30 Eylül 2013 Pazartesi

     Hüzün. Toplanmış eşyaların arasında. Gitmemi istedi yapamadım. Gitmek için henüz erkendi. Bahar gelmemişti. Benim mevsimim de gitmenin adı bahardı. Kışı bir atlatalım dedim önce. Yüzüme baktı. Yüzüne baktım. Sanki bir şeyler fısıldar gibi oldu, titreyen dudaklarının arasından. Derin bir nefes alıp sustu. Sonra. Hiç gülümsemedi. Gülümsemeyecek gibiydi. Hafif bir esinti yüzümüze vurdu, açık pencerenin önünde. Üşüdün mü diyebildim. Gözlerini çevirdi, konuşmadı. Ne istediğine ya da ne söyleyeceğine henüz karar vermemişken. Gitmemi istedi sadece. Oysa gitme diyebilirdi. Gitme demesini bekledim. Saatlerdir karşılıklı oturduğumuz halde tek bir cümle çıkmıştı, dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesinin içinde. Git ve hayatına bak. Ona nasıl aşık olduğumu anlamıyor gibiydi. Oysa dudaklarının arasından çıkan son kelime bile istemediğim halde gerçekleşecekti. İstemesem de gidecektim. Uzaklara daha uzaklara. Belki bir daha karşılaşmamak için doğuya daha doğuya. Batıyı severdi bilirim. Hızla eşyalarımı çantama yerleştirdim. Yüzüme bile bakmıyordu. Usulca ayakkabılarımı ve montumu giydim. Adım atarken eşikten dışarıya. Son kez baktım dönüp yüzüne. İki rayı gibiydik bir tren yolunun. Yakın olması değiştirmezdi hiç bir şeyi son istasyonun...

29 Eylül 2013 Pazar

     İnanamıyorum. Senden bunu beklemezdim cidden. Hayatı bu kadar önemsediğini sanmıyordum epeydir. Komik geliyordu yaptıkların. Çocuk gibiydi aklın. Şımarık bir çocuk. Şanslı, şımarık bir çocuk. Gerçekten düşündüğüm gibi yaşamaya başladıysan ne mutlu sana. Elindekinin kıymetini biliyorsun demek ki artık. En son sorduğumda ki vurdum duymaz tavrına üzülmüştüm, beni ne kadar da etkilemese bile. Bravo! Çok yakıştı bu kelime yaptıklarına karşılık bence. Üstü kapalı konuşmamda neden bahsettiğimi anlayacak kadar zekisin biliyorum. Yazdıklarımı okuduğunu tahmin bile edebiliyorum. Çünkü ne zaman vazgeçeceğimi bekliyorsun ve bunu en iyi görmenin yolu burada yazdıklarım olsa gerek. Ben zaten vazgeçtim. Ama senden değil bizden. Çünkü insan bir kere değer verir. Bu değeri kimse bozmamışken, düşüncelerde vazgeçtik. Belki düzelebilir. Bu arada. Zamanında sana demiştim yazmak için yazıyorum diye. Bana bir şeyler yazdırmak için varsın şimdide. Sayende epey bir yol katettim yazım konusunda. Teşekkür ederim. Nelere küstüm, nelere sevindim. Hepsini bir bir yazdım. En abartılı halinden tut en yalan haline kadar. Ama çocuk seninde büyüdüğünü gördüm ya. Artık gülebilirim yazılarımda. Bravo! Çocuk. Bravo!

