, en derin mesafe
Sen yanlıştı de buna, karşılığı hüzündür bende.
Farklı ibadetleri yasaklı gelmişti aşkın ne olduysa
Ondan sonra, ki her gece, kaybediş senfonisi
İçimi saran suskunluk kokusu,
Aşırı kurulmuş, göz karası, renksiz sözler
Yenildik ve sustuk işte.
Öyle çok kaybettim ki
Bir uzvum yenilgi oldu artık.
Ne dersin büsbütün yutsam mutsuzluğu,
Ulaşırmıyımdım mutluluğa,
Öyle olmuyor ama ve Saat 3.00
Gece hiçbir zaman iyi olmayacak yoksunluğunla

29 Mart 2015 Pazar

Dönüşüm

Uyanmak. Zihnindeki düşleri gölgeler altında bırakıp, ara kesitlerini hatırlayarak. Sen kendi üstünde biriken kumları silkeleyip atmayı bile beceremeyen adam, haykırışlarını bedenine sarıp kendini infaz eden adam. Hem hayattan, hem ölümden korktuğun şüphesiz doğru…

Yakarışların var olan sonsuzluğa uzanana kadar. Hayat alay eder gibi devam edecek. Düşüncelerin birbiri ardına istiflenmiş, balıkçı teknesinde satılmayı bekleyen alabalık yığını gibi kokmaya başlayacak.

Bırak, karış hayata. Aranız iyi değil ve her aydınlanmada daha da kötüye gidiyor gibi geliyor sana. Anlıyorum ama takılma. Herkese olan bu, sadece sana özgü değil bilmeni isterim. Onunda isteği bu; diz çökmen karşısında ve yorulduğunu, kızdığını görmesi aslında. Zor bir seçim seni bekler artık. Ya kapılırsın sistem denen dandik, asimetrik olgunun seni üzmesi adına ölene kadar devam etmeye ya da rest çekersin tüm korkularını yenip devam etmeye.

İlk engel kendi kimliğin, hadi kır zincirleri, denizleri ateşe ver, dağları yerinden oynat ve keskin bıçaklar sapla senin üzenlerin kalbine. Kaostan korkma. Yırt gökyüzünün mavi, beyaz, siyah, sarı, kızıl kimliğini. Söylediklerim ütopik gelebilir ama, cesaretinle beraber şu mecazlı ifadelerimi senin düşüncelerin doğrultusunda güzel bağlamlarda kullanabilirsin.

Zaferlerini artık yaratabilirsin ve sen kaybetmeye alışmış adam, yağmurun topraktan içeri sızdığı, güneşin yüzünü gösterdiği, uykundan uyandığın yahut yatmak için yatağa girdiğin an defnet eski düşüncelerini.

Uyanmak. Biliyorum yapamayacaksın kolay kolay hiç birini. Sıcak yatağından kalkıp, soğuk güne pencereni bile açamayacaksın. Üşümekten bile korkuyorsun çünkü. Buğulu camların ardından bakmaya devam edeceksin sokağa, insanlara. Sonrasında, gördüğün düşlerin aklına gelecek ve kahvaltını mutlu bile edemeden kederlenip bir sigara daha tüttüreceksin. Gözbebeklerin büyüyebilir, korkma… Aç karnına kendine yaptığın eziyet basit kalır, düşüncelerinin içinde farkında olmadan yarattığın katilin, aciz halinden beslenerek kanlı elleriyle boğazına yaptığı baskıyı düşününce.

Büyük değil istediklerin, senin için muazzam zor görünebilir. Hak ettiğin şeyler aslında bunlar. Bu yüzden boş boş volta atıp durma. Seni üzen, kötü kaderini yazan düşüncelerini ilk yol ayrımında bırak. Arkana bakmadan uzaklaş oradan ve içindeki katilin edasını takın. Acılarının, seni acıtanların katili ol. Her ölüm senin yüzünde gülüşler bıraksın. Çünkü onlar umutlarından sen farkında olmadan beslenmişti. Sıra sende. Dinle beni. Yürümeye devam et. Bakma arkana. Yürü. Yürü. Yürü. Koş hatta. Koş hadi. Koş…

