8 Ağustos 2013 Perşembe

Yol

     Hadi oğlum gecikmeyelim! Yol beklemeye gelmez...
     Sıkı giyin henüz bahar gelmedi. Hatırlıyorum yıllar önce bir İzmir yolculuğunda tanışmıştım bu şehirle. Hatırladığım kadarıyla yaşım senden biraz daha büyük olmalıydı ayaklarımı bu Frig toprağına bastığımda. Biliyor musun Ankara, Afyon ve Eskişehir’in geçmişi milattan önce yedi yüzlere dayanıyor. Kim bilir en son gördüğümden bu yana neler değişmiştir şehirde. Kar tutmuştur şehri şimdi. Yollar buz kesmiştir. Biz Ankara çocuğuyuz elbette bu duruma adapte olmamız kolay olacaktır. Hadi al sırt çantanı saat 6.30…
Böyle söylemişti babam Eskişehir’e ilk kez gideceğim günün sabahında. Benden habersiz planlarını yapmış, İzmir Mavi Tren 7.30 seferine biletlerimizi almıştı. Hiç unutmadığım baba oğul en güzel günü birlik yapılan gezimizdi. Yıllar sonra onun yokluğunun burukluğu içinde yine sırt çantamı takmış bekliyorum Ankara Gar’ının 1.peronda 7.30 Yüksek Hızlı Tren seferi için. Babamın hayallerimde o zaman Friglerden aldığı sandığım şehri babamdan sonra miras edinip yeniden almak için…
Tren usulca perona yaklaşmıştı. Çocukluk yolculuklarım da olduğu gibi yine cam kenarı koltuklardan birinden almıştım biletimi. Yol boyu geçen arabaları, uçakları saymak eğlenceli gelirdi o yıllarda. Onları babama göstermek, bir gün benimde birine sahip olacağıma söylemek. Henüz uçak alacak param olmasa da bir arabam olmuştu.
     O yıllarda bu kadar çabuk varmamıştık Eskişehir'e. Yol bazen bitmeyecek gibi görünüyordu kocaman trenin içinde ayaklarımın yere bile değmediği koltuğun üzerinde. Babam da keşke bu günleri görebilseydi. Dört, beş saatlik yol artık Ankara’dan bir buçuk, iki saat arası kadar kısa bir sürede alınabiliyordu. Eskişehir Gar’ına ayak bastığımda ilk gün ki heyecanımı hala yenememiş olacaktım ki koşarak çıkmıştım gardan. Eskişehir Garı görünüşü ile farklı gelmiştir bana o yıllarda bile. Şimdi biraz daha modern çizgilerle süslense bile o gün keşke bir fotoğraf çekinseydik diyorum şehre girmeden garın önünde babam ile. Onun tren sevdası, gezme tutkusu, özlüyorum.
     Karnım açıkmış olmalı şehrin havasından sanırım. Tükrük köftesi yemek için uğruyorum, Köfteci Ali’nin yerine. Usta şöyle biraz yağlı tarafından olursa kıymanın, yarım ekmek, bol soğan, birazda domates. Yanına da bir ayran verdin mi tamam diyorum. Paket mi diye soruyor. Gezerek yemek istediğimi söylüyorum. Aldığım gibi yarım ekmeği doğru Odun Pazarı’nın yolunu tutuyorum. Odun Pazarı buraların ilk yerleşim alanıymış öyle söylemişti babam. O yıllarda hayli kalabalıktı fakat şimdi daha bir kalabalık geldi gözüme. Odun Pazarı deyince görülmeye değer oluyor lüle taşı ile yapılan eserler haliyle.   
     Dolaşırken girdiğim bir dükkanda pipoları inceliyordum. Satıcının dikkatini çektim sanırım " Kanuni Sultan Süleyman..." dedi. Anladım şu an popüler bir dizi var ve satışlar için ondan yararlanmak istiyorsun ama kalkık burunlu bir Osmanlı hanedan mensubu... Pes be birader. Bu kadar fiyat mı biçilir diyorum… Gülüyor…

     Yavaş yavaş gezmeye devam ediyorum Odun Pazar'ını fotoğraf karemde biriktirerek. Tarihi camiler, evler, şelale park ve hoş muhabbetlerine ortak olduğu esnafla devam ediyorum ‘çiğ börek’ yemek için merkeze doğru yola. Severdi babamda çiğ böreği yanımda olsaydı ama ‘sabah yenir evlat’ diye yedirmezdi köfte sonrası bana. Şehrin modern haline alışamadım eskiyi anımsadıkça. ‘KaraKedi’ de bir boza içip çiğ böreğin üstüne yeniden döndüm gara babamla ikinci durağımız Balıkesir için biletimi almaya...

Kafkaesque

Dün gece masumiyeti gerçeklikten silinmiş. Flu, ağır aksak rutin fizik kurallarını reddediyordu bünyem. “ İyi değilim ” diyordum sürekli, ...