28 Eylül 2013 Cumartesi

Ödünç Verilmiş Zaman

     Saatler sonra kendime geliyorum. Keşke, üşüdüğümüzde camı kapatmak kadar kolay olsaydı, sevilmediğimizi anladığımız zaman o kişiye yüreğimizi kapatmak. Yirmi dört saat bile olmadı gözlerimin önünde ki gözlerini göreli. Hayal gibi. Oysa bir daha görmek için neler vermezdim, önceden olsa. Şimdi gördüğüm halde yüzünün hali, beynimin içinde silik bir görüntü bırakıyor. Eskiye ait fotoğraflarda bıraktığın halini koyuyorum yerine, tutmuyor. Benim seni içimde sakladığım gibi değilmiş meğer. Acıyı da sevgiyi de öyle derine gömmüşüm ki zamanla, içimde anlamsız bir his bırakıyor seninle iken. İki yabancıdan öte bir duygu, birbirini tanıyan iki tutsak, iki korku. Sırtını çevirmiş duruyor hisler. Sessizlik dilimizde. Gözlerimizin önünde, kelimeler kırılıyor dilimizde. Ellerin, ellerim kurtarılmış çok geçmişte bir yerde. Yaşadıkların yüzüne çok gelmiş. Gülümsenin ardında ki yalnızlık ve acı çok derinde değil. Bakmasını bilirsen, karanlıkta bile gözlerinin önünde. Bir çocuk kaderi mutluluk ve mutsuzluk. Oysa şaşkın olmamalıydı yüzün, beni gördüğünde. Elbet bir gün karşılaşacaktık bizde. Masalın son şarkısı için vakit bu değildi. Ödünç verdi zaman bu anı bize. Hiç birini bu kadar uzun zaman sonra gördüğün olmuşmuydu. Dile kolay sekiz ay. Belki susmalıydım ama anlatmalıydım. Sen konuşamazsın bilirim. İçinden ne geçiyordu o an keşke bilebilsem. Bir hayal benim istediğim zaten. Bir daha konuşamayız kimbilir. Yok! Yok! ben anlamalıydım. Korktuğun kadar yokmuş değil mi? Beni görmek basitmiş. Seni görmek gibi. Kötü biri olduğumu hissediyordum sana karşı önceleri. Konuşmamız biraz olsun değiştirdi. Onca insanı silebilmenin özgürlüğü yüreğinde iken. Ankara'da son tanıştığın insan ben iken, giderken. Beni silmene anlam verememişken, tek cevabı sana olan sevgim yüzünden diyebiliyorum. Avutabilmesi insanın kendini ne garip. Sen unutsan da, ben unutmam. Bu kadar basit değil. Sen bu değilsin. Bana anlattığın belki hayatının küçük bir parçasıydı. Eğer gerçek olduğuna inanıyorsan anlattıklarının, ki yalan söylemeyi o zamanlar bana karşı beceremezdin. Sen bu değilsin. Benim tanıdığım insana o kadar inanmışken, hayal kırıklıklarını kaldır. Dene, denemedim deme. Yeni aşkına, üzüntülerine, özlediklerine, sevdiklerine, hissettiklerine, yaşamak istediklerine varana dek anlat. Ben hatırlarsan mevsim kış, hava soğuk, kar yağıyor gece dinliyordum seni, seve seve. Yine konuş, kış geliyor işte! Utandır beni. Seni tanıdığım sen ol, utandır beni. Yorgun çocuk, mutlu çocuk. Umursamadığın her şeyin aslında yüzünde bıraktıkları paramparça. Neden mi bunları yazıyorum. O an sadece konuşmak istiyorsun, susacağını bilirken. Bir merhaba dışında çok cümle kuramayacağını bile bile. Sonra içinde o kadar kelime kalıyor ki söylenmemiş bir bakmışsın gitmişsin, gitmiş. Şunu da söylemek isterdim demek yerine biraz hal hatır sorup erteliyorsun söyleşini. Kendine kızmak yerine böyle kalmanın en güzeli olduğunu biliyorsun. Hadi yeniden tanıyalım birbirimizi. Hiç tanışmamış gibi değil. Tanıştığımız zaman anlatılmayanları anlatmak için. Bu kadar zor mu adım atmak. Bu kadar zor olamaz beni düşünmek. Merhaba dedin yeniden. Yeniden konuşalım biz seninle. Sırtını dönme insanlara, dik olduğunu güçlü olduğunu göster gözlerine baka baka... Aynadaki sen sen değilsin... Böyle gösteremezsin yendiğini asla onlara. Önemli değil deme. Önemli olmasa dönmezdin sırtını orada.