Yeni yüzler göreceksin her köşe başında. Onlar senin umut bekçilerin, bellerinde orakları arkanda takılı kalan umutsuzluk hisselerini öldürmek için sallarken bir oraya bir buraya korkma, sana değemeyecek onlar. Sen devam et koşmaya. Patikalardan geç, denizleri seyret ve tepeleri aş, umut daha bir yüreğini beslediğinde, zirveye yaklaştığını hissedeceksin. Soluklan biraz. Gökyüzüne bak. Renginin daha parlak olduğunu hissedeceksin. En uç ve ulaşılmaz sesinle en zor notayı çıkart, bağır bağırabildiğin kadar, sök at mideni bulandıran kelimeleri.

Ufuklara bak iyice. Hiç bu kadar berrak görülmemişti değil mi? Sana ait ufuklar. Seni bekliyorlar artık. Kurak toprakların suyu beklediği kadar seni bekliyorlar. Hevesle. Kulak ver, dinle rüzgarın sesini ve ardında ki serinliği vücudunda hisset. Bütün duvarları, egoları ve umutlarını körelten tüm varlıkları hiç tereddüt etmeden bırakıp geldin. Bu herkesin harcı değil.     

Hiç bitmeyen ve her geçen an bitmeyene bir yenisini daha ekleyerek büyüyen o umutlarınla, tekrar yeşermek için, yeni bir başlangıç için, arzuladığın o yere geldin işte.

Saplantıların şaha kalksın, korkuların onlara eşlik etsin. Yarattığın cehenneminde karanlığa gömülsün o hiç bitmeyeceğini sandığın kötü hislerin. Son bir kez unutmaman için geri dön bak seni üzen hisselerin yanık kokusunu solu ve vazgeçmek üzere olduğun küle dönmüş o yıkık dökük şehrini izle.

Gözlerini kapat. Ve bırak kendini o uçsuz ufuğa doğru. Öldürdüğün kötü umutlarından anka kuşu gibi yeniden doğdun artık. Kendine ait olan umutlarınla resmet o muazzam gezegenini yarattın.

İşte! Bunu sen yaptın.

Düşün. Her şey aslında -Hiçti- oysaki ve değiştirmek bu kadar kolay gelmemişti.

28 Mart 2015 Cumartesi

Her şey bu kadar kötü değil aslında

“Her şey bu kadar kötü olamamalı” diyordu kadın. Belki eskiler giymeye devam etmese, devretse hayatı başka bir hayata, böyle düşünmeyecekti. Katı kuralları güneşi çalan perdeler gibiydi. Sevmiyordu, sevemiyordu. Bilmiyorum belki de seviyordu.

Hayatta birçok şeyi üst üste yaşamış birine göre, şu göz kamaştırıcı dünyada bu kadar ciddi olmasına gerek yoktu yinede. Sahibi olduğu şeylerin, ruhunu teslim edecek kadar sahibi olduğu şeylerin farkında değildi herhalde. Bilmiyorum.

Güzel şeyler düşünüp onun adına, yürüyordum. İyi olabilirdi, gerçekten iyi olabilirdi.

Bilmiyorum, sandığımdan iyi de olabilirdi.

Kaybettiklerinin farkındaydım. Bedenini yırtan, benliğini terk ettiren ve ruhuna eza eden gömülü yaşanmışlık izlerini yok saymam nasıl mümkün olabilirdi. Yalnız kaldığında avuçlarında sakladığı dünyasında düşlüyordu bir şeyleri. Beyazı terk edip siyaha göç etmişti içinde ve gözleri düşüncelerini aydınlatan düş lambaları gibi bırakıp gitmişti gözbebeklerini. Ağlıyordu gizli gizli. Bilmiyorum, beklide ağlamıyordu. Ağlayamayacak kadar kurumuştu gözyaşları…

Karanlıkta kaldığım, yalnızlığıma sarılıp uyuduğum zamanlar çok oldu benimde. Yinede, yeni bir gün sihirli ışıklarını vurmak için çabalarken gökyüzünden pencereme, düne ve yaşanmış onca şeye inat, yeryüzünün o muazzam denilebilecek ölçüdeki ihtişamlı halini gördüğümde gülümsüyordum. Birkaç saat sonra kötü olabilecek bir durumla karşı karşıya kalsam da yeni bir güne başlamak ve fırçamı istediğim renge bandırıp boyamak. Bu önemliydi.

