Adımla kurulmuş
cümleler üzerinden çok geçilmiş ki son günlerde kulaklarımın çınlaması bir türlü
dinmiyor. Sahte gülücükler hararetli tartışmaların içinde kalmış, karşımda
oturan kadının tüm yüz hatları beynime kazınmış, hayatımın en kötü kahvesine
menüde güvendiğim ücretine rağmen en yüksek ücreti bırakacak olmam bile
moralimi bozamazdı. Fakat kahve gerçekten keyif kaçıracak nitelikte berbattı. İnsan
nasıl olurda filtre kahveyi bu denli kötü demliye bilir?
Yan masada kafeinsiz
kahve isteyen kadının seni kulaklarım da uğultu ve baş ağrısı yaratıyor. Kahrolsun…
İnatla üzerinden tekrar tekrar geçip kafeinsiz kahve isteyenleri
reddediyorum. Saç tellerini sarının bin bir
tonunda simsiyah dipleri olmasına rağmen değiştiren kadınları reddediyorum.
Türk kahvesinin ardına içilen suyu reddediyorum. Kaliteli şarapları, lüks
evleri, gri veya siyah Mercedes’i olan resmi plakalı araçları reddediyorum. Araçların
içinde arka tarafta yayılmış, bok dolu işkembeli, ihtiyar, kaliteli takımların
içindeki patronları reddediyorum.
Aç karına içilen Tanrı’nın
bile kalitesine ödün veremeyeceği viskiyi kutsuyorum. Rock’n roll-u kutsuyorum,
Yüksel caddesinde devrimci takılan gençleri kutsuyorum -bir gün doğru yolu
bulacakları için- Ayaklarımın binlerce kilometre aralıksız beni taşımakta saygı
duyduğu için, ayaklarımı kutsuyorum. İmlâ hatası yapılmış yazımları, tekrar
tekrar okundukça güzelleşen şiirleri kutsuyorum.
Rol yok…
Tavır yok…
Beden var, ruh yok…
Yalnızca yağmur,
içerisi gerçekten sıcak…
Midem bulanıyor ve
bunun içerinin sıcak olmasıyla alakası yok. Sabah kahvaltı yapmadığım için çok
yoğun sarılmış tütünler yüzünden biliyorum ve bu söz ettiğim berbat kahve
üzerine piyango oldu.
Ve Tanrı bana bu
kelimeleri yazmış olduğumdan dolayı hayran duyuyor.
Bunları yazdığım için
kutsanıyorum…