27 Eylül 2013 Cuma

     Yorgun, gecelerin içinde yürüdüm. Sanki yıllardır uzaklardayım, özlemlerim ve beklediklerim. Oysa buradan bakınca dünyaya, düşlerim yok artık. Kulaklığımı takmış son otobüs seferini yapıyordum hayatımın. Sırt çantam ayaklarımın altında, telefonumun şarjı oldukça az olduğundan kapalı. mp3 çalarımı son dakika iyi ki şarj etmeyi başarmıştım. Saçlarım dönerken geldiğimden daha uzun artık. Düşüncelerimden arınmışmıydım. Otoban şeritleri gözümün önünden geçtikçe aklıma gelmeye başladı. Dönmek kolayken aslında. Yeniden aynı düşünceleri beynimde barındarabileceğimi düşünmezdim. İnsan unutamıyormuş demek ki. Sadece anlık bir zamanda kaybediyormuş, yeni gelen düşünceler vasıtasıyla. Dönüşümü tek güzel kılan şey uzun süredir ayrı kaldığım motorum ve fotoğraf makinemdi. Yeniden göreceklerim olsa da döndüğümde. Kızdığım, nefret ettiğim ya da bir kaç tanede olsa sevdiğim insanlar. Dönmek onlar için değildi. Dönmek benim ayrı bir özlemimdi. Yerimden gayet mutluydum zaten. Neden başımı ağrıtmak için çaba gösteren bir geri zekalı olayım ki. Şehri özledim ben. Şehir de benim asiliğimi, çocuksuluğumu,  gülüşümü, gözyaşlarımdan sonra gelen kederimi... Şehir, giderken de üzüldüğüm, döndüğümde de üzüldüğüm çocukluğumun kutsal şehri. Neresi mi... Tanımayanınız yok beni zaten siz bilirsiniz. Bilmeyende beni ben yapan değil. Bilse de olur bilmese de der geçerim. Siz bilirsiniz ama değil mi? Beni geçte olsa az çok tanıyanlar. Son yolculuğum dönüyorum. Söyleyeyim unutmadan.

23 Eylül 2013 Pazartesi

     İnsanlar yalan söylerler... Sende öyle. Tıpkı benim söylediğim gibi. İnsanlar yalan söylerler. Düşünce komik geldiğin farkındayım. Yalan söylerken ki ciddiyetin nedeni inandırıcı olmasından kaynaklı. Mevsim soğuyor. Şehirde ki kapalı yerler daha çok sıklaşıyor. İçerisi tıklım tıklım olan mekanlar. İnsanlar birbirine daha çok yaklaşıyor bu yüzden. Yalan söylemeye daha da yaklaşıyor, sıcak, kalabalık mekanlarda. Hemde hiç tereddüt etmeden gözlerinin içine bakarak. Onlarca insanın önünde. Onların zaten anlamayacağını bile bile söylenen yalanlar. İnsanlar yalan söyler. Ne zaman kaçamadıklarını anlasalar. İnsanlar yalan söyler. En çokta uyanıkken. Bazen şarkılarında, bazen yazdıklarında, bazen bakışlarında, bazen konuşmalarında... Hepimiz, herkes bir kere olsun. Çocukken bile...

17 Eylül 2013 Salı

Biri

Şüpheli şarkılar bıçak sırtında,
Karanlık, boş sokakların içinde,
Sarı bir sokak lambası
Biraz sıcak günün uzantısı
Hafif buruk ama yinede tatlı ölüm.
Aynı günü paylaşan binlerce insan
Günlerden Çarşamba
Öylesine bir gün kimisi için.

13 Eylül 2013 Cuma

Delilik Hikayeleri 4 (Mevk-i Ret)