İşte! Her şey bu kadar kötü değil aslında…

Tek bildiğim. Hissettiği her neyse kadının, mutluluğa ulaşacak olduğu o eşsiz koyda, bir şeyler bekliyor olacaktı onu. Ve her bir yol ayrımında üzülme diyebilmekten başka literatüre geçmiş bir sözcük bulamıyorum.

Anlamı derinlerde gizli bir durumdu.

Güven

Perdeleri kapalı bir tiyatro sahnesinde ya da senaryosu olmayan bir filmde oynamak gibiydi hayat

İçimde birikenlerin bedenimin dışına çıkmaması için, eksiltiyorum bedenleri varoluşlara inat

Güzel şeyler içinde gülerken insanlar, aynı şeylerin acıyı dönüştüğü bir ömrü yaşayabilir

Bir müziğin etkisinde yer alırken, “güven” dediğim az önce geçtiğim Ankara’da bir parkın adı

Bir tarafı daha ağaçlı, bir yanı beton yığını, beklide her şey olması gerektiği gibi

Düşlerde belirtilen zamanın içinden yiten insanlar misali, sıska kanlı ellerinle bir nota vur

Güneşin doğuşunu bekleyenlerin aksine, ayakta kalan bizler ölüme çok daha yakın dolunayı izler

27 Mart 2015 Cuma

Gece Treni

Yol vardı, ayaklarımın altında ıslak kaldırımların arasında zifiri
Deliliğin katlanılmaz ızdırabını fark ettim, insanlar üzerindeki
Ankara garında tütün sarıp, batıya giden trenleri seyrediyorum
Kanımda dün akşamdan beri dolanan şarap ve kutsal yalnızlığımla
Hafiften uyku bastırıyor, mide bulantısı anlamsızlıklar tetikliyor içim
Radyo antenleri göğü emiyor, saat henüz altı bile değil
Ne söylemek istiyorum gerçekten bilmiyorum,
Benden daha kötü durumda olan tek şey ölü bir adam
Hayatın cilvelerini şiirlerle yazmaya çalışıyorum
Aklımın dışında yaşamak, düzene karşı paylaştıklarımla
Bu Cuma sabahı elinde benden kelimeler olsun istedim
Demiryolunda onu arıyorum, bir anlam parçası, beklide bir insan
Belki de hiç var olmayan bir şey, umutla hayal arası
Zira her şey son günlerde bir yanılsama, aklımla bedenim arası
İnsanın hayatını düzene sokmaya kalkması, herhalde varoluşa aykırı
Yeniden perona yaklaştığında son gece treni, yavaştan kalkmalı
Yani öylece bekliyorum, manasız. Hep yarın, yarın, yarın…

Ölmeyeceğiz gibi...

Kızıl bir gün batımında ve yıldızlı gecede
Sarhoşluk bardağımın içinde uykuya dair ne varsa
Sonsuz sancılar ve sahte sevgiler üzerinde terk ediyorum
Yağmur hüzünlü akıntılar eşliğinde düştüğünde yere
Hıçkırıklarımı saklayıp üzerine düştüğüm beni aldatan her şeye inat
Bir çağın mide bulandırıcı sahteliğini yaşıyorum
Nereye gittiğimiz hakkında bir fikrim yok
Sanıyoruz ki sonsuzlukla sınırlıyız
Oysa bilgelik için büyürken bedenlerimiz
Ölümcül bir umutsuzluğun olduğu bu korkunç ikilemde
Ruhu rahatlatacak neşeli bir çaba, mantık aramak boşa
Her şeyin anlamsız olduğunu fark ettiğimiz zaman
Tek gerçek var üzerinde isim yazan tabelalar
Tek gerçek onlar, yaşamanın ayrımını gösteren mezarlar

25 Mart 2015 Çarşamba

İtiraz Sonesi


Seni sevmekle başladı her şey
Gözleri kapa, kalbini yoklama boşa
Uzaklarda, adını tüm paragraf başlarında anarken
Bir gün hatırlamayacaksın seni sevdiğimi ne de olsa 

İçtiğim şaraplar, ağır arabesk ezgiler ve tonlarca döktüğüm gözyaşı
Arkanda bıraktığın raf ömrü geçmemiş sevdanın, geri kalan hayatı
Tabiata aykırı güzelliğini yok edemem, kan kırmızı şarap şişesini bitirirken
Adımı doğru anmayacaksın belki, giderken giyindiğin rolden belli
Tanımadığım insanlar ne yaşadığımı bilmeden sarılıp boynuma verdiğinde teselli

Ah biliyorum! Ben şimdi serseriyi oynuyorum gözünde
Yırtılmış ruhum hüzünle salyalar içinde karışırken
Karanlık bir sokakta oflayarak kurarken kiralık kelimelerini
Aslında üzmek istememiştin beni, 

Çünkü sen tertemiz bir kadındın, denize yakın, berrak, duru
Yahut bu kendimi avutma şeklim, hiç canımı yakmayı beceremedim
Yinede kanamalı cümlelerin durduracak firari halimi
Noktalama cümleleri kadar utanç yüklüyüm

Bilinmezlikle asılı dururken ruhum, susuyorum
Seni en çok yakıştırdığım yere, masumiyete bürünmüş ruhuma çekiyorum
Dudaklarımda kalan son acı düş, son limanın olmak
Bir parça kutsal yalnızlığımı, fırtınadan kaçtığında paylaşmak istiyorum

Umuda sığındıkça insanlığımdan uzaklaşıyorum,
Huzur, sanki saklambaç oynuyor yeniden, korkuyorum
Yarım yaşandı her şey diyemiyorum, biliyorum
O kadar yarım yaşandı ki bitti bile diyemiyorum,
Hiç başlamadı ki bitsin diyebiliyorum
İtirazım var! Tanrım, yokluğunu kabullenmiyorum