     Bütün gün daktilo sesinin dışında bir şey duymamıştım. Saatlerdir yazıyorum. Beğenmeyip baştan başladığım köşe yazımın içinde boğulup kaldım. Hava oldukça sıcak ve sırılsıklam olmuştum dört duvar arasında. Leş gibi kokuyordu vücudum. Hatırı sayılır bir şeyler yazamamıştım. Yarın gazeteye postalayacağım halde. Henüz giriş cümlesini bulamamıştım. Onca yıldır yazmamın en büyük sıkıntı aynı kelimelerin içinde boğuşup duruyor olmama neden olmaya başlamıştı. Sanırım yazılabilecek her şeyi yazmış olmalıyım. Sigaraya yeniden başlamam gerekiyor herhalde. Altmış yaşının sonuna gelmiş biri için bu durum fazlasıyla önemsiz. Zaten daha fazla ne kadar yaşayabilirim ki.
     İlaçlarımı almayı unutmuşum. Yaşlılık zor zanaat genç dostlar. Sürekli birilerinin sizinle ilgilenmesi gerekiyor. Yoksa milyonlarca insanın saygı duyduğu beş para etmez doktorların sizi iyileştirmek, daha uzun yaşamanızı sağlamak için, gereksiz bir çok hapı almayı unutuyorsunuz işte. Jane'in izinli olduğu günleri hiç sevmiyorum bu yüzden. Unutkanlık baştan aşağıya sarmışken bedeninizi. Ölümünüzü kendi ellerinizle hazırlarsınız yalnız olduğunuz sürece.
     Ah gençliğim. Ne yaman bir delikanlı idim. 57 Chevy altımda, mahalleden çıkışımı pencerede izleyen, dudaklarından salyalar akıtan kızların bir çoğu ölmüştür herhalde. BlueJean pantolon beyaz gömlek kahverengi çizmelerim ve ağzımdan düşürmediğim Camel sigarası ile etkileyici bir görüntü bıraktığım kesindi geride. Yirmili yaşların başlarında vazgeçilmezi benden daha iyi oynayan birini daha bulursanız, Tanrı sizi inandırsın içkiyi bırakacağım. Bu yüzden evlenmeyi hiç istemedim. Birden çok kadın stoğum hep olmuştu. Bütün kadınları sevdiğim gerçeği de doğrudur. Her birinin kendine ait çekiciliğinin olduğu gibi. Seks yapmak, spor yapmak gibiydi. Çoğu zaman beni sıktığı bile oluyordu. Bu yüzden hiç kilo almamıştım. Şimdi şişman değilsem de gömleğimin altında sarkan, beyaz kıllarla kaplı, geniş bir bira göbeğim olduğunu inkar etmeyeceğim sizlere. Cidden biranın izlerini taşıdığını çok uzaktan bile anlayabilirdiniz, benimle tanışma fırsatınız olsaydı eğer. Yaşlılığımda beni tek iyi gösteren organım, etrafında sarkmalar olsa da, iri mavi gözlerimdi. Sakalları beyazlamış saçları hafiften de olsa dökülmüş bir moruğun bu saatten sonra gözleri iyi olsa kaç yazar. Boktan bir hayatın içinde, boka gömülmüş, gizli gizli içki içmeye çalışan huysuz bir moruk. Her doktora gittiğimde çocuk gibi azarlanan biriyim. Yakında kendi bokumu bile temizleyemeyecek hale gelmekten korkmuyor değilim. Artık gazetede ki köşemin dahi ilgi görmediği düşüncesindeyim. 'Örümcek beyinli, soytarı' deseler yeridir. Fena olmadı ne dersiniz?
    Ölüm beni sevmese de, ben Azrail'i seviyorum kesinlikle. Ya o benim ziyaretime gelmeyi kabul edecek. Ya da ben uygunsuz bir anında yakalayacağım onu. Kesinlikle şaşırtacağım. Benimle alay etmek neymiş göstereceğim ona. Bu gece. Aslında bileklerimi kesip güzel bir şaka yapabilirim. Ama öncelikle sokağa çıkıp son kez bir fahişenin kollarında bir iki kadeh viski içmeliyim. Yerimden kalkacak gücüm olsaydı keşke. Yaşlılık ne zor, ne zor. İnsana şaka bile yaptırtmıyor. Bu yüzden, bu şakayı bir süre daha erteleyeceğim. En iyisi oturup bir kaç yıl daha boktan köşemi devam ettirmeliyim. Unutmadan ilaçlarımı da alayım. Başka sefere görüşürüz sizinle de.

Delilik Hikayeleri 3 (Kirli, Paslı ve Bozuk)