24 Mart 2015 Salı

Erken Bahar Yağmuru Sonrasında


En yağışlı ikliminde yeryüzü ıslanırken, Tanrı’nın vermediği merhamet bu olsa gerek. Acı, bir savaş meydanına benziyordu. Adımı sanki az önce kanlı toprağa bırakmışlar gibiydi. Batak bir coğrafyada alınan son yenilgi ve yalvarışlarımın sessizlikten bezdiği an, küçük umutlarım tükenmişti. Aslında ben sendim, birkaç keder ötendeydim. Gözlerimden gözlerine sevgi fırlatırken, gözlerinde gördüğüm sevgi, sert döndürdü acıyı, arkana bile bakmadan “eyvallah” derken.
İşkence altında sır vermeyen onurlu bir asker gibi aynı cümleleri kurmuştun. Bu karmaşıklığın gereksiz olduğunu yineleyip durmuştun.
Alnıma düşen her yağmur damlası, yenilginin gözyaşları ve ıslanan saç diplerim. Akşamın geceye döndüğü en güzel yerinde, faili meçhul öldürülmüş gururlu bir sevgi şekliyim.
Oysa birkaç gün önce karmakarışıklığın içinde, dudağından dudağıma aldığım en lezzetli tat damarlarımın içine akmış ilerlerken, dudaklarının arasından çıkıp kulaklarıma varan kelimeler beynimin her kıvrımını boğuyordu. Kalbimi durduruyor, içimdeki kan basıncına engel oluyordu ve o tat kayboluyordu.
Mutasyon geçiyordu ruhum ve kirpiklerimin arasından düşlerime bakan ne varsa, ayaklarımı kör kütük sarhoş gecelere götürüyordu.
Bu oyun hiç değişmiyordu. Acı, Tanrı’nın kutsal günlüğümü yazdığı kaderime katı bir kural halinde biraz daha işleniyordu ve gülmem edebi eserlerde anlatım bozukluğuna yol açıyor ve biraz daha geç kalıyordum yaşamaya.
Bir masalın en masum repliğine, atom bombası düşürmek gibiydi sözlerin. Ne zaman birini güvendim desem, kanadım, kolum, gönlüm kırılıyordu. Sonra yazmaktan vazgeçmek istedim. Tek yapabileceğim kötü şeyler yazmak olsa bile, yazdıklarım sadece kendimce anlamlı kalsa bile, yazmaktan vazgeçmem büyük bir saçmalıktı. Fakat vazgeçmek istedim. Sonra, sonra dayanamadım işte…
Yazmalıydım, okumasan bile. Daha çok yazmalıydım, kalemimde mürekkep bitse, damarlarımdan kan çekip, biraz daha satır aralarını sık tutup, daha çok yazmalıydım. İçimden bir ses “okusa yazdıklarımı keşke” diye söylese de okumasan bile yazmalıydım. Yazmam bir eylemdi, becerebildiğim, saygı duyduğum, başarabildiğim ve inatla sürdürebildiğim beni rahatlatan tek eylem.
Oysa geceye dair yaşadıklarımı düşündükçe, her şeyden vazgeçmek geliyordu, tekrar tekrar. Sadece şu an bile vazgeçemeyeceğim tek şeyin sen olduğunu düşünürsek, onun dışında her şeyden vazgeçebilirdim. Bu korkunç görülebilirdi senin için, imkansızda. Sevgiyi ben böyle öğrendim, bunu kısa bir hayat hikayesi olarak yazmıştım son mesajımda. Anlaman gerekirdi, çünkü yazdıklarım benim için nadir anacağım hayat hikayemden biraz bahsettiklerimdi. Seninle paylaşabildiysem eğer, bu sana verdiğim değerin en büyük göstergesiydi. Yoksa kimi tanısan benimle, bunların hiç birini bilemezler senin gibi. Herkese her geçeği anlatamazsın. Ki insanlar seni hep yanlış anlarlar senin de söylediğin gibi. Duydukları senin sesin olur, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleri. Bu yüzden herkesle her şeyi paylaşmam. En yakın arkadaşlarımla bile. Beni başkalarıyla karıştırma. Ben seni kimseyle karıştırmadan sevdim. Yine sen istedin ben tahsili yüksek acılarımı gözünün içine bakarak yaşamayı kabullendim. Yine sen iste, yine gelirim. Yine “git” de, yine giderim. Hiç gocunmam kararsızlıklarından. Aslında karmakarışık olan şey tam olarak bu…
Karmakarışık olan benim.
Sana karanlığımdan sıyrılmış umutlarımla, yazıyorum. Karanlığımdan sıyrılmış, son umudumla. Aslında zorlanıyorum, yaşamaya dair ne varsa infilak ediyor içim. Korkarım bir süre daha karşılaşacağız ağaçlı yola uzanırken ayak izin. Mavi umutlarımı asmışken paslı çivilerle kulaklarımdan, mavinin altında düşündüğüm sensin.
Düşün. 
Yanılsan da yorulsan da beni bırakma. Kırılsan da yıkılsan da beni asla bırakma. Morfinsiz, acılarını dindirmeye geldim. Yüzüme baktığında güldüğün gibi güldürmeye geldim. Çok değil istediğim sadece bu.
Geri dönmeyeceğini düşünerek yazıyorum bunları sana. Bunları düşünürken yitip gidiyorum serseri sokak köpekleri gibi. Bir taksi çevirsem “öndeki umudu takip et” derim. Bu kadar seversen “ölürsün” diyor şairin biri. Büyük şehrin ıslak kaldırımlarında seninle yaşadığım anları görse kolay kolay söyleyemezdi. Bu sevgi öldürmez, daha çok yazdırır nice güzel sözleri. Öyle ya en güzel şiirlerimi seninle yazmaya başladım. En güzel yazılarımı seni tanıdıktan sonra kaleme aldım. Bir gün hatırlamayacaksan seni sevdiğimi, sana yazdıklarımı not al bir yere bari. O efsane aşk hikayeleri kadar abartamam yazdıklarımda seni sevdiğimi. Yinede bir o kadar sevdim seni, bana en yakışan şeydi seni sevmek. Sana haksızlık yapmayacaksam eğer istediğim gibi hayal edebilir miyim sana olan sevgimi? 