     İçimdeki pisliğin yazası var ama toplum buna hazır değil. Yazarım, çok kalp kırarım, ayıp olur, küfür içerir diye korkuyorum. S.ktiğimin hayatında parasız fahişeliğin, dolandırıcılığın ve insanların birbirlerini aldatmasının nedenini kavramaya çalışmak için boşa vakit kaybetmişim onca zaman. Karakter diye bir kelimeyi açıklayan argo sözcükleri kullanmak boşuna. Karakter kazanılmış bir olgu ve bunu düzeltmek en iyi sokak küfürlerinin bile fayda etmeyeceği bir durum. 
     En iyisi fazla takılmadan soğuk bir biranın zevkini zenci dudaklarından dökülen blues müziği eşliğinde yudumlamak olsa gerek. Uyuşturucu bağımlısı olmadığım halde marijuana kokusunu hissedebiliyordum nemli burun deliklerimin içinden sızıp beynime kadar uzanan. Bir kaç gece önce evde ki partinin dozunun fazlasıyla kaçmış olmasının nedenleriydi bunlar. Alkolün verdiği kafanın müdahalesi sonucu sarılmakta zorlanılan içi fazlasıyla doldurulmuş çarşaflardan halı diplerine dökülen marijuana tohumlarının kokusuydu bunlar. Görüntünün kirli olduğu ama hazmın doruklarının paylaşıldığı gecenin ikramı bu denli pis bir evi bırakıyordu geride. Yalnız yaşamak, başka insanların, seks, uyuşturucu ve alkol gecelerinin düzensiz bir göstergesiydi. O. çocuklarını kırmamak için onların iğrenç görüntülerini izlemek keyif vermese de. Bu marjinal diye nitelendirdikleri aşırı kaçamaklarında yer almak beni de heyecanlandırıyordu. Birde kusmuklarını kaldırım taşına çıkartır gibi evin ortasında yapmasalar. Hiç yoktan beleş biranın tadını çıkarabiliyordum bir günlüğüne de olsa onların sayesinde.
     Gündüzün değil gecenin kutsandığı saatlerde tanımadığın bir kadınla aynı yatağı paylaşabilmenin yanı sıra. Onun acemi perhizini bozarken, kuşkusuz sabah uyandıklarında, yaptıklarını hayal meyal hatırlamanın pişmanlığıyla erkenden boşaltılmış yataklarda, bir kaç saat önce birinin olduğunu ispatlayan  sadece çukurluk ve orgazm sonucu bırakılan sıvılardı. Oysa gündüz tanışsaydınız bu yüzlerle. Gecenizin kutsallığını sağlayan bu kadınlarla, eminim radyoyu açar, Mahler çalarken doldurulmuş birer kadeh kırmızı şarap eşliğinde felsefe yaparken bulurdunuz kendinizi. Aslında sizinle öyle bir gece geçirmesini sizden hoşlanması değil, sevdiği adamın onu aldattığı düşündüğü için, intikam almanın iyi geleceği yönünde, bir girişim olduğunu göreceksiniz. Ah bu şuursuz, beynini sadece iki bacağı arasında kutsal sandığı için zihniyeti yoran insanlar. Benliğinizi ne kadar da kolay basitleştire biliyorsunuz böyle. 
     Hayatın karanlık, kirli, paslı, bozuk yüzüne, değeri kalmamış yozlaşmış halde bakmaya devam ettikçe, yanımda olacaksınız ama tiksineceğim sizden, eşikteki pis beyaz zenciler.
      
*Delilik Hikayeleri ara ara devam edecektir. Tamamen hayal ürününün kült ve yer altı edebiyatı ile birleşmesiyle meydana gelmektedir. 

10 Eylül 2013 Salı

Üç Paragraf Tek Kelime

     Bir bilgenin hayatında; yaşamak, ölmek ya da aşık olmak... İnsan doğasında bu üç zorunlulukla beslenir. Bizim gibi yüksek ruhlular aşkta ölmeyi seçerler. Yaşamak, yaşamak aslında bilmediğimiz kadar sıkıcıdır. Nefes aldığımız her an, kendimize karşı yalanlarımız, hep bir yerde bekler kuşkusuz. Yaşamak, yeni insanlar tanımak aslında. Hatta o insanların bir gün hayatınızdan çekip gitmesine seyirce kalmak. Yaşamak, çok sevdiğinin bir adamı-kadını kaybetmek bir başka yalanda, duyarsızca. Yaşamak, ölümün soğuk nefesini ensenin üstünden  ayıramamak. Yaşamak, aşık olmak...
     
     Bak şimdi ne diyeceğim, otur karşıma önce... Yok, yok! Sokul göğsüme iyice. Yasla başını, bırak kendini, saçların bedenimde dalgalansın. Sorumluluklarını çıkar aklından, bir kaç saatliğine de olsa. Nasılsa seninle hepsi sonrasında. Hepsi senin parçan, hepsi sen olma sebebin. İzin ver ruhun dinlensin. İstemediklerini ayıkla üzerinden, soyun tüm yorgunluklarından. Kapat gözlerini. Tak yine o güzel gülüşünü yüzüne. Gülümse ve sevebilmenin, çok sevilmenin, sonuna kadar keyfini çıkar...