22 Mart 2015 Pazar

Düşeyarın

Mademki istiyorsun, durma sus.
Tesellisiz, muhafaza etmeye devam edebilirim
Suskunluğunu...
Bir tek, ruhuma dair meselelere engel olamıyorum.
Ruhum, bedenimi ve kalbimin ritmini bozuyor.
İçimdeki karmaşıklığın verdiği basınç, 
Dışardaki hava basıncına kafa tutuyor. 
Mademki başlamak istiyorsun, dur.
Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var.
Doğru değil susmalar... 
Her şeye seninle başlamak isterim.
Şu renkli çiçeklerden almak,
Ufak süprizler yapmak, 
Mesela bir çikolata çıkartmak cebimden,
Hiç ummadığın bir anda, 
Sen, konuşurken yanımda 
Sonra küçük dudak büzmelerini izlemek isterim. 
Ve yürümek el ele senin değiminle ağaçlı yolda...
Hepsini tekrar tekrar başa dönüp yaşamak isterim.
Sonra yenilerini eklemek 
Mesela ilk filmimizi izleyebiliriz sinemada,
Ya da ilk yağlı boya sergisine gidebiliriz Congresiumda.
Birazda farklı zamanlarda dolaştığımız şehri,
Beraber gezeriz, elimizde hava sıcaksa dondurma.
Bana en çok sevdiğin yerleri gösterirsin,
Ben sana pamuk şekeri alırım sonra,
Şu an sevdiğini bile bilmeden aslında
Beğenmezsen horoz şekeride alırız yanına.
Onca zaman sonra sadece susma
Alışkan değilim bu kadar hayal kurarken 
Yarına...

20 Mart 2015 Cuma

Kelimelerini Şekere Batırarak

   Sonra geldin;
Çocuk oldum bir anda, gülümsedim.
Kitaplar, dergiler, gazeteler anlatamayacak gibiydi,
Gecenin en serin vakti sayılmazdı henüz,
Üşüyordum farkındaydın, üşüyordun farkındaydım.
Adımlarımızı daha yavaş uzatıyorduk boş sokakta,
Acemice sarılarak,
       ve
Ayrıldığımız an;
Dudaktan, kalp’e
Geceye uzanan…

14 Mart 2015 Cumartesi

Sözlerimi Geri Alamam (Bir Gün Betimlemesi)

Çoğu zaman olduğu kadar yalnızdım, belki günlerdir hiç kimseyle konuşmuyorum. Yürürken yağmurun sessini artırmasından dolayı gözüme kestirdiğim ilk yerden birinden içeri girdim. En köşede, sol tarafım duvara yakın oturdum. Garson kız gelip sordu;
“Kahve içmek ister misiniz?” dedi.
Gözlerini içine baktım, teklifini kafamın içinde değerlendirerek.
“Sadece bir öneride bulunmak istemiştim” dedi cevabımı beklemeden, sorduğu sorunun tereddüdü içinde.
“Elbette, olabilir” dedim.
“Sade ve şekersiz”
Çok geçmeden elinde bir fincan kahveyle döndü. Titreyen elleri, fincanın ses çıkartmasına neden oluyordu.
“Ayılmanız için gerçekten doğru tercihi yaptınız. Karıştığım için fikrinize özür dilerim” dedi.
Sarhoş olduğum fikrine nereden kapıldığını bilmiyordum. Elbette içmeden sarhoş olmak kolay değildir. Günlerdir uykusuzluk ve üstüne gelen yalnızlık saatlerimin artması, en çokta beni dinleyen tek insanla konuşamamam beni sarhoş etmişti. İki gecedir aynı duvara bakıp, odamda ki boş su şişeleri, ara ara ışığı yanan telefonum ve dolmuş olan kül tablasından başka hiçbir şeyle gözgöze gelmiyordum. Küçük bir tebessümle garson kıza baktım.
“Teşekkür ederim” dedim.
Kahvem epey sıcaktı. Buharı yüzümü ısıtıyor, hafiften ıslatıyordu. Yudumlamaya devam ettim. Birkaç yudumdan sonra, garson kız yeniden yanıma yaklaştı.
“ilk defa görüyorum sizi burada. Buralarda yabancı gibisiniz, genelde gelen müşterilerimiz sabittir ve iyi giyimli insanlardan oluşmaktadır. Yanlış anlamayın giyiminizde kötü bir vaziyet yok, sadece takım elbiseli insanlarla dolu içerisi görüyorsunuz ya. Altı aydır burada çalışmama rağmen ilk kez sizin gibi birisiyle karşılaşıyorum” dedi.
Etrafıma bakındım. Doğru söylüyordu. Girerken böyle bir yer olduğunun farkında değildim. Farkında olmamda bir şey değiştirmezdi aslında, insanlık kıyafetin altında nede olsa diye düşündüm. Garson kız ilk geldiğinde siparişim için takındığım gülümsememle dönüp, gözlerinin içine baktım ve bir süre mimikleriyle beni incelemesini izledim.
“Özür dilerim” dedi.
Sorusunu anlamamış olacağım düşüncesiyle yineledi daha önce kurduğundan biraz devrik bir halde cümlesini kurarak. Kahvemden büyük bir yudum alıp, gözlerimi yüzünden çekerken gülümsememi kaybetmiş bir vaziyette,
“Özür dileme, bundan hiç hoşlanmam. Hata yaptığını düşünüyorsan özür dilemelisin ve senin bir hata yaptığını düşünmüyorum” dedim.
Usulca başımı camdan dışarıya yönelttim, dışarıda yağan yağmurun görüntüsünü izlemeye koyuldum.
“Bir kahve daha” dedi.
Kahvemin bittiğin farkında değildim. Bir tane daha isteyip, bir süre beni rahat bırakmasını ve çok konuştuğunu söyledim. Alınmış olmalıydı böyle söylememe, gözlerinin dolduğunu tahmin edebiliyordum, ona bakarak konuşmasam da. Beş dakika sonra farklı bir garson çocuk kahvemi masama bıraktı ve gözlerinin içinde arkadaşını kırmış olduğumu bildiğini anlamam için yeterince kırmızılık vardı, kin kusuyordu. Hiçbir şey söylemedim. Bir kadını üzmek konusunda çok kötüyüm aslında. Buna önceleri olsa dayanamazdım. Beni kıran kadınların sayısının arttığını düşününce, yaptığımın aslında çok basit bir şey olduğunu anladım. Amacım bir kadının beni ilgi odağı haline getirmesini istemememdi. Yapabileceğim en iyi şey kendimi üzgün hissetmek. Bunu gerçekten çok iyi başarabiliyorum. Evde, kafede, parkta, alışveriş merkezinde, müzede, tiyatroda, sinemada, konser alanında, garda, hava alanında, sokakta, otobüs durağında, barda, tıklım tıklım kalabalığın içinde. Sonra bunun üzerine bir gün ‘insanların kalbini kırabilmeyi başarabiliyorum’ dedim. Hayatım böyle iyi mi? Hayır. İdare edebiliyor muyum? Evet. Aylarımı bu düşünce ile tükettim. Kendimi başarısız bir insan olarak nitelendirmekten utanç duymuyorum. İnsan iyi biliyor hangi duygunun yalancı, hangi duygunun gerçek olduğunu. Ne diye saklıyor bilmiyorum. Sanırım insan; herkesi kandırıp ikna edebiliyor da, konu kendisi olunca dilsiz, sağır ve anlamsız kalıyor.