     Ben hayatın en çok aşk yönünü sevmiştim. Hayat iki kişi olunca daha bir renkli gelmişti. Hayat benim en çok hangi yönümü sevdi? Bilemedim. Bir de aşkın en çok senli yönünü sevmiştim... Ya sen beni sevmiş miydin? Sahi ya... Sen beni sevdin mi? Kadın sen de, bilsem ne fark eder, bilmesem ne. Beni aşk anladı ya, yalan olduğunu sandığın halde, nasıl sevdiğimi gösterdim ya, gözlerine. Gerisi hikaye... Sen başını bir kez olsun yasla. Dinle kalbimi, hava soğuk olmadığı halde titreyen benimi hisset. Sussan da fark etmez. Ben senden bir şey istemedim. Senin geldiğin ilk gün bile kaçmak istedim. Çünkü seni sevsem de. Gidecektin... Gittiğinde de sevemeyecektin. Bunu da öğrettin. Hayret ne kızgınım sana, ne de dargın. Üzülüyorum sadece, kızgın da dargın da olan sensin diye bana...

7 Eylül 2013 Cumartesi

Delilik Hikayeleri 2

     Erkeksen, pişmanlık içinde uyanman kaderindir. Geceyi yalnız geçirsen de, geçirmesen de...Tuzla buz olmuş kalbim bir iğne deliğinden geçebilirdi. Ete kemiğe bürünmüş fazlalıktan başka neydim. Kimse farkında değilken benliğimin, senin de onlardan farklı olup, beni umursayacağını sanmıyorum. Bir madde bağımlısı gibi aynı şarkıyı binlerce kez başa alıp dinleyebiliyordum. Kader, oyununu hiç kaybetmiyordu zaten bana karşı. Gülmek, safça yapılan istemsiz bir eylemken, onu bile beceremiyordum. Yazdığım kitaplarda ki karakterler bile ya mutsuzlardı ya da acı çekip ölüyorlardı. En son ne zaman komedi filmi izlemeye sinemaya gittiğimi bile hatırlamıyorum. Saklanıyordum duygularımın içinde, gülümsediğimi belli etmemek için sanırım. Aklı başında olan insanlardan değilimdir. Aklımı sevdiğim gün, birileri için kendi hayatımı hiçe saydığım gün o yolda düşürdüm herhalde. Hani bizim eve doğru çıkarken bakkal var ya oralarda bir yerlerde sanırım. Geri dönüp aradım tabi bulabilseydim... Nerdeee. Hemen delinin biri almış. Belli, koyuvermiş cebine. Böylece kalakaldım ortalık yerde üzülmemle... Nasıl bir şey hissettim biliyomusun? o an. Acıkırsın, üşengeçlik yok olur, sahana iki yumurta kırarsın ya, tam istediğin gibi. Adına sahanda yumurta dersin. Yağ konulmuş tavanın içine kırılmış yumurtadır oysa. Sahan nasıl bir kelimedir ki o kadar uzun cümleyle anlatılan olayı bir kelimeye sığdırabilirsin. Sonra koyarsın masaya tavayı yanına bir de soğuk bir kola açarsın. Ekmek var mı diye bakarsın, bitmiştir. Yumurtaya da bandırmayınca ekmeği, tadını çıkaramayacağın aşikar. Ne iştah kalır ne keyif. İşte öyle idi aklımı kaybettiğim gün yolda. Sonrasında ne keyif kaldı ne de ilah...

1 Eylül 2013 Pazar

Mutluluk Neredeyse Orada Kal

Sessizliğin içinde acemice büyüdün.
Kimseyi istemiyorsun artık hayatında.
Ne bir kelime geçmişten, ne de bir yüz.
Mevsimler gibi sabit değilsin.
Ağlayan bir çocuğa yardım edecek gücün yok.
Mutluluk, senin için çok çok uzaklarda.
Özlüyorsun! Hırçın çocuk, geride bıraktıklarını.
Hiç bir şarkı dindiremeyecek özlemini, 
Saklanmayacak, ayrılık içini kanatmaya başladığında.
Geri gideceksin sessizce, geldiğin gibi,
Çok vakit geçirmeden,
Geç kalınmış gözlere bakmak için,
Özgürlüğünün başladığı yere...
Seni sen yapan adamı, kollarınla saracaksın.
Sen küçük kız çocuğu. 
Masumiyetini yitirmişken,
Onun yanında kendin gibi olacaksın.
Mutluluk göz bebeklerine kadar saracak, 
Yeniden gülmeye başlayacaksın.
Saçlarını elleriyle okşarken,
Rahatça başını yastığa koyup, 
Uyuduğunda, mutlu uyanacaksın.
Mutluluğa yeniden sarılacaksın.
Eksik kalan yerin dolacak.
Terk etsen de bir şehri,
Çocuk gözlerin hep mutlu kalacak.




 

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...