13 Mart 2015 Cuma

Hiç birine bu kadar sadık olacağımı düşünememiştim. Bazı insanlar vardır, toplumun içinde öylece yalnız, tek başına dolaşır. Bir süredir bende onlardan biriydim. Sonra yalnızlığımın yeni bölümünün içine onun görüntüsü girdi. Bakakaldığım…
Konuşmak istedim, konuştum. Bu güzeldi. Hiç konuşamamaktan korkarken, konuşmuştum. O an bütün koşullar buna müsaade etmişti. Zaman gelgitlerimin, hayatın bana verdikleriyle ilerlerken, onun varlığı daha bir artmaya başlamıştı üzerimde, seviyordum. İstediğim aşık olmaktı. Fakat, daha güzelini armağan etti. Kuşkusuz kendimiz olmak. Hiç beklemediğim bir sondu bu yaptığı, güzeldi. Herkesten farklı biri olup çıktı böylece…
İlk kez sarılmıştım, dün gece. Sokak lambaları yanıp, gecenin hafif esintisi ve lambaların etrafında beliren yağmur damlaları düştüğünde yere, saçlarının kıvrımından kokusunu ilk defa derinden içime çektiğim an.
O an bir ana dair ne varsa hepsi oradaydı, sokak kalabalıklaştı, araba ışıkları arttı, gece aydınlandı ve tüm yüzler sanki pencerenin ardındaki perdeyi hafifçe aralayıp arkasından bizi izliyor gibiydi. Geri çekilip kokusunu üzerinde yeniden bıraktığımda çekik gözleri bana baktı ve bir daha sarılmama izin verdiği o kelimeyi çıkarttı, dudaklarının arasından. ‘Bu taraftan da sarıl.’ Gülümsüyordu kuşkusuz. O an onu görmek, ona sarılabilmek Tanrı’ya dua etmek gibiydi. Hiçbir duyguyu gizlemeden, kusursuz sadece ona ait, onunla paylaşılan.
Çocuksu bir manevrayla ojeleri gösterdi. Tırnaklarını yediğini biliyordum sıkıntıdan. Uzatma kararı aldığını ve bu alışkanlığını bırakacağını söylemişti. Sonra ellerinin ne kadar küçük olduğunu test ettim. Avuç içini avuç içime koymak ve parmaklarımızın uzunluk farkını tartışırken hava kaldırmış ellerimizi sokak lambasında aydınlatarak, sanki dünyayı havaya kaldırmak gibiydi ağırlığını ihmal edip. 

3 Mart 2015 Salı

Kayıp Zamanın İçinde

Vakit gece yarısını geçiyordu. Adam erken içmeye başlamış olacak ki, sallanarak iniyordu Galata’nın arnavut kaldırımlarından, küfrederek saat on buçukta. Kendi kendine “bu belediyede iş yok çalışmıyor hiç, baksana yollar taş olur mu hiç” diye söyleniyordu.  Birkaç gündür gazetede ve televizyonlarda çıkan kadın cinayetleri hakkında çok şey okuduğundan başı eğik yürüyordu. Kimseyi korkutmak istemiyordu belli ki. Kadınlara hep değer vermişti…
Elinde bardan çıktıktan sonra kapanmadan yetişip aldığı birkaç biranın içinde olduğu siyah torba ve açık bir bira kutusu vardı. Aklında hiç kimsenin düşünemeyeceği sözcükler birde. Kötü giden kaderini değiştiremiyordu belki ki. Kendisini en yeteneksiz doğum olarak düşünüyordu. Hayatta her yaptığı biraz sevilmek içindi sadece…
Üstünde kirli gibi görünmese de dört beş gündür aynısını giydiği, önünde nefret ettiği Amerikan’ın bir eyaletinin adının siyah kalın puntolarla yazılı olduğu gri tişörtü ve bluejean kotu vardı. Her gece evine bu şekilde dönüyordu. Kadehin dibini parasının yettiği sürece, eve gidecek yol parasını ve yolluk harcını bir kenara ayırdıktan sonra görüyordu birkaç kez. Günlük kazandığı işporta tezgahından elde ettiği geliriyle ve geldiği gibi sızıyordu kendini attığında giriş kapısından içeri uzanan koridoru bitirince salonun orta yerine. Çoğu sabah halının üzerinde, halının bütün motifleri yüzüne işlenmiş uyanıyordu…
Bu sabah diğerlerinden farklı bir şey vardı.
Gözlerini açamamıştı, yüzüne vuran güneş bile fayda etmiyordu buna. Nefes alır gibi bir hali görünmüyordu. Boylu boyana uzanmış yüzüstü yatışı değişmiyordu. İki saat sonra duyulan siren sesleri ve polis tarafından kırılan kapı gürültüsüne kadar öylece yatıyordu. Sağlık görevlileri sedyeye yüzünü çevirip koyduğunda, üstüne örtülen beyaz çarşafın altında yatan adam çoktan ölmüştü, hiçbir yeteneğini anlamadan ve gerçek sevgiyi yaşayamadan… 